28 Ağustos 2025
Marxistlerin tüm dünyada kamplara bölünmelerinin, pembeden kızıla kadar kırmızının tüm tonlarında fikir geliştirmelerinin en önemli nedenlerinden biri de 13 Ağustos 1961'de yapılan ve 9 Kasım 1989'da yıkılan Berlin Duvarı'dır. Öncesinde dünyadaki sol hareketler, -Troçkistler ile anarşistleri saymazsak- tek bir korodur. ÇKP'nin SSCB'nin çöküşünden ders aldığı bellidir. Çinliler sosyalizmin yıkım sürecini 1956'daki 20. Kongre'de Kruşçev'in Stalin eleştirisiyle başlatırlar. Deng Şiaoping, 21 Ağustos 1980'de Fallaci'ye verdiği demeçte "Kruşçev'in Stalin'e yaptığını ben asla Mao'ya yapmayacağım" demiştir. Ekonomi politikte merkezi çekim alanlarının varlığı doyum, doymakla ilişkilidir. ABD'nin patronları büyük sanayinin yanısıra küçük ev aletleri ekonomisini de 2. Dünya Savaşı'ndan sonra SSCB'yi çökertmenin en büyük silahı olarak görürler. Eiko, Yunanca ev demek, ekonomi, ekoloji aynı kökten gelir. Ernst Haeckel, 1866'da ekoloji terimini ilk kez kullanır. Evde hesabın nasıl tutulması gerektiğini yazan Ksenophon'un (MÖ432- 355) Oikonomikos adlı kitabı iktisat üzerine yazılmış ilk eserdir. Mutfak, evin kalbidir, Nikita Kruşçev ile Richard Nixon arasında yaşanan "Kitchen Debate" vakası sıradan bir alegori değildir. SSCB'nin tarihten kopuşu 1959, 60 yıllarında Moskova ve New York'ta karşılıklı düzenlenen fuarlarla başlar. SSCB'nin dağılmasıyla birlikte serbest piyasa ideolojisinin kitlesel histerisi alternatif dünya ütopyalarının da sonunu getirir. Aristoteles'e atfedilen üç kitaplık Oikonomika'dan başka aynı adı taşıyan üç eser daha vardır: Bunlar Ksenophon'un Oikonomikos, Bryson'un Stobaios'a ait Anthologia'da korunan Oikonomikos'u ve Philodemos'un Oikonomia Üzerine fragmanlarıdır. Marx'ın vurguladığı gibi Krematistik'in Ekonomik'ten farkı "zenginliğin kaynağının dolaşım olmasıdır" (K1s.156) Hobbes'un çerçevesini çizerken cehennem metaforlarıyla meşrulaştırdığı ekonomi-politik resmin üstüne düşen bilinçaltının derinliklerinden, zihnin karanlık mağaralarından, oyuklarından, kovuklarından gelen hayaletleri defetmek için bir kere daha Veblen'in aylak sınıfındaki iştaha bakılmalıdır. Kitleler hiçbir zaman tarihi boyunca derinde yaşananları bilemedi sadece yüzeysel olarak yazılanları okuyabildiler; tekerrür eden tarihte her siyasi tecrübe biriciktir. İktisat bilimi, kıt kaynaklar ile sınırsız ihtiyaçlar arasındaki gerilimden doğar. SSCB, tüm yanlışlarına rağmen bir avuç tufeyliye karşı geniş yığınların ekonomik refahını gözeten programlar uygulamıştır.
***
Osmanlı'da iktisat bilimi konusunda yazılan ilk eser Mektebi Mülkiye hocalarından Portakal Mikail Paşa'nın (1842-1897) "İlm-i Usûl-i Maliyye" adlı ekonomi kitabıdır. Adı geçen çalışma 1890 yılında İstanbul'daki Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne Matbaası'nda basılmıştır. Ayrıca Maliye Nazırı Mehmed Cavid Bey'in İhsaiyat ve Tevfik Güran'ın "Osmanlı Devleti'nin ilk istatistik yıllığı, 1897" ölçme değerlendirme konusunda önemli çalışmalardır.
Kitchen Debate: https://en.wikipedia.org/wiki/Kitchen_D
***
26 Ağustos 2025
Konuyu yanlış anlamış. Istıraba dirhemle katılıyor ama yaraya merhem olamıyor. Kelimeleri tek solukta boca ediyor lakin anlaşılamıyor. Dil, hayatı biçimlendiren bir üretim aracı ne ki hamasetle, istihzayla sözün ardına saklanılamıyor. Sorumluluk, fazlasını gerektirir. Oyuncu repertuarını zenginleştirmeli, sahneyi dünyadaki çarpıklıkları gösterebileceği evrensel bir platforma dönüştürebilmelidir. Modern çağın magazincisi skandalları sever. Fırtınanın yönü değiştirilemediğinde tuzaklara, provokasyonlara başvurur. Epigrafı kemirir, anlamı bozar, fikri sersemletir; aktörün dikkatini ringten başka yöne çeker. Kafalardan sesler yükseldiğinde gözler tribünlere çevrilir. Kader algoritmasında her sapakta karşımıza çıkan tesadüfler vardır. Tunçtan yasalar taşa kazınmış ilkeleri, inançlar kuralları, kasabalılık hukukta esnekliği, ritm çalışmayı, şehirli olmak hep bir şüpheyi dile getirir, amenna. İnsan hep Tanrı'dan rol çalmak gayretindedir.
***
23 Ağustos 2025
Nietzsche, 13 Mart 1881'de Heinrich Köselitz'e yazdığı mektupta "Bir süre Müslümanların arasında, özellikle şu anda inançları nerede en güçlüyse orada yaşamak istiyorum. Bu benim Avrupa'ya ait olan her şey konusunda yargımı ve vizyonumu keskinleştirecektir " der. Nietzsche, Avrupalı olmayan en radikal ötekinin izini sürmek istiyor. Zaten mektubun son satırında da bu niyetini beyan ediyor: "Bu (seyahat) benim Avrupa'ya ait olan her şey konusunda yargımı ve vizyonumu keskinleştirecektir" Burada asıl mesele Almanya'nın Afrika'da bir sömürge edinmek istemesi. Kültür müfrezesi istilacı gücün öncü kuvveti olarak düşünülebilir. Eğer gidebilseydi Tunus'a daha genel çerçeveden durumu eleştirel gözle yorumlayabilirdi ancak sağlık sorunlarından dolayı niyeti gerçekleşmedi. Ancak Müslüman toplumu kendi mekanlarında gören bir başka düşünür var ki burada belirtmek gerekir.
Nietzsche, 13 Mart 1881'de Heinrich Köselitz'e yazdığı mektupta "Bir süre Müslümanların arasında, özellikle şu anda inançları nerede en güçlüyse orada yaşamak istiyorum. Bu benim Avrupa'ya ait olan her şey konusunda yargımı ve vizyonumu keskinleştirecektir " der. Nietzsche, Avrupalı olmayan en radikal ötekinin izini sürmek istiyor. Zaten mektubun son satırında da bu niyetini beyan ediyor: "Bu (seyahat) benim Avrupa'ya ait olan her şey konusunda yargımı ve vizyonumu keskinleştirecektir" Burada asıl mesele Almanya'nın Afrika'da bir sömürge edinmek istemesi. Kültür müfrezesi istilacı gücün öncü kuvveti olarak düşünülebilir. Eğer gidebilseydi Tunus'a daha genel çerçeveden durumu eleştirel gözle yorumlayabilirdi ancak sağlık sorunlarından dolayı niyeti gerçekleşmedi. Ancak Müslüman toplumu kendi mekanlarında gören bir başka düşünür var ki burada belirtmek gerekir.
***
Marx, 20 Şubat 1882’de Cezayir’in Cezayir şehrine gider. Yaklaşık 70 gün süren ziyaretinin ardından 2 Mayıs 1882 tarihinde Londra'ya döner. Tespitleri oryantalizm hanesine kaydedilecek bir divertimento kadar şen şakraktır
Karl Marx, 1882 yılının başında, sağlık sorunları ve eşi Jenny von Westphalen’in 1881’deki vefatı nedeniyle zor bir dönemde, doktorunun tavsiyesi üzerine Londra’nın sert kışından kaçarak daha ılıman bir iklimde dinlenmek amacıyla Cezayir’e gider. 70 günlük ziyaret Marx’ın Avrupa dışındaki tek seyahati olarak bilinir. Akciğer rahatsızlığı (plörezi) ve genel sağlık sorunları nedeniyle yaptığı yolculuk hayatında bir dönüm noktası olmasa da onun sömürgecilik, kültürel farklılıklar ve küresel kapitalizm üzerine düşüncelerine dair bazı ipuçları sunar. Kafası karışıktır: Arapları bazen sömürgeleştirilmiş mağdurlar, bazen de göçebe yaşam tarzlarıyla “soytarı” olarak betimler. Bu çelişkili tutum, Marx’ın kültürel farklılıklara yaklaşımındaki karmaşıklığı yansıtır. Ayrıca, Cezayir’deki inşaat işçilerinin çalışma koşulları ve sağlık sorunları (örneğin, sıtma nedeniyle kinin kullanımı) hakkında notlar almıştır. "Şark tarihi bir dinler tarihidir" derken morfolojik anlamıyla bastığı toprakların Ortadoğu ve Arap yarımadasının doğal bir eklentisi olduğunu sezinler. Bu dönemde, Marx’ın antropoloji ve etnolojiye olan ilgisi artmış, özellikle Avrupa dışı toplumların tarihsel gelişimi üzerine çalışmalara yoğunlaşmıştır. Bu gezi, Marx’ın “Weltgeschichte” (dünya tarihi) kavramına mekânsal bir boyut katma çabasıyla ilişkilendirilebilir. Marx, Cezayir’de bir fotoğraf çektirmiştir ve Engels’e yazdığı 28 Nisan 1882 tarihli mektupta, saçlarını ve sakalını kestirdiğini, bu işlemi “Cezayirli bir berberin sunağında” gerçekleştiğini esprili bir dille belirtir. Marx’ın ziyaret ettiği dönemde Cezayir, Fransız sömürge yönetimi altındadır. 1830’da başlayan Fransız işgali, yerel halkın bir kısmının şehri terk etmesine ve Avrupalıların bölgeye yerleşmesine yol açmıştır. Marx’ın gözlemleri, bu sömürgecilik dinamiklerini ve yerel halkın koşullarına yoğunlaşır. "Burada polis Arapları itirafa zorlamak için aynı İngilizlerin Hindistan'da uyguladığı şiddeti uyguluyor" der. Marx’ın yazılarında sömürgeciliğe karşı eleştirel bir duruş sergilerken, aynı zamanda apolojetik, Avrupa-merkezci bir bakış açısıyla gelişmiş, azgelişmiş ve ileri ve geri toplumlar arasında bir teleolojiye (ilerlemeci tarih anlayışına) bağlı kaldığı görülür. "Gerçek bir Müslümanın gözünde şanstan ya da talihsizlikten doğan tesadüflerin Muhammed'in evlatlarını ayrıştıramayacağı"nı söylediği mektuplarında, Araplara ve yerel kültüre yönelik hem sempati hem de eleştirel bir mesafe gözlemlenir. "Avrupalı bir sömürgeci ister yerleşim için ister iş için olsun düşük ırktan olanların arasına girdiğinde kendini kraldan daha katı bir otorite olarak görür" der. Mektuplarında, sömürgecilik karşıtı bir duruş sergilerken, kültürel mukayeseyle yerel halkın yaşam tarzını geri olarak niteler. Bu, Marx’ın Manifesto'da ve 25 Temmuz 1867 tarihli Kapital Önsöz'de dile getirdiği anlayışla örtüşür: "Sanayi yönünden daha çok gelişmiş ülke, daha az gelişmiş olan ülkeye ancak kendi geleceğinin imgesini gösterir; bu durum savunduğu kademeli evrensel tarih düşüncesini tamamlayan bir yön olarak görülebilir. Ne ki bazı yorumcular Marx’ın gezide Şarkiyatçı (Oryantalist) bir bakış açısına sahip olduğunu, örneğin Edward Said’in dikkat çektiği gibi, Doğu toplumlarını ötekileştirdiğini belirtir. Seyahati, Marx’ın Avrupa dışındaki halklara ilgisini artırmış ve son yıllarında antropolojiye yönelmesine katkıda bulunmuştur. Ancak, bu maceraya dair bilgiler sınırlıdır, fikirlerindeki yaklaşım daha çok ilave yazışmalardan ve dönemin bağlamından çıkartılabilir.
Not: Mektubun tam metni, Marx-Engels Collected Works, Cilt 46 (s.246-247)
Karl Marx, Friedrich Engels 20 Şubat - 2 Mayıs 1882 Cezayir- Londra mektupları:
Karl Marx’tan Friedrich Engels’e:
28 Nisan 1882, Cezayir
13 Mart 1882, Cezayir
Friedrich Engels’ten Karl Marx’a:
02 Nisan 1882, Londra
11 Nisan 1882, Londra
19 Nisan 1882, Londra
26 Nisan 1882, Londra
03 Mayıs 1882, Londra
Mektuplar, Marx-Engels Collected Works (Cilt 46)
***
Friedrich Engels’ten Karl Marx’a:
02 Nisan 1882, Londra
11 Nisan 1882, Londra
19 Nisan 1882, Londra
26 Nisan 1882, Londra
03 Mayıs 1882, Londra
Mektuplar, Marx-Engels Collected Works (Cilt 46)
***
Aralarında henüz bağ kurulmamış iki olgu arasında bir ilişki tesis edilmesi için birinin tesiriyle ötekinin müteessir olması gerekir. 17 Eylül – 20 Kasım 2022 tarihleri arasında yapılan 17. İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh üstlenmişlerdi. Bauer ailesinin en ünlüleri finansör, sanayici ve kaşif olandır. John Bauer, 4 Haziran 1882 - 20 Kasım 1918 (İllüstratör, Ressam) Fritz Bauer, 16 Temmuz 1903 - 1 Temmuz 1968 (Hakim, Savcı) Mayer Amschel Bauer, 23 Şubat 1744 - 19 Eylül 1812 (Bankacı, Finansör) Bizim tarafımızdan bilinen ise 1828'den 1834'e kadar Berlin Üniversitesi'nde asistan olarak görev yapan Hegel'in öğrencilerinden Bruno Bauer'dir. Sol Hegelciler grubundan arkadaşı olan Karl Marx, 1841 yılında "Hegel'in Hüküm Günü İçin Çalan Trompetler" kitabının yazılmasında Edgar (1820 - 1886) ve Bruno Bauer'e (1809 - 1882) önemli katkılar sağlamıştır. Dönemin ruhunu bilmek gerekir. Marx'ın kişisel tarihinde yer alan Bruno Bauer, Moses Hess, Ludwig Feuerbach, Arnold Ruge, Max Stirner "Sol Hegelci" grubun üyeleridir. Karl Marx, Friedrich Engels, August von Cieszkowski ise sonradan katılan gençlerdir. 1843 tarihli Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi'nde geçen "Din halkın afyonudur" cümlesi (s.192 /Sol) Genç Hegelci düşünürlerden Bruno Bauer'e aittir. Ancak Marx'ın sorunlaştırdığı dinin mesajı değil kilisenin ve sinagonun tekelidir. Karl Marx'ın aynı yıl yazdığı "Yahudi Sorunu" 1844'te yayımlanır. Marx'ın hedefinde sıradan insanların inançları değil para, bezirganlık ve mülkiyet eleştirisiyle kapitalist rejimin kurumları vardır. Bauer kardeşler, Marx ile Sol Hegelciler zincirinin birleştirici halkasıdır. Engels'in Stirner, Bakunin'le birlikte Berlin Üniversitesi'nde dersleri izlediği biyografilerde geçer. Genç Hegelciler deyince akla gelen isimler: David Strauss, Bruno Bauer, Ludwig Feuerbach, Karl Neuwerck, Friderich Vischer, Arnold Ruge, Max Stirner, Karl Marx, Friedrich Engels, August von Cieszkowski'dir. Fikirler, kuşlar gibidir; göç ederlerken sınır tanımazlar. Asap bozucu olan alıntı yapanın muhatabından kavram çalarken yanlış yazması değil, terimleri tepesi üstü dikerken kepaze bir üslupla yalan söylemesidir; biliriz ki hudayinabit ayrık otları hep aynı bakımsız tarlaların mahsülüdür.
Başkalarının hayatlarını berbat etmeden yönetmenin olanağı yoktur; dünyanın her yerinde siyasetçiler, bireyler üzerinde güç kullanmayı devlete mahsus bir hak olarak görürler. Ekonomist Zhang Weiying, Thukydides Tuzağı tehlikesine dikkat çekiyor. Metafor, yükselen ve durağan güçlerin yer değiştirmesini betimler. Yükselen güç piyasadır, durağan güç devlet kapitalizmine damgasını vuran ve ülkenin dinamiklerini belirleyen merkezi otorite, yani Çin Komünist Partisi'dir. Hazinesinde yaklaşık 1,24 trilyon dolarla ABD tahvili tutan ülkelerin 1.'si Japonya'dır. Üretici ülkeler olan İngiltere ve kıta Avrupa'sı dışında petrole dayanan ekonomisiyle Arap sermayesi için de ABD hala gerileyen değil bağrında huzur bulacakları yükselen güç. Son durak önemlidir.
***
Zorla saygı görmeye çalışan birinden daha saldırgan olmanın ihtimali yok. Genel yarar esas ancak her önermenin zemini kavrayabilecek kadar tutarlı bir ahlaki yapısı, evrensel anlamda kullanılabilir bir modeli olmalıdır. Toplum dediğimiz bütün onu meydana getiren parçalardan daha akıllı değildir. Öyleyse Shakespeare'in dediği gibi Aklın meyvesi değil bu laflar deli saçması..
Menşei, sebebi ne olursa olsun imgeler, semboller, amblemler sadece bir hatırlatmadır. Fikri biçimlendiren grafikerler by pass ettikleri konunun müellifidir, düşünürüdür.
***
20 Ağustos 2025
Josef V. Stalin'in siyasi ekonomi konuları üzerine SSCB iktisatçılarıyla yaptığı söyleşi, 29 Ocak 1941
Siyasi ekonomi konusuna gelince: Siyasi ekonomi konusunun çeşitli tanımları vardır: Siyasi ekonomiyi üretim, değişim ve dağıtım bilimi olarak gören Engels'in [1] tanımı; Marx'ın [2] Kapital'in hazırlık yazılarındaki tanımı vardır; Lenin'in [3] Bogdanov'un [4] 1897'de verdiği tanımı onayladığı bir işaret vardır . Bir tanımı diğeriyle karşılaştırmaya çalışan birçok bilgiç var. Alıntılara çok düşkünüz ve alıntılar cehaletimizin bir işaretidir. Bu nedenle, konunun doğru tanımını dikkatlice düşünmeli ve üzerinde karar kıldıktan sonra, onun yolunu açmalıyız. Siyasi ekonominin tarihsel olarak gelişen toplumsal üretim biçimlerinin bilimi olduğunu yazarsak, insanlar ekonomiden, yani insanların ilişkilerinden bahsettiğimizi hemen anlamayacaktır. "Siyasi ekonomi, insanlar arasındaki toplumsal-üretken, yani ekonomik ilişkilerin gelişiminin bilimidir. Hem kişisel hem de endüstriyel amaçlar için gerekli tüketim mallarının üretim ve dağıtımını düzenleyen yasaları açıklar." demek daha doğru olacaktır. Dağıtımdan bahsettiğimde kelimenin dar anlamıyla, yani kişisel tüketim mallarının dağıtımı anlamındaki mevcut dağıtım anlayışını kastetmiyorum. Engels'in Anti-Dühring'de dağıtımı üretim araçlarının ve tüketim mallarının mülkiyetinin bir biçimi olarak ele aldığı anlamda dağıtımdan bahsediyoruz. Bir sonraki sayfada, ikinci paragrafı şu sözcüklerle bitirerek bir ekleme yapmanız gerekiyor: yani, üretim araçlarının ve dolayısıyla insanların yaşamları için gerekli diğer maddi malların toplum üyeleri arasında nasıl dağıtıldığı. Elbette, Marx'ın "Kapital 4. cildinin tamamına ilişkin hazırlık notlarını biliyorsunuzdur. Politik ekonomi konusunun bir tanımı vardır. Marx üretimden bahsettiğinde, buraya ulaşımı da dahil eder (ister uzun mesafeli ister kısa mesafeli ulaşım, ister Türkistan'dan pamuk taşımacılığı, ister fabrika içi ulaşım olsun). Marx'ta, tüm dağıtım sorunları üretim kavramına dahildir. Katılımcılar ne düşünüyor, burada özetlenen tanım doğru mu?
***
22 Ağustos 2025
Sorbonne ve Galatasaray Üniversitesi hocalarından Ahmet İnsel, 12/12/2006 tarihli Birikim'deki yazısında "Marx'ın iktisadi çalışmalarını sosyalizmin ekonomi politiği olarak temel almak bütünüyle yanlıştır. Örneğin Marx'ta planlamayla ilgili bir tek cümle, bir tek kelime yoktur" diyor. İnsel'in bilgisi düzeltilmeye muhtaç. Çok yerde vardır ama birini söyleyelim 2. cilt Kapital'in 283. sayfasında Marx, sosyalizmle kapitalizm arasındaki farkın planlı ekonomi olduğunu ve merkeziyetçi yapının gerekliliğini örneklerle anlatır. Engels, Anti Duhring'te konuyu tekrar eder ve detaylandırır.
***
21 Ağustos 2025
***
Hakikat bütün, bütün mutlaksa da mutlak hakikat imkansızdır. İnsan için gerçek, metafizik evrende değil yaşanılan dünyada deneyebildiği, yaşamda tecrübe ettiği pratikle sınırlıdır. Ben varsam hakikat vardır, ben yoksam zihin için bir görüntüden ibaret olan hakikat bir hiçtir. Doğanlar ile ölenler kıyasladığında dünya büyük bir mezardır. Bazıları başka bir dünyanın umudunu şaşılık alameti olarak görebilir. Ne ki acıların üzerini örten kesif bulutu algılamadan dünyayı zebanilerin istilasına uğramış korkunç bir rüya olarak tasvir etmek kaba romantizmdir.
***
| |||
Gramer heveslisi kişi "İki bağlacın "tabii ki de" örneğindeki gibi yan yana kullanımı bir dil bilgisizliğidir" diyor. Oysa yanlış dediği "tabii ki de" sözcüğündeki ki ve de bağlaçları yan yana değil art arda yazılmışlardır.
***
Muhafazakarların hayallerinin geçmişte, modernistlerin ise gelecekte olduğu kabul edilir. Bugünün sahibi hakikatle kifayet eden herkestir.
***
***
Varlık bir oluşumdur, insan ise bir bileşim, bir amalgam.
***
Kullandığımız sözcükler bize ait olsa da fikirlerin ve tecrübelerin gerçek sahibi toplumdur; fikrin mülkiyetini tartışmamız gerekir.
***
Menşei, sebebi ne olursa olsun imgeler, semboller, amblemler sadece bir hatırlatmadır. Fikri biçimlendiren grafikerler by pass ettikleri konunun müellifidir, düşünürüdür.
***
20 Ağustos 2025
Josef V. Stalin'in siyasi ekonomi konuları üzerine SSCB iktisatçılarıyla yaptığı söyleşi, 29 Ocak 1941
Siyasi ekonomi konusuna gelince: Siyasi ekonomi konusunun çeşitli tanımları vardır: Siyasi ekonomiyi üretim, değişim ve dağıtım bilimi olarak gören Engels'in [1] tanımı; Marx'ın [2] Kapital'in hazırlık yazılarındaki tanımı vardır; Lenin'in [3] Bogdanov'un [4] 1897'de verdiği tanımı onayladığı bir işaret vardır . Bir tanımı diğeriyle karşılaştırmaya çalışan birçok bilgiç var. Alıntılara çok düşkünüz ve alıntılar cehaletimizin bir işaretidir. Bu nedenle, konunun doğru tanımını dikkatlice düşünmeli ve üzerinde karar kıldıktan sonra, onun yolunu açmalıyız. Siyasi ekonominin tarihsel olarak gelişen toplumsal üretim biçimlerinin bilimi olduğunu yazarsak, insanlar ekonomiden, yani insanların ilişkilerinden bahsettiğimizi hemen anlamayacaktır. "Siyasi ekonomi, insanlar arasındaki toplumsal-üretken, yani ekonomik ilişkilerin gelişiminin bilimidir. Hem kişisel hem de endüstriyel amaçlar için gerekli tüketim mallarının üretim ve dağıtımını düzenleyen yasaları açıklar." demek daha doğru olacaktır. Dağıtımdan bahsettiğimde kelimenin dar anlamıyla, yani kişisel tüketim mallarının dağıtımı anlamındaki mevcut dağıtım anlayışını kastetmiyorum. Engels'in Anti-Dühring'de dağıtımı üretim araçlarının ve tüketim mallarının mülkiyetinin bir biçimi olarak ele aldığı anlamda dağıtımdan bahsediyoruz. Bir sonraki sayfada, ikinci paragrafı şu sözcüklerle bitirerek bir ekleme yapmanız gerekiyor: yani, üretim araçlarının ve dolayısıyla insanların yaşamları için gerekli diğer maddi malların toplum üyeleri arasında nasıl dağıtıldığı. Elbette, Marx'ın "Kapital 4. cildinin tamamına ilişkin hazırlık notlarını biliyorsunuzdur. Politik ekonomi konusunun bir tanımı vardır. Marx üretimden bahsettiğinde, buraya ulaşımı da dahil eder (ister uzun mesafeli ister kısa mesafeli ulaşım, ister Türkistan'dan pamuk taşımacılığı, ister fabrika içi ulaşım olsun). Marx'ta, tüm dağıtım sorunları üretim kavramına dahildir. Katılımcılar ne düşünüyor, burada özetlenen tanım doğru mu?
-Elbette planlanan değişiklikler köklü bir iyileşme sağlıyor.
Soru: Tanıma "toplumsal, üretim" ilişkileri ifadesini eklemek doğru mu? Toplumsal kelimesi burada gereksiz değil mi? Sonuçta, üretim ilişkileri toplumsal ilişkilerdir. Bu bir totoloji olmaz mıydı?
Cevap: Hayır, “toplumsal-üretim” kelimesini tire ile yazmanız gerekir, çünkü üretimde teknik ilişkiler de olabilir, burada özellikle toplumsal-üretim ilişkilerinden söz etmemiz gerekir.
Soru: Tüketim için "kişisel ve verimli" ifadesi yerine "kişisel ve üretken" demek daha doğru olmaz mı?
-Kısa bir fikir alışverişinin ardından “kişisel ve endüstriyel ” şeklinde notlar alındı.
Cevap: Konunun önerilen formülasyonunu kabul edersek, tüm oluşumlarda dağıtım sorunlarına daha fazla dikkat edilmesi gerektiği genel sonucuna varmalıyız, çünkü burada bankalar, borsalar ve piyasalar hakkında çok az şey söyleniyor. Bu yeterli değil. Özellikle sosyalizm bölümü de bundan olumsuz etkileniyor. 5. sayfada bazı üslup farklılıkları var. Bunların düzeltilmesi gerekiyor. Burada "çeşitli üretim biçimlerini inceleyen ve her birindeki temel farklılıkları açıklayan tarihsel bir bilimdir" yazıyor. Rusça yazılmalı, "çalışan" ve "açıklayan" olarak değil, "çalışan ve açıklayan" bir bilim olarak. Değer yasası üzerine Sosyalizm bölümüne geçiyoruz. Bazı şeyler iyileştirilmiş, ancak bu bölümdeki önceki bölümlere kıyasla birçok şey bozulmuş. Burada değer yasasının aşıldığı yazıyor. O zaman maliyet kategorisinin nereden geldiği belirsizleşiyor; maliyet olmadan hesaplama yapmak, emeğe göre dağıtım yapmak, fiyat belirlemek imkânsız. Değer yasası henüz aşılmadı. Fiyatları kontrol ettiğimiz doğru değil, kontrol etmek istiyoruz ama bu işe yaramıyor. Fiyatları kontrol edebilmek için muazzam rezervlere, bol miktarda mala sahip olmalıyız, o zaman fiyatlarımızı dikte edebiliriz. Ancak yasadışı bir piyasa, bir kolektif çiftlik piyasası olduğu sürece piyasa fiyatları vardır.
Değer yoksa, geliri ölçecek bir şey de yoktur. Gelir, emekle ölçülmez. İhtiyaçlara göre dağıtım yapmaya başladığımızda, o zaman farklı bir durum olacak ama artık değer yasası aşılmadı. Onu bilinçli olarak kullanmak istiyoruz. Fiyatları yasanın çerçevesi içinde belirlemek zorunda kalıyoruz. 1940'ta Letonya ve Estonya'da hasat düşüktü, yeterli tahıl yoktu ve piyasadaki fiyatlar aniden yükseldi. Oraya 200 bin pud tahıl gönderdik ve fiyatlar anında düştü. Peki aynısını tüm mallar için, ülkenin her yerinde yapabilir miyiz? Hayır, tüm malların fiyatlarını dikte edemeyiz. Bunun için çok, çok fazla üretmemiz gerekiyor. Şimdikinden çok daha fazla. Ama şimdilik fiyatlara hükmedemiyoruz ve kollektif çiftlik pazarındaki satışlardan elde edilen gelir kollektif çiftçilere gidiyor. Elbette bu gelirle üretim araçlarını satın alamayız ve bu gelir kişisel tüketimi artırmaya gidiyor. Ders kitabına bir ajitasyon posteri dadandı. Bu iyi bir şey değil. Bir ekonomist gerçekleri incelemeli ve birdenbire: "Troçkist-Buharin hainleri..." Mahkemenin şunu bunu tespit etmesinden neden bahsediyorsunuz? Bunun ekonomik tarafı ne? Ajitasyonun çöpe atılması gerekiyor. Siyasi ekonomi ciddi bir mesele.
Metal ve makinelerin kendi elinde olmasını ve kapitalist ekonominin bir uzantısı haline gelmemesini sağlamak, planlamanın temelidir. Asıl mesele budur. GOELRO planı ve sonraki planlar bu temelde hazırlanmıştır. Planlama nasıl organize edilir? Sermayeyi, kâra bağlı olarak, endüstriler arasında kendiliğinden dağıtıyorlar. Kârlılıklarına bağlı olarak endüstriler geliştirseydik, un değirmenciliğini, oyuncak üretimini (pahalı ve çok kârlı) ve tekstili geliştirirdik, ancak ağır sanayimiz olmazdı. Büyük yatırımlar gerektirir ve başlangıçta kârsızdır. Rykovcular, ağır sanayinin gelişiminden uzaklaşmayı önerdiler. Kapitalist ekonominin yasalarını altüst ettik, daha doğrusu ayakları üzerinde durmasını sağladık. Ağır sanayi ve makine mühendisliğinin gelişimiyle başladık. Ekonomik planlama olmadan hiçbir şey olmaz. Orada işler nasıl yürüyor? Bazı devletler başkalarını soyar, kolonileri soyar, köleleştirici krediler alır. Ama bizde durum farklı. Planlamadaki en önemli nokta, dünya ekonomisinin bir uzantısı haline gelmemiş olmamız. Planlamanın ikinci görevi, sosyalist ekonomik sistemin bölünmez hakimiyetini pekiştirmek ve kapitalizmin doğduğu kaynakları ve vanaları kapatmaktır. Rikov [6] ve Troçki [7] bir ara, önde gelen işletmelerin (Putilov Fabrikası) kârsız olduğu gerekçesiyle kapatılmasını önermişlerdi. Bunu yapmak, sosyalizmi "kapatmak" anlamına gelirdi. Sermaye, kâr getirdiği için un değirmenciliğine, oyuncak üretimine yönelirdi. Ama biz bu yola giremezdik. Planlamanın üçüncü görevi orantısızlıkları önlemektir. Ancak ekonomi çok büyük olduğundan, atılımlar yine de gerçekleşebilir. Bu nedenle, yalnızca fon değil, aynı zamanda işgücü açısından da büyük rezervlere sahip olmak gerekir. Yeni bir şeyler vermemiz gerekiyor; üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ilişkiyi sonsuza dek tekrarlamak yerine, bu hiçbir şey vermez. Sistemimizi aşırı övmemeli ve ona var olmayan başarılar atfetmemeliyiz. Değer vardır ve diferansiyel rant vardır, ancak yanlış yere gider. Kâr kategorisini düşünüyordum - bırakmalı mıyım yoksa bırakmalı mıyım? Belki "gelir" kelimesini kullanmak daha iyi olur?
Değer yoksa, geliri ölçecek bir şey de yoktur. Gelir, emekle ölçülmez. İhtiyaçlara göre dağıtım yapmaya başladığımızda, o zaman farklı bir durum olacak ama artık değer yasası aşılmadı. Onu bilinçli olarak kullanmak istiyoruz. Fiyatları yasanın çerçevesi içinde belirlemek zorunda kalıyoruz. 1940'ta Letonya ve Estonya'da hasat düşüktü, yeterli tahıl yoktu ve piyasadaki fiyatlar aniden yükseldi. Oraya 200 bin pud tahıl gönderdik ve fiyatlar anında düştü. Peki aynısını tüm mallar için, ülkenin her yerinde yapabilir miyiz? Hayır, tüm malların fiyatlarını dikte edemeyiz. Bunun için çok, çok fazla üretmemiz gerekiyor. Şimdikinden çok daha fazla. Ama şimdilik fiyatlara hükmedemiyoruz ve kollektif çiftlik pazarındaki satışlardan elde edilen gelir kollektif çiftçilere gidiyor. Elbette bu gelirle üretim araçlarını satın alamayız ve bu gelir kişisel tüketimi artırmaya gidiyor. Ders kitabına bir ajitasyon posteri dadandı. Bu iyi bir şey değil. Bir ekonomist gerçekleri incelemeli ve birdenbire: "Troçkist-Buharin hainleri..." Mahkemenin şunu bunu tespit etmesinden neden bahsediyorsunuz? Bunun ekonomik tarafı ne? Ajitasyonun çöpe atılması gerekiyor. Siyasi ekonomi ciddi bir mesele.
Soru:Bu yazı çok uzun zaman önce, dava devam ederken yazılmıştı.
Cevap: Ne zaman yazıldığı önemli değil, şimdi yeni bir baskı sunuldu ve içinde. Ve burada uygunsuz. Bilimde akla hitap ederiz. Burada ise ya mideye ya da başka bir şeye hitap ediliyor. Konuyu bozuyor. Planlama hakkında, ekonomik plan hakkında birçok korkunç söz var. Burada yazılmayanlar: Sosyalist bir toplumda emeğin doğrudan toplumsal karakteri. Değer yasalarının aşılması ve üretim anarşisinin ortadan kaldırılması. Sosyalizmin üretim ilişkilerinin üretici güçlerin karakterine uygunluğunu gerçekleştirmenin bir aracı olarak ekonominin planlı yönetimi. Kusursuz bir planlı ekonomi tasvir ediliyor. Ancak basitçe söylenmeli: Ulusal ölçekte kapitalizm altında üretimi bir plana göre yürütmek imkansızdır, rekabet vardır, bölen özel mülkiyet vardır ancak ülkemizde tüm işletmeler sosyalist mülkiyetle birleşmiştir.
Bu nedenle, planlı bir ekonomi yürütebiliriz ve yürütmeliyiz. Planlı bir ekonomi bizim arzumuz değil bir kaçınılmazlıktır, aksi takdirde her şey çöker. Burjuvazinin dengesizlikleri düzelttiği piyasalar ve borsalar gibi burjuva barometrelerini yok ettik. Her şeyi kendimize aldık. Planlı bir ekonomi bizim için ekmek tüketimi kadar kaçınılmazdır. Ve biz "iyi adamlar" olduğumuz için her şeyi yapabiliriz, onlar yapamaz diye değil, tüm işletmelerimiz birlik içinde olduğu için.
Onlar için birleşme ancak tröstler, karteller, yani dar sınırlar içinde mümkün ancak ulusal bir ekonomi örgütleyemezler (Bu arada, Lenin'in Kautsky'nin [5] süper-emperyalizm teorisine yönelik eleştirisini hatırlamakta fayda var). Kapitalistler sanayiyi, tarımı ve ulaşımı planlı bir şekilde yönetemezler. Kapitalizmde şehir köyü yutmak zorundadır. Özel mülkiyet engel teşkil eder. Şöyle diyelim: Bizde birlik var, onlarda ise ayrılık. Burada (s. 369) şöyle yazıyor: "Sosyalizmin üretim ilişkilerinin üretici güçlerin doğasıyla uyumunu gerçekleştirmenin bir yolu olarak ekonominin planlı yönetimi." Bütün bunlar saçmalık, okul gevezeliği! (Marx ve Engels uzaktan konuşuyorlardı, çelişkilerden bahsetmeleri gerekirdi). Peki neden bize bu tür soyutlamalar yapıyorlar? Basitçe söylemek gerekirse, ekonomileri parçalanmış, mülkiyet bölücü, ama bizim sosyalist mülkiyetimiz birleştirici. Dümende siz varsınız ve güç sizin. Daha basit bir şekilde ifade edin. Planlama merkezinin görevlerini iyi tanımlamak gerekir. Sadece oranlar belirlenmemelidir. Oranlar esas değildir, esastır, ancak yine de türevdir. Planlamanın temel görevleri nelerdir? İlk görev, sosyalist ekonominin kapitalist ortamdan bağımsızlığını sağlayacak şekilde planlama yapmaktır. Bu kesinlikle en önemli şeydir. Bu, dünya kapitalizmine karşı bir mücadele biçimidir.
Metal ve makinelerin kendi elinde olmasını ve kapitalist ekonominin bir uzantısı haline gelmemesini sağlamak, planlamanın temelidir. Asıl mesele budur. GOELRO planı ve sonraki planlar bu temelde hazırlanmıştır. Planlama nasıl organize edilir? Sermayeyi, kâra bağlı olarak, endüstriler arasında kendiliğinden dağıtıyorlar. Kârlılıklarına bağlı olarak endüstriler geliştirseydik, un değirmenciliğini, oyuncak üretimini (pahalı ve çok kârlı) ve tekstili geliştirirdik, ancak ağır sanayimiz olmazdı. Büyük yatırımlar gerektirir ve başlangıçta kârsızdır. Rykovcular, ağır sanayinin gelişiminden uzaklaşmayı önerdiler. Kapitalist ekonominin yasalarını altüst ettik, daha doğrusu ayakları üzerinde durmasını sağladık. Ağır sanayi ve makine mühendisliğinin gelişimiyle başladık. Ekonomik planlama olmadan hiçbir şey olmaz. Orada işler nasıl yürüyor? Bazı devletler başkalarını soyar, kolonileri soyar, köleleştirici krediler alır. Ama bizde durum farklı. Planlamadaki en önemli nokta, dünya ekonomisinin bir uzantısı haline gelmemiş olmamız. Planlamanın ikinci görevi, sosyalist ekonomik sistemin bölünmez hakimiyetini pekiştirmek ve kapitalizmin doğduğu kaynakları ve vanaları kapatmaktır. Rikov [6] ve Troçki [7] bir ara, önde gelen işletmelerin (Putilov Fabrikası) kârsız olduğu gerekçesiyle kapatılmasını önermişlerdi. Bunu yapmak, sosyalizmi "kapatmak" anlamına gelirdi. Sermaye, kâr getirdiği için un değirmenciliğine, oyuncak üretimine yönelirdi. Ama biz bu yola giremezdik. Planlamanın üçüncü görevi orantısızlıkları önlemektir. Ancak ekonomi çok büyük olduğundan, atılımlar yine de gerçekleşebilir. Bu nedenle, yalnızca fon değil, aynı zamanda işgücü açısından da büyük rezervlere sahip olmak gerekir. Yeni bir şeyler vermemiz gerekiyor; üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki ilişkiyi sonsuza dek tekrarlamak yerine, bu hiçbir şey vermez. Sistemimizi aşırı övmemeli ve ona var olmayan başarılar atfetmemeliyiz. Değer vardır ve diferansiyel rant vardır, ancak yanlış yere gider. Kâr kategorisini düşünüyordum - bırakmalı mıyım yoksa bırakmalı mıyım? Belki "gelir" kelimesini kullanmak daha iyi olur?
Soru: Sosyalist birikim olabilir mi?
Cevap: Henüz kâr çekilmemişse, bu birikim değildir. Kâr, üretim sonucunda elde edilir.
Soru: Sosyalist toplumda artı ürün olduğu gerçeği ders kitabında yer almalı mıdır? Komisyonda bu konuda görüş ayrılıkları vardı. Molotov [8] : İşçilere, sadece kendi aileleri için değil, toplumun tamamı için çalıştıklarını öğretmemiz gerekiyor.
***
Bazı kişiler muhataplarında ciddi tepkilere neden olabilir. Gülümseme, uzlaşma teşebbüsüdür. Ne ki bakışın yönüne bağlı bir meydan okuma hamlesi de olabilir. Özne kahkahayla sesini yükselttiğinde gülmenin irkiltici yüzü nadiren ruhen sağlıkla olduğumuz durumlarda ortaya çıkar. Kahkaha bazen bir savunma bazen de tüm tahkim mevkilerini yıkabilen irkiltici bir saldırı silahıdır. ilgi yaratmanın bir yolu da ne olursa olsun sesle ya da yüzle, mimiklerle görünmektir. Küçük bir eleştiri karşı tarafta öfke patlamasına neden olmuş. "Eğer susabilseydin, konuşmasaydın belki filozof olarak kalabilirdin/Si Tacuisses Philosophus Mansisses" aforizması Romalı Boethius'a (480-524) atfedilir. Eğer çeneni kapalı tutsaydın pekala zeki olduğunu sanabilirdik. Varlıklarını teşhir etmek isteyenler sansasyonel çıkışlarda, acayip davranışlarda bulunurlar. Sorulmadık sorulara irkiltici, ilgisiz nezaketsiz cevaplar verebilirler. Tecrübe kadar zeka da böyle tuzakların frenidir.
***
Lenin, 1908'de kendini "felsefe araştırmacısı" olarak tanımlar. (bkz. Metis, 2009 Konferansı, s.36)
***
Yasalar örümcek ağı gibidir. Güçsüzler ağa yakalanır. Ama güçlüler ağı parçalayıp çıkarlar.
Solon (MÖ 640 - 558), aktaran Diogenes Laertios - Solon 58
14 Ağustos 2025
Birinin sürekli yalan söylemesinin ne anlama geldiğinin açıklamasına ruh bilimleri kitaplarında sık rastlarız ama sürekli yalandan beslenen güruhların yaşam formatlarını, kitlesel histerinin bulaşıcılığını, ishalin nedenlerini toplumbilimi sözlüklerini tarasak da bulamayız. Kurtarmak istedikleri şahsiyetleri, sahih olmayan kendilikleri ne göründükleri gibidirler ne de oldukları gibi. Sözcükler sadece bizi şeylerle kurduğumuz irtibatlara sevkederler ve umulmadık anlarda kendiliğinden doğarlar. Bu fenomenleri tanımlamak için icat edilmesi gereken özel kelimeler vardır.
***
İmgesiyle özdeşleşmek gerektiğini düşünenler siyaset muhasebesinde kendilerine yönelik her eleştiriye zorunlu bir karşılık ayırmak zorunda hissederler.
***
Sokrates'i ölüme gönderen nedenlerden biri de Homeros'un şu satırlarıdır:
Çırpınma öyle, sersem otur yerine
Başkalarının da sözüne kulak ver
Daha güçlüdür onlar senden
Sense savaştan anlamaz korkağın tekisin
Ne kurultayda geçer sözün ne savaşta

Ksenophon, Sokrates'ten Anılar, s. 56
***
Tarih boyunca gerilimler hep iki kutup üzerinden olmuştur, döngü bileşik kaplar misali çalışır.
***
Hegel, "Filozoflar yazarken anlaşılmaz olabilirler ama kavgada ve birbirlerine hakaret ederlerken çok nettirler" der. Bkz. Biyografi, s.607
***
Rehabilitasyon hakikatla zorlu karşılaşmalar örgütlemez, bu karşılaşmalardan nasıl sağ ve hasar almadan çıkacağımız konusunda yöntem gösterir.
***
13 Ağustos 2025
Ekonomik dönemleri birbirinden ayıran neyin yapıldığı değil hangi araçlarla yapıldığıdır, der Marx K1/84 dipnot. "Eldeğirmeni derebeylerin olduğu toplumu , buhar değirmeni kapitalizmi yaratmıştır." Araçlar algoritması dijital arayüzler ve kolektif ekran bize yeni bir üretim çağının başladığını söylemektedir.
***
12 Ağustos 2025

Türkçe yayımlanan Karl Marx ve Friedrich Engels biyografileri listesi:
Karl Marx: Biyografik Anılar - Wilhelm Liebknecht
(Orijinal: Karl Marx: Biographical Memoirs, 1896, Türkçe yayın: Öncü Kitabevi, 1967; yeniden baskı Yazılama Yayınevi, 2018)
Karl Marx'ın Hayatı ve Öğretileri - Max Beer
(Orijinal: The Life and Teaching of Karl Marx, 1920, Türkçe yayın: Öncü Kitap, 1968; yeniden baskı Ravza Kitap, 2019)
Karl Marx: Biyografi - P.N. Fedoseyev
(Orijinal: Karl Marx: A Biography, 1973, Türkçe yayın: Öncü Kitabevi, 1976; yeniden baskı Yordam Kitap, 2022)
Büyük Dedem Karl Marx - Robert Jean Longuet
(Orijinal: Karl Marx, mon arrière-grand-père, 1977, Türkçe yayın: De Yayınları, 1987; yeniden baskı Yordam Kitap, 2012)
Tussy Marx: Babasının Kızı - Eva Weissweiler
(Orijinal: Tussy Marx: Das Drama der Tochter, 2002, Türkçe yayın: Çitlembik Yayınları, 2006)
Karl Marx: Bağnazlık Üzerine Bir Araştırma - E.H. Carr
(Orijinal: Karl Marx: A Study in Fanaticism, 1934, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2009)
Karl Marx: Bir Biyografi - Francis Wheen
(Orijinal: Karl Marx, 1999, Türkçe yayın: E Yayınları, 2009)
Karl Marx: Yaşam Öyküsü - Franz Mehring
(Orijinal: Karl Marx: The Story of His Life, 1918, Türkçe yayın: İlya Yayınları, 2010)
Karl Marx: Evrensel Zihin - Jacques Attali
(Orijinal: Karl Marx ou l’esprit du monde, 2005, Türkçe yayın: Turkuvaz Kitap, 2010)
Marx’ın İntikamı - Meghnad Desai
(Orijinal: Marx’s Revenge: The Resurgence of Capitalism and the Death of Statist Socialism, 2002, Türkçe yayın: Efil Yayınevi, 2011)
Karl Marx: Romantizm ve Devrim Arasında Bir Yaşam - Bernard Cottret
(Orijinal: Karl Marx: Une vie entre romantisme et révolution, 2009, Türkçe yayın: Everest Yayınları, 2012)
Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat - Jonathan Sperber
(Orijinal: Karl Marx: A Nineteenth-Century Life, 2013, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2014)
Karl Marx - Allen Wood
(Orijinal: Karl Marx, 1981, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2017)
Aşk ve Kapital - Mary Gabriel
(Orijinal: Love and Capital: Karl and Jenny Marx and the Birth of a Revolution, 2011, Türkçe yayın: Yordam Kitap, 2019)
Karl Marx: Yaşamı ve Felsefesi - Turan Tektaş
(Orijinal: Karl Marx: Yaşamı ve Felsefesi, 2020, Türkçe yayın: Parola Yayınları, 2020)
Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat
Yazar: Jonathan Sperber
Yayın Tarihi: 2014
Yayınevi: İletişim Yayınları
İngilizce Adı: Karl Marx: A Nineteenth-Century Life
İngilizce Yayın Tarihi: 2013
Engels Biyografileri:
Friedrich Engels Biyografi
Yazar: SSCB Marksizm-Leninizm Enstitüsü Bilimler Akademisi
Yayın Tarihi: 1997
Yayınevi: Sorun Yayınları
Engels Hayatı ve Eserleri, 2021, Dorlion Yayınevi
Fraklı Komünist: Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı
Yazar: Tristram Hunt
Yayın Tarihi: 2015
Yayınevi: İletişim Yayınları
İngilizce Adı: The Frock-Coated Communist: The Revolutionary Life of Friedrich Engels
İngilizce Yayın Tarihi: 2009
***
Her performans mekanlar ve olaylarla ilgili bir değerler sistemi üretir. Hakikatin perdesini araladığımızda, katı bir gerçek formuna bürünen inancı ve hitabı sorguladığımızda temsilin abartısı hakikatin çöküşüne zemin hazırlar. Ütopyalarda ne tamamlanmış kurallar ne öngörülebilir büyük yıkımlar vardır.
***
10 Ağustos 2025

Abdülhamid Han diyen HBK, şifa verici temennilerinin aksine sağcı olduğunu iddia ettiği CHP'nin solunda değildir. Suflörlük başvurusunda bile işe alınacak elemandan özgeçmis isterler. Ekrem İmamoğlu'nun danışmanlığına meylettiğinde gösterilen tepkiler sosyal medyanın hafızasında arşivlenmiştir.
https://x.com/yeniarayiscom/status/1945470001781067899
***
9 Ağustos 2025
Jean Baudrillard'ın Anahtar Sözcükler kitabında anlatılan hikaye şöyledir:
Bir kent meydanında bir asker, Azrail’in kendisine gelmesini işaret ettiğini görünce, korkar ve hemen kralının yanına giderek: Azrail beni çağırdı. Bu yüzden ondan olabildiğince uzaklaşmak, Semerkant’a gitmek istiyorum der. Kral Azrail’i huzuruna çağırtıp ona askeri niçin korkuttuğunu sorar. Azrail krala: Onu korkutmak gibi bir niyetim yoktu, sadece kendisine Semerkant’ta bir randevumuz olduğunu hatırlatmak istemiştim, der. (s. 60).
Jean Baudrillard ANAHTAR SÖZCÜKLER, Doğu Batı Yayınları, Çeviren: Oğuz Adanır
Bu hikaye Babil Talmudu'nun Sukkah 53a kısmında yer alır. Hikayenin Talmud'da iki versiyonu vardır: 3. ila 5. yüzyıla ait olduğu kabul edilen ancak daha eski dokümanları da içeren öykünün geçtiği Babil Talmudu ile daha eski olan Filistin Yeruşalayim (Kudüs) Talmudu'dur. Talmud'da Luz, ölümün giremediği efsanevi bir şehir olarak tasvir edilir (Sota 46b). Bu hikâyeye göre Luz'un duvarlarının ötesine geçen yaşlılar doğal olarak ölür, ancak şehir içinde ölüm meleği (Azrail) etkili değildir. Bu mitolojik özellik, Luz'u "ölümsüzlük şehri" yapar ve bu özellik, omurgadaki "luz kemiği" (resurrection kemiği) ile sembolik olarak bağdaştırılır.
Tarihsel olarak Luz, günümüzde Filistin'in Batı Şeria bölgesinde, Kudüs'ün kuzeyinde yer alan Beitin köyü ile ilişkilendirilir. Arkeolojik bulgular Luz'un Bronz Çağı'nda yerleşim yeri olduğunu göstermektedir
***
İnsan dediğimiz doğal bir varlık değildir. Bir fenomendir; yapıcı değil, bilinci yıkıcı olan kurgusal bir oluşumdur. Doğanın somut bilgisinin karşısına diktiği kavramların ilk ve son durağı kanaatlerdir. İnançların biteviye sanrılar üreten sahte dünyasında suni hakikat düşünce formları olarak biçimlenir. İki seçenekli kötü sonsuzlukta fetişleri hakikat mertebesine yükselten insanlardır! Yaşadığımız çağda iyi düşünürün ulaşacağı mutlak bilgi yoktur; düşüncenin ontolojisi değişkenler üzerinde kuruludur, fırtınada yelken açan bir gemi gibi oynaktır, gelişme ve ilerleme eylemi sürekli inkardan beslendiği için kusurludur.
***
Buridan eşeği paradoksunu çok kişi duymuştur. Buridan'ın eşeği felsefede özgür irade motifi ile alakalı bir paradokstur. Önüne konulan iki kaptan hangisini seçeceğini karar veremeyen eşek sonunda susuzluk ve açlıktan ölür. Fabl tanımını filozof Jean Buridan’dan (1300 - 1358) alır. Tekil olduğu varsayılır, ne ki çoğulun üzerine düşen gölgesi iradenin belirleyicisidir. Özgür irade sanılanın aksine ne doğada ne de tarihte kendine mutlak bir yer, sarsılmaz bir zemin, katı bir toprak bulabilmiştir.
***
Aristoteles, "servette bir sınır olmalıdır" der. Görüşlerini Politika, II. Kitap'ın 7. Bölüm'ünde anlatır.
***
Hobbes'un çerçevesini çizerken cehennem metaforlarıyla meşrulaştırdığı ekonomi-politik resmin üstüne düşen bilinçaltının derinliklerinden, zihnin karanlık mağaralarından, oyuklarından, kovuklarından gelen hayaletleri defet, konya derinleşmek için Veblen'in aylak sınıfındaki gerçek iştaha bkz.
***
Ölüm fikri, ölümün kendinden daha korkunçtur. Paganlar bu geleneğin köprü başı köşe taşıdır. Seneca gibi çok kişinin kabuslarında Hades ülkesinin karanlığı vardır. Abartıda mağaradaki gölgeler gibi düşünceyi agrandize eden mitolojik öğelerin cezalandırıcı yasaların rolü büyüktür. Ölümün korkunç yanı çehresi değil ona giden yol ve süreçtir.
***
Bugün kıyasıya mücadele ettiğimiz karşıtlıklar ve çelişkiler bir taraf lehine ortadan kalktığında geri kalan her şey bir hiç olacaktır. Ahlakı beşeri bağlarından kopartarak kendi lehine ezici bir tedbir mertebesine yükselten akıl, her önermesinde riyakarlığını korur. Tilkinin zekası hoş hikâyedir ama postu, kürkçü dükkanının gerçek malzemesidir.
***

Job Adriaenszoon Berckheyde'nin eseri olan 1670 tarihli bu resim Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (Dutch East India Company) hisse senetlerinin halka arz eden Amsterdam Borsası'nı tasvir eder. Borsa kelimesinin kökeni olan “bourse” terimi, Brugge’daki Van der Beurze ailesinin ticari faaliyetlerinden türemiş ve Amsterdam’da yaygınlaşmıştır.
Dünya Borsalarının Kuruluş Tarihleri şöyledir:
Anvers Borsası (Belçika) 1487
Avrupa'da bilinen ilk borsa olarak kabul edilir. Ticari evrakların alınıp satıldığı bir merkez olarak faaliyet göstermiştir.
Amsterdam Borsası (Hollanda) 1602
Modern hisse senedi borsalarının ilki olarak kabul edilir. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (Dutch East India Company) hisse senetlerinin halka arz edilmesiyle kurulmuştur.
Lyon Borsası (Fransa) 1530
Ticari senetlerin ve kıymetli madenlerin alınıp satıldığı bir merkez olarak gelişmiştir.
Toulouse Borsası (Fransa) 1549
Avrupa'daki borsacılığın yaygınlaşmasında rol oynamıştır.
Rouen Borsası (Fransa) 1568
Bölgesel ticari işlemler için kurulmuştur.
Karl Marx, "Dünyada ne olduysa önce İngiltere'de oldu der. Londra Borsası'nın 1571'de (resmi olarak 1801)
Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı bir kahvehanede 1770’lerde başlayan faaliyetleri 1801’de resmi bir borsaya dönüşmüştür.
Hamburg ve Bremen Borsaları (Almanya) 18. yüzyıl başlarında Almanya’daki ticari faaliyetlerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Paris Borsası (Fransa) 1724 tarihinde Avrupa’nın önemli finans merkezlerinden biri haline gelmiştir.
New York Borsası (NYSE, ABD) 1792'de kurulmuştur.
Dünyanın en büyük borsasıdır. Wall Street’teki bu borsa, küresel finansın merkezi konumundadır.
Brüksel Borsası (Belçika) 1801'de kurulmuş,
2000 yılında Euronext çatısı altına girmiştir.
Lizbon Borsası (Portekiz) 1769
Tokyo Borsası (Japonya) 1878
Asya’nın en büyük borsalarından biri olan Nikkei 225 endeksiyle tanınır.
Istanbul Borsası (Türkiye) 1873
Dersaadet Tahvilat Borsası olarak kurulmuş, 1985’te modern İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (şimdi Borsa İstanbul) olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Amsterdam Borsası’nın Tarihsel Kanun İçindeki Yeri ve Önemi:
Amsterdam Borsası, 1602 yılında Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (VOC) hisse senetlerinin halka arz edilmesiyle kurulmuştur. Bu, modern anlamda hisse senedi ticaretinin başlangıcı olarak kabul edilir ve dünya borsacılığında bir dönüm noktasıdır. Hollanda’nın 17. yüzyıldaki ekonomik gücü (Altın Çağ), Amsterdam’ı küresel ticaret ve finansın merkezi haline getirmiştir.
İlk Hisse Senedi Borsası: Amsterdam Borsası, şirket hisselerinin düzenli ve organize bir şekilde alınıp satıldığı ilk borsa olarak tarihe geçmiştir. VOC’nin hisse senetleri, yatırımcıların şirketlere ortak olmasını sağlayarak sermaye piyasalarının temelini atmıştır. Bu, modern kapitalizmin gelişiminde kritik bir adımdır.
Finansal Yenilikler: Amsterdam Borsası, vadeli işlemler, opsiyonlar ve kısa satış gibi finansal enstrümanların ilk kez kullanıldığı yer olmuştur.
Joseph de la Vega’nın 1688’de yazdığı Karışıklıkların Kargaşası (Confusion de Confusiones), borsa işlemlerini detaylıca anlatan ilk kitaptır ve Amsterdam Borsası’nı temel alır.
Küresel Ticaretin Merkezi: Hollanda’nın koloni ticareti (özellikle baharat ve ipek ticareti) Amsterdam Borsası’nı uluslararası bir finans merkezi haline getirmiştir. Tüccarlar, yatırımcılar ve brokerlar arasındaki iletişim bu dönemde profesyonelleşmiştir.
Euronext ile Modern Dönem: 2000 yılında Amsterdam Borsası, Paris, Brüksel ve Lizbon borsalarıyla birleşerek Euronext’i oluşturmuştur. Bugün Euronext Amsterdam, Avrupa’nın en önemli borsalarından biri olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
***
Kedi çalmasın, köpek hırlamasın olmaz; sahtekarlığı ahlaki zincirde tarihsel olarak tahkim eden, çevresini ve müteffiklerini kendi merkezine göre yapılandıran değişmez siyasi bir ontoloji vardır.
***
8 Ağustos 2025
Öznenin aradığı özgürlük kanatlanıp uçacağı bir boş alan değildir. Cennette iskan eden birey alegorisini zihninde canlandırmamalıdır. İnsan olanın tanımı bireyin üretici ve tüketici olduğu rejim aracılığıyla doğanın topyekun reddidir, akıl aracılığı ile doğal evrimin reddi ve yaşamın anlamının düğümüdür. Tevessül ettiği varoluşunun imhasının açık kodlu imkanıdır.
***
7 Ağustos 2025
Ne işe yarar bu ekonomistler?
Toplumsal yapının her katmanının ruhsal tercihlerini, iktisadi davranışlarını, verilen her kararın psikolojisini, sınıfların panodaki göreli yerini, kişilerin davranış modellerini, bireylerin eğilimlerini illaki ekonomik zorunluluklar ve üretim tarzı belirlenmez. Sistemin oyuklarında, kovuklarında yaşayan kalpazanları, sahtekarları, rantiyeleri rejime ekleyen liyakat araçlarını, satın alınmış beratlarını tedarik eden bir tezgah vardır. Para, tüm ilişkileri tasnifleyen büyülü ansiklopedinin bütün cüzlerinin sayfa başlığıdır. Maddesine hayat bağışlayan gölgesinin hareketleri seyircilerin figuranlar olduğu bir kukla tiyatrosununun gürültülü sahnesinde izlenir. Paranın edinilme yöntemleri, sermayenin biriktirilme hikayeleriyle kafkaesk bir tasvir yapılabilir. Ancak kendi başına özerk bir iktisadi problem yoktur. Bir toplumun iktisadi oluşumunu, kültürel varlığını, bilincini, yaratıcı zekasını onu teşkil eden bireylerin gelişmişliklerinden, sahip oldukları imkanlardan, kişisel biyografilerini sosyal tarihlerinden ayıramayız.
***
6 Ağustos 2025
Nedenler görülmeyip şeyler nedenlerin yerini aldığında ötelenen gerçek hedefin yerini siyaseten dile getirilen hamasetler, transandantal tarih ve mitoloji alır. Toplumsal hayat, insanın kendi hakkında verilen kararlara doğrudan katılımını engellediği için politikleşmiştir.
***
Tüm kuramların merkezinde insana inanç yer alır. Mantık her daim kendi lehine kararlar üretir. Eşitlik talebi zekaların eşitliği değildir. Araç ile imkanlar gücü elinden alınanlar karşısında kudret sınamasına dönüştüğünde kıyıda kalanlar ironinin yıkıcı gücünü sevinçli bir gösteriye dönüştürmenin hünerine başvururlar. Alay ise beceriden yoksun hünersizin silahıdır. Sistem eleştirisi yeni bir sistem inşa etmekten çok daha depresif bir eylemdir. Metafizik bir nedene bağlı olmayan materyalist bir görüş, idealizmden beslenmeyen bir realizm yoktur. Taraftarlarından feragat bekleyen her ideolojide materyalizm, metafizik ve idealizm bir arada bulunur. Özgürlük mutluluğun değil daha fazla huzursuzluğa ve acıya yelken açmanın talebidir; felsefenin amacı dünyayı değiştirmekten öte değişen dünyayı yorumlama bilincidir.
***
Yalanın talebini binbir çeşit kelime karşılayabilir ancak hakikat o kadar barizdir ki onun gerçeğini kendinden başka kimse seslendiremez.
***
Proletaryanın iktidarı ele aldığında yitirdiği özgürlük bir siyasi kazancın eseri gibi görünse de moral bir vaadin peşine takılan ekonomik bir rüşvetin sonucudur. Köle ahlakını kamuflajlamak, vekalet verilenlere devredilen özgürlüğün mefruç çaresizliğinin sonucudur.
***
Bizler kapitalist üretimin gelişmemesinin değil bu üretimin gelişimini tamamlamamış olmasının da sıkıntısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra geçmişin mirasıyla da eziliyoruz. Yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de acı çekiyoruz.
Friedrich Engels,
28 Kasım 1820 - 5 Ağs.1895

***
Aralarında henüz bağ kurulmamış iki olgu arasında bir ilişki tesis edilmesi için birinin tesiriyle ötekinin müteessir olması gerekir.
Resim: Gürbüz Doğan Ekşioğlu

***

5 Ağustos 2025
1985 yılının başında tanımıştım. Perim bu sabahın erken saatlerinde vefat etti. Ocak'tan beri hastalığı nüksetmişti. Doktorlar sigara içmemesini salık veriyorlardı. Birkaç yıldır Ege'nin en güzel güneşinin battığı ilçesi Mordoğan'da yaşıyordu. Geçen yıl Kasım'da bizi kartal yuvası evlerine davet ettiler, tüm yakınlarının masada olduğu o gün muhteşem bir sofra şöleni yaşadık. İzmir, 9 Eylül Üniversitesi Onkoloji Bölümü Yoğun Bakım Servisi'nde bir haftadır entübeydi. Murat saat 08.oo'de telefonda "cenazeyi teslim alıyoruz, morgdayız" dedi. İki güzel evladı, eşi, kardeşleri, yeğenleri ve dostları; tüm sevenleri yastayız.
***
Toplumsal Hayat, insanın kendi hakkında verilen kararlara doğrudan katılımını engellediği için politikleşmiştir.
***
Farklı tarih ve coğrafyalarda geçen tuzak ve ihanet öyküleri pek çok bakımdan birbirlerine benzerler.
1693 baharında İngilizler, barış konferansı bahanesiyle davet ettikleri Powhatanların önderlerinden 200 kişiyi ve Pamunkey'in reislerini zehirli şarapla öldürür kalan 50 kişiyi de fiziki saldırıyla katlederler..
http://tr.wikipedia.org/wiki/ABD_K%C4%B1z%C4%B1lderili_katliamlar%C4%B1
26 Kasım 1920 tarihinde Bolşevik lider Lev Troçki'nin emriyle, Mahnovist heyetin komutanları Kızıl Ordu ile görüşme yapmak için çarpışmaların geçtiği bir köydeki büyük bir eve davet edilirler. Ancak bu bir tuzaktır; heyet üyeleri kızıl askerler tarafından öldürülürler. Ardından Kızıl Ordu, Mahno'nun Hulyaipole'deki karargahına hücum eder. Bu olay, Mahnovist direnişin kırılmasında bir eşik olur.
Buna benzer bir tarihi hikaye, Roma tarihindeki Teutoburg Ormanı Savaşı (M.S. 9) sırasında yaşanan Arminius’un ihanetidir. Roma İmparatorluğu, Germania’yı kontrol altına almak için çaba sarf ediyordu. Publius Quinctilius Varus, Roma’nın Germania’daki valisidir; üç lejyonla bölgede düzeni sağlamaya çalışır. Arminius, Cherusci kabilesinin lideridir, Roma’ya bağlı yardımcı birlik komutanı olarak yetiştirilmiştir. Ancak gizlice Romalılara karşı bir isyan planlamaktadır. Arminius, Varus’a dostça davranarak onun güvenini kazanır. Roma lejyonlarını Germania içlerinde isyanı bastırmak için yönlendirir. Varus, Arminius’un rehberliğine güvenerek lejyonlarını Teutoburg Ormanı’na götürür. Ancak bu bir tuzaktır. Arminius, Germen kabilelerini bir araya getirerek Roma lejyonlarını ormanda pusuya düşürür. Dar ve bataklık arazi, Roma ordusunun düzenli savaş düzenini bozar. Üç gün süren çatışmalarda, Varus’un komutasındaki üç lejyon (yaklaşık 15.000-20.000 asker) tamamen yok edilir. Varus, yenilgiyi kabul edemeyerek intihar eder. Bu olay Roma’nın Germania’yı fethetme planlarını kalıcı olarak sekteye uğratır.
Biraz daha geriye gidip Helenlerin Anadolu topraklarından geçerek Babil'e gitme macerasına baktığımızda halkların tarihleriyle ilgili eşsiz bilgilere rastlarız. Küçük Kyros’un 401 yılında Kunaksa Savaşı’nda ölmesinin ardından, liderlerini kaybeden Yunan paralı askerler Pers topraklarının derinliklerinden ricat ederler. Persiadan Tsaphernes’in Helen komutanlara hilesi tarihte benzer şekilde liderlerin kandırılıp tuzağa düşürüldüğü olaylarla paralellik gösterir. Bu tür hikayeler genellikle güvenin kötüye kullanılması, diplomasi kisvesi altında ihanet ve liderlerin kaybıyla küçülen orduların zor duruma düşmesi etrafında şekillenir. Pers satrapı Tissaphernes, Yunan askerleriyle barış görüşmeleri yapmak için bir toplantı önerir. Yunan komutanlar, Tissaphernes’in niyetlerinden şüphelenmelerine rağmen görüşmelere katılmayı kabul ederler.
Kitap, 5. bölümde, Tissaphernes’in daveti üzerine Yunan komutanlardan Klearkhos, Proxenos, Menon, Agias ve Sokrates, Tissaphernes’in kampına gider. Tissaphernes, sözde dostane bir görüşme düzenlemiş gibi davranarak Yunanları kandırır. Toplantıda Klearkhos ve diğer generaller yakalanır, boğazlanırlar. Bu olay Yunan ordusunun lider kadrosunu kaybetmesine neden olur. Askerleri büyük bir kaos ve umutsuzluk içine sürükler. Hikaye Anabasis 2. Kitap V. Bölüm'de geçer.
***
İnsan kendi için yazmaz. Yazmak, her cümlenin kuruluşunda diğerini gözeten bir eylemdir. Ne var ki yabanın hışmına maruz kalmak her düşünürün kaderi. Eğer yazıyorsak bu başkalarının varlığını, eleştirisini kabul etmek demektir; yazının ruhu kendini anlatırken değil ötekiyle iletişime geçerken bedenlenir.
***
4 Ağustos 2025
Hangi işi yaparsak yapalım; eğer modern toplumu savunmak konusunda bir fikir beyan etme durumundaysak, karşı tarafta yer alanların görüşlerini bütünüyle onaylayarak reddetme pozisyonuna gelmemiz kaçınılmazdır. Demokratik temayülü kıvamlaştırırken arada savrulmamız da işin cabası.
Toplumun içindeki bariz hukuku tartışabiliyoruz ama görünmez yasaları, biyolojik ahlakın verili değerlerini, normları değiştiremiyoruz. Sorun temelinde kendinden kaynaklı eşitsizlikleri ifşa ederken bile hayatı oluşturan psikodinamikleri, sırdaş potansiyelleri gizlemekte maharetlidir. Şayet iyi ve kötü terazinin karşılıklı kefelerinde birbirlerini dengeleyecek konumda ve saf halde değillerse ayrı kefelerde birbirlerine karışmış halde eşit miktarda bulunan iyi kötüyü birbirlerinden nasıl ayırt edeceğiz?
***
Bugün diye adlandırdığımız kavram geçmişin bakiyesidir. Toplum sadece bireylerden değil yaşayan insanların çelişkilerinden, etkinliklerinden ve zincirleme ilişkilerinden oluşur. Kişilerin şahsi hikayelerine baktığımızda ülkede meydana gelen tüm değişimlerin tarihsel dökümünü görürüz.
***
Yok, maddi bir tanımdır; hiç, gayri maddi bir kavram.
***
Modern sanat zaten rejim eleştirisidir ancak "hakikat" bir metne ihtiyaç duyar, sistemi ve amacı eleştiriyorsa haklılık payı taşır. Eserin, -her insan gibi biricik, eşsiz olduğu için- doğru/yanlış, iyi/kötü düzlemde eleştirisi olmaz. Söylem/kavram tutarlı mı değil mi buna bakılır.
***
3 Ağustos 2025
Siyaset zamanın özüdür; onun bileşenlerini tamamlanmış bir oluşuma değil sürekli huzursuz ve sansasyonel bir gelişime, genişlemeye tabidir. Muhkimleri çakalların uluduğu sarp tepelerden, eşkiyaların kolgezdiği yollardan, karanlık mağaralardan çıkıp gelmişlerdir. Politik faaliyetin zihin daraltıcı duvarları vardır, kabloları birbirine dolanmış hantal bir telefon santrali gibi çalışır.
***
François Bernier (1625 -1688) Moğol sarayında hekimlik yapan Fransız gezgindir. Marx, doktorun anılarını okuduktan sonra Asya Tipi Üretim Tarzı'na önce mektuplarında yer vermiş sonra yazılarında konuyu geliştirmiş, düşüncelerini derinleştirmiştir.

Anadolu'da yaşayan kadim halklar konusunda bilinen en eski eser, milattan önce 431-355 yılları arasında yaşamış olan Ksenophon'un "Anabasis - On Binler'in Dönüşü" adlı biyografik anlatısıdır. Kardukhialılar/Kardukhlar - Bkz. Kabalcı/Çeviri: Oğuz Yarlıgaş s.259-297 ve Iskültür/Çeviri: Ari Çokona/s. 98-115 arası
İspanya ve Sicilya'da Arap egemenliğinde sanayinin serpilip gelişmesinin sırrı sulama kanallarının inşasıdır. Kapital1. Cilt s. 491 Dipnot 6'da "Hindistan'da birbirleriyle ilişkisiz küçük üretim organizmaları üzerindeki devlet iktidarının maddi temellerinden biri su kullanımının düzenlenmesidir" der. Doğu toplumlarında burjuvazinin oluşmamasını Marx toprağın devlet mülkiyetinde olmasına ve sulama kanallarıyla tarımın merkezi idare tarafından kontrol edilmesine bağlar. Anabasis, Onbinlerin Dönüşü, Ksenophon (Kabalcı, Oğuz Yarlıgaş çevirisi) s. 141'de Pers Hükümdarı'nın sulama kanalları üzerindeki kontrolünü iktidarın gücüyle ilişiklendirir. Marx 2 Haziran 1853 tarihli mektubunda "Doğunun tarihi neden dinler tarihi gibi görünür? dedikten sonra Moğol sarayında hekimlik yapmış olan Dr. François Bernier'den bahseder ve feodalizmi doğuran dinamiklerden apayrı bir üretim modeli olabileceği konusunda ilk cümlelerini yazar. Asya Tipi Üretim Tarzı konusundaki görüşleri Grundrisse'nin ilk cildinin sonunda yer alan Formen bölümündedir. Sencer Divitçioğlu'nun ATÜT fikirleri bir döneme damgasını vurur. Konuyu ilk defa Kemal Tahir'den duyduğunu söyleyen Sencer Divitçioğlu, 1966'da yayımlanan Asya Tipi Üretim Tarzı ve Azgelişmiş Ülkeler denemesini bir gecede yazdığını söyler. (s. 95) İmge Kitapevi'nden yayımlanan Soner Kavuncuoğlu'nun "Asya-Tipi Üretim Tarzı; Kavram Uygulama Örnekleri ve Türkiye "kitabı konuyla ilgili derli toplu bir kaynaktır.
***

Hegel, ölümünden yedi yıl önce 1824'te Viyana'ya tek kişilik faytonu ile yaptığı ziyarette o günlerde revaçta olan operaları izler. İlk defa sahnelenen "Rossini'nin Figaro'su"dediği Sevil Berberi'ni yüce bir kadirşinaslıkla selamlar, abartılı övgülerini dile getirir: Bu eserler ancak İtalyan gırtlağı ile seslendirilebilir, Almanlar bunu anlayamazlar. (bkz. Biyografi, s.512-514)
***
2 Ağustos 2025
İnsan çağının tanığı değil yaşadığı zamanın kurbanıdır.
***
Bulunduğumuz habitusta sadece istisnalar, ikilemler/ antinomiler, karşıtlıklar da birer kuraldır. Şefkatsiz toplumda dostsuz-düşmansız, konsilide olunmadan mutabakatsız, saf birey olarak yaşamak mümkün mü?
***
İnsan bilgiyi güce, gücü yasaya dönüştürebilen canlı türüdür. Kanun, gücün mevzuatını tanzim eder. Tüm dünyada siyasi irade için hukuk, daima fiili durumu yasallaştırma çırpınışlarıdır. Belireni değil belirliliği tanımlar, kudretlinin durumunu ve hazır olanı imtiyazlandırır. Yasaklama, zorunlu polarizasyona uğrayan bireyin hukukun dışına sürülmesinden ziyade yasanın öfkeli ve tahditkar bakışının üzerine sabitlendiği bir yaşamdır. Hukuk aşkın bir istisnai hâl ile karşılaştığında kendi fikrini ya da düzenini aşan bu hali kapsamına alarak yasal sınırlarını yeniden çizer. Bu anlamda muktedirin sahip olduğu beden (corpus) sürekli büyüyerek bir yutan olmak zorundadır.
***
Suça denk gelen bir hakkaniyetten söz edeceksek yasada sınırı tanımlayacak bir normu belirlememiz gerekir.
***
1 Ağustos 2025
.jpg)
Marx, 1848-1849 yıllarında yayımlanan Neue Rheinische Zeitung'daki bir makalesinde "Bir devrimi takip eden her geçici düzen, aktif bir diktatörlüğü gerektirir" der. (Bkz. HM, s. 315)
***
Kötülük olduğu için iyilik, gökyüzü olduğu için yeryüzü, sağlık olduğu için hastalık, gençlik olduğu için yaşlılık, düşmanlık olduğu için dostluk, zenginlik olduğu için fakirlik, burjuvazi olduğu için proletarya vardır. Çok değil birdir eksik olan. Tekil sıfatlar, tek kutupluluk hayatın diyalektiğine aykırıdır.
***
Kader çizgisinin olmadığı sosyal medyada her yazı bir diğer yazının alternatifidir; fikir beyan etmek için dile getirilen her bir neden diğer nedenin nedenidir, her yazar bir diğer yazarın yedeğidir. Uçucu kültür, kalıcı bağlar kuramaz.
***
Toplum logaritmasında tatmin edilmeyen isteklerden doğan mutsuzluk öznenin kaderi değil ontolojisidir.
***
Değişim iç nedenlerle değil dışarıdan dayatılan gerçeklerle, diyalektik gerekçelerle ortaya çıkar.
***

Nietzsche, 15 Temmuz 1881'de geldiği Sils Maria'daki evin üst katında Ekim 81'e kadar kalır. Spinoza'yı ilk defa bu evde okur ve defterine şöyle yazar: Kesinlikle afallamış durumdayım, aklım başımdan gitti. Bir selefim varmış. Spinoza'yı hiç bilmiyordum. Kendimi onun öğretisi içinde keşfettim. Heyecanını 30 Temmuz 1881 tarihinde dostu Franz Overbeck'e yazdığı mektupta şöyle tarif eder: Bütünüyle şaşkın, bütünüyle büyülenmiş bir durumdayım. Spinoza'yı bilmiyordum. Bu sıradışı düşünürde kendimi görüyorum.
***
BJK @Besiktas Futbol Takımı kalecileri, kronolojik:
Resul, Şair Kazım, Doktor Mehmet (1910 - 1920)
Hüsnü Savman, (1930 - 1940)
Eşref Bilgiç, (1940'lar)
Ergün İstemi Aker, (1940 -1950'ler)
Necmi Mutlu, (1958 - 1966)
Varol Ürkmez, (1958 - 1959)
Özcan Arkoç, (1962 - 1963)
Cavit Gökalp, (1960 - 1961)
Sabri Dino, (1964 - 1974)
Burak Akkök (1972 - 1973)
Aydın Samancılar, (1971 - 1972)
Şükrü Ulaş, (1970 - 1971)
Mustafa Güngören, (1974 - 1975)
Mete Bozkurt, (1974 - 1976)
Rasim Kara, (1976 - 1980)
Mustafa Özbey l, (1979 - 1980)
Adem İbrahimoğlu, (1980 - 1985)
Zafer Öğer, (1983 - 1994)
Rade Zalad, (1987 - 1988)
Milos Jurkovic, (1986 - 1987)
Engin İpekoğlu, (1989 - 1991)
Metin Akçevre, (1989 - 1992)
Jaroslaw Bako, (1991 - 1992)
Şener Kurtulmuş, (1993 - 1995)
Raimond Aumann, (1994 - 1995)
Fevzi Tuncay, (1995 - 2001)
Hakan Çalışkan, (1998 - 1999)
Ekrem Köse, (1998 - 1999)
Marjan Mrmic, (1996 - 1998)
Ike Shorunmu, (1999 - 2001)
Thomas Myhre, (2001 - 2002)
Mattias Asper, (2001 - 2002)
Peter Kjaer, (2001 - 2002)
Göksel Gencer, (2002 - 2003)
Óscar Córdoba, (2002 - 2007)
Ramazan Kurşunlu, (2003 - 2005)
Murat Şahin, (2004 - 2006)
Erdem Köse, (2006 - 2007)
Vedran Runje, (2006 - 2007)
Rüştü Reçber, (2007 - 2012)
Hakan Arıkan, (2007 - 2011)
Korcan Çelikay, (2009 - 2010)
Cenk Gönen, (2010 - 2015)
Allan McGregor, (2012 - 2013)
Tolga Zengin, (2013 - 2019)
Günay Güvenç, (2013 - 2016)
Denys Boyko, (2015 - 2016)
Fabri Ramirez, (2016 - 2018)
Loris Karius, (2018 - 2020)
Utku Yuvakuran, (2018 - 2020)
Ersin Destanoğlu, (2019- 2025)
Emre Bilgin, (2021 - 2023)
Mert Günok, (2021 - 2025)
***
SSCB Liderleri ve Politbüro Üyeleri (1922-1991)
1/ Vladimir Lenin (1917-1924, Genel Sekreter: 1922-1924)Görev Süresi: 1922-1924 (Ekim Devrimi’nden itibaren fiili lider, 1922’de Genel Sekreter unvanı aldı)
Kuruluş ve Dönem: Lenin, 1917 Ekim Devrimi ile Bolşeviklerin lideri olarak iktidarı ele almış ve 1922’de SSCB’nin resmen kurulmasını sağlamıştır. 1922-1924 arasında Genel Sekreter olarak görev yaptı, ancak 1923’ten itibaren sağlık sorunları nedeniyle aktif liderliği azaldı.
Politbüro Üyeleri (1922-1924):1922’de Politbüro: Vladimir Lenin, Joseph Stalin, Lev Troçki, Lev Kamenev, Grigori Zinovyev, Nikolay Buharin, Aleksey Rikov, Mihail Tomski.
Lenin’in hastalığı nedeniyle 1923-1924’te Stalin’in etkisi artmaya başladı. Politbüro’da bu dönemde önemli değişiklikler olmadı, ancak Stalin, organizasyonel kontrolü ele geçirdi.
2/ Joseph Stalin (1924-1953, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1924-1953 (1922’den itibaren Genel Sekreter, Lenin’in ölümüyle fiili lider)
Dönem: Stalin, Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra liderliği devraldı. 1930’larda mutlak güce ulaştı ve 1941-1953 arasında Halk Komiserleri Konseyi Başkanı (Başbakan) olarak da görev yaptı.
Politbüro Üyeleri:
1924: Stalin, Kamenev, Zinovyev, Troçki, Buharin, Rikov, Tomski.
1930: Stalin, Vyaçeslav Molotov, Kliment Voroşilov, Lazar Kaganoviç, Sergey Kirov, Stanislav Kosior, Grigoriy Ordzhonikidze.
1938 (Büyük Tasfiye sonrası): Stalin, Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Andrey Andreyev, Nikita Kruşçev, Anastas Mikoyan.
1952 (Stalin’in son yılları): Stalin, Georgi Malenkov, Lavrenti Beriya, Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Mikoyan, Kruşçev, Nikolay Bulganin.
3/ Georgi Malenkov (1953, Geçici Lider) Görev Süresi: Mart 1953 - Eylül 1953 (Stalin’in ölümü sonrası kısa süre liderlik yaptı)
Dönem: Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümü sonrası Malenkov, Halk Komiserleri Konseyi Başkanı olarak kısa süre liderlik yaptı, ancak Kruşçev tarafından hızla gölgede bırakıldı.
Politbüro Üyeleri (1953):Malenkov, Beriya, Molotov, Voroşilov, Kruşçev, Bulganin, Kaganoviç, Mikoyan, Maksim Saburov, Mihail Pervuhin.
Beriya, 1953’te idam edildi ve Politbüro’dan çıkarıldı.
4/ Nikita Kruşçev (1953-1964, Genel Sekreter)Görev Süresi: 1953-1964
Dönem: Kruşçev, 1953’te Genel Sekreter oldu ve 1958-1964 arasında Bakanlar Konseyi Başkanı olarak da görev yaptı. Stalin’in politikalarını eleştiren “destalinizasyon” sürecini başlattı.
Politbüro Üyeleri (Seçili Yıllar):1956: Kruşçev, Malenkov, Molotov, Voroşilov, Bulganin, Kaganoviç, Mikoyan, Saburov, Pervuhin.
1960: Kruşçev, Leonid Brejnev, Aleksey Kosigin, Frol Kozlov, Mikoyan, Mihail Suslov, Yekaterina Furtseva.
1964: Kruşçev, Brejnev, Kosigin, Suslov, Mikoyan, Nikolay Podgorni, Dmitri Polyanski.5. Leonid Brejnev (1964-1982, Genel Sekreter)Görev Süresi: 1964-1982
Dönem: Brejnev, Kruşçev’in 1964’te devrilmesiyle lider oldu. 1977-1982 arasında Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı olarak da görev yaptı.
5/ 1966: Brejnev, Kosigin, Suslov, Podgorni, Mikoyan, Andrey Kirilenko, Aleksandr Şelepin.
6/ 1977: Brejnev, Kosigin, Suslov, Kirilenko, Yuri Andropov, Konstantin Çernenko, Dmitri Ustinov, Viktor Grishin.
7/ 1982: Brejnev, Andropov, Çernenko, Ustinov, Suslov (1982’de öldü), Kirilenko, Nikolay Tihonov.
8/ Yuri Andropov (1982-1984, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1982-1984
Dönem: Brejnev’in 1982’deki ölümü sonrası Genel Sekreter oldu. Kısa süren liderliği, sağlık sorunları nedeniyle sınırlı kaldı.
9/ 1983 Andropov, Çernenko, Tihonov, Ustinov, Mikhail Gorbaçov, Grishin, Aliyev, Vladimir Şçerbinski.
10/ Konstantin Çernenko (1984-1985, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1984-1985
Andropov’un 1984’teki ölümü sonrası lider oldu. Kısa süren liderliği muhafazakâr politikalarla geçti.
Politbüro Üyeleri (1984):Çernenko, Gorbaçov, Tihonov, Ustinov, Grishin, Aliyev, Şçerbinski, Eduard Şevardnadze.
11/ Mihail Gorbaçov (1985-1991, Genel Sekreter ve Devlet Başkanı) Görev Süresi: 1985-1991 (Genel Sekreter), 1988-1991 (Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı ve Devlet Başkanı)
Dönem: Gorbaçov, Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) reformlarıyla tanındı. 1990’da Devlet Başkanı makamı oluşturuldu ve Gorbaçov bu görevi üstlendi. SSCB’nin dağılmasıyla liderliği sona erdi.
Gorbaçov dönemi Politbüro Üyeleri
1986: Gorbaçov, Tihonov, Şevardnadze, Aliyev, Şçerbinski, Lev Zaykov, Viktor Çebrikov.
1989: Gorbaçov, Şevardnadze, Aleksandr Yakovlev, Vadim Medvedev, Nikolay Slyunkov, Viktor Nikonov.
1991: Gorbaçov, Vladimir İvaşko, Gennadi Yanayev (1991 darbe girişimi lideri), Valentin Pavlov
***
Emin Çetin: Yazışma adresi emincetin.okur@gmail.com
Cevap: Artı ürün olmadan yeni bir sistem inşa edemezsiniz. İşçinin, kapitalizmde ne elde etmesi gerektiğiyle ilgilendiğini, sosyalizmde ise toplumunu önemsediğini ve bunun işçiyi eğittiğini anlaması gerekir. Gelir kalır, farklı bir karakter kazanır. Bir artı ürün vardır ancak sömürene değil halkın refahının artırılmasına, savunmanın güçlendirilmesine vb. gider. Artı ürün dönüştürülür. Ülkemizde dağılım emeğe göre gerçekleşir. Nitelikli ve niteliksiz emek vardır. Bir mühendisin emeği nedir? Basit emeğin kat kat fazlasıdır. Gelir emeğe göre dağıtılır. Bu dağılım değer yasası olmadan gerçekleşemez. Tüm ekonominin bir plana göre işlediğini düşünürüz, ancak her zaman böyle olmaz. Ayrıca birçok kendiliğinden olan şey de vardır. Bilinçli olarak kendiliğinden değil değer yasasına göre hesaplama yaparız. Onlar için değer yasası kendiliğinden işler, yıkım getirir, muazzam fedakarlıklar gerektirir. Bizim için değer yasasının doğası değişir; farklı bir içerik farklı bir biçim kazanır. Fiyatları bilinçli olarak kendiliğinden değil belirleriz. Engels bir sıçramadan bahseder. Riskli bir formül ancak zorunluluk alanından özgürlük alanına sıçramayı doğru anlarsak kabul edilebilir. Özgür iradeyi bir sıçramanın kendiliğinden kaçınılmazlıktan bilinçli zorunluluğa geçiş anlamına geldiği durumlarda bilinçli bir zorunluluk olarak anlamalıyız. Onlar için değer yasası işler, kendiliğinden büyük yıkıma yol açar. Bunu daha az kurban olacak şekilde yönlendirmeliyiz.
Değer yasasının etkisinden doğan zorunluluk bilinçli bir şekilde kullanılmalıdır.
Değer yasasının etkisinden doğan zorunluluk bilinçli bir şekilde kullanılmalıdır.
Soru: Komisyonda bir karışıklık vardı, Sovyet ekonomisinde bir meta olup olmadığı tartışılıyordu. Yazar, komisyonun çoğunluğunun görüşünün aksine, her yerde bir metadan değil, bir üründen bahsediyor.
Cevap: Parasal bir ekonomimiz olduğu için mallarımız da var. Tüm kategoriler varlığını sürdürdü, ancak farklı bir karakter kazandılar. Para bizim için bir sömürü aracı değil, farklı bir içerik kazanıyor.
Soru: Ülkemizde şimdiye kadar değer yasası, emek gücünün kendiliğinden dağılımını da belirleyen kendiliğinden piyasa yasası olarak yorumlanmıştır.
Cevap: Bu yanlış. Sorunun formülasyonunu daraltamazsınız. Troçki, parayı defalarca bir hesaplama aracı olduğu gerçeğine indirgedi ve hem NEP'e geçişten önce hem de sonra bu konuda ısrar etti. Bu yanlış. Ona şu cevabı verdik: Bir işçi bir şey satın aldığında parayla mı hesap yapar yoksa başka bir şey mi yapar? Lenin, Politbüro'da sorunun böyle formüle edilmesinin yanlış olduğunu, paranın rolünün bir hesaplama aracına indirgenemeyeceğini defalarca belirtti.
Soru: Sosyalist bir toplumda artı ürün terimi kafa karıştırıcıdır.
Soru: Sosyalist bir toplumda artı ürün terimi kafa karıştırıcıdır.
Cevap: Tam tersine, işçiye artı ürünün bizim için gerekli olduğunu, daha fazla sorumluluk yükleneceğini, işçinin sadece kendisi ve ailesi için değil, aynı zamanda ülkede rezerv oluşturmak, savunmayı güçlendirmek vb. için de ürettiğini anlaması gerekir.
Soru: Marx, Gotha Programının Eleştirisi'nde artı üründen söz etmemiştir.
Soru: Marx, Gotha Programının Eleştirisi'nde artı üründen söz etmemiştir.
Cevap: Her şeyin cevabını Marx'ta ararsanız, kaybolursunuz. 20 yıldan uzun süredir varlığını sürdüren SSCB gibi bir laboratuvarınız var ve Marx'ın sosyalizm hakkında sizden daha fazla bilgi sahibi olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Görüyorsunuz ya, Marx bunu "Gotha Programının Eleştirisi"nde öngörememişti! Kendi kafanızla çalışmanız ve alıntıları bir araya getirmemeniz gerekiyor. Yeni gerçekler, yeni bir güçler bileşimi var, bu yüzden lütfen kafanızla çalışın. Ücretler ve çalışma günleri hakkında Ücretler, iş günleri, işçinin, köylünün ve aydınların geliri hakkında birkaç söz. Ders kitabı, insanların yalnızca Marksistler iktidarda olduğu ve ekonomi planlı olduğu için değil, aynı zamanda çıkarları olduğu için de çalıştığını hesaba katmıyor; biz de buna tutunuyoruz. İşçiler idealist ve mükemmel insanlar değil. Bazıları, eşitliğe dayalı bir ekonominin mümkün olduğunu düşünüyor. Bu tür teoriler vardı: kolektif ücretler, üretimde komünler. Bununla üretimi ilerletemezsiniz. İşçimiz, planlarını yerine getiriyor, hatta gereğinden fazla yerine getiriyor çünkü işçiler için parça başı iş, yönetim için ikramiye sistemi ve daha iyi çalışan köylüler için ikramiyelerimiz var. Yakın zamanda Ukrayna'da bir yasa çıkarıldı. İki örnek vereyim: Kömür endüstrisinde birkaç yıl önce durum öyle gelişti ki yer üstünde çalışanlar yer altında çalışanlardan daha fazla kazanıyordu. Ofiste oturan bir mühendis, madende çalışanlardan bir buçuk kat daha fazla kazanıyordu. Üst düzey yöneticiler, şirket yöneticileri en iyi mühendislik personelini yanlarına çekmek, yanlarında oturmalarını sağlamak istiyorlar. İşlerin yolunda gitmesi için insanların ilgilenmesi gerekiyor. Yeraltı işçiliği için ücretler artırıldığında işler yolunda gitti. Asıl mesele ücret meselesi. Başka bir örnek verelim: pamuk üretimi. 4 yıldır istikrarlı bir şekilde artıyor, bunun nedeni prim sisteminin revize edilmiş olması. Birim alandan ne kadar çok toplarlarsa, o kadar çok kazanıyorlar. Ukrayna'daki kolektif çiftçilere verilen ikramiye yasası olağanüstü önem taşıyor. İnsanların ilgisini çekin, insanlar ilerleyecek, vasıflarını geliştirecek, daha iyi çalışacak ve bunun kendilerine daha fazlasını kazandırdığını açıkça görecekler. Bir zamanlar aydınlar ve vasıflı işçiler dışlanmış olarak görülüyordu. Bu bizim aptallığımızdı, o zamanlar ciddi bir üretim örgütlenmesi yoktu. Burada Stalin'in altı koşulundan bahsediyorlar. Önemli olan, bu yeni bir haber. Tüm dünyanın bildiği ama bizim unuttuğumuz bir şeyden bahsediyorlar.
İşçiler için parça başı iş, mühendis ve teknik personel için ikramiyeler, kolektif çiftçiler için ikramiyeler - bunlar sanayi ve tarımı geliştirmenin kaldıraçlarıdır. Bu kaldıraçları kullanın, üretim büyümesinin sınırı olmayacak ve bunlar olmadan hiçbir şey elde edilemeyecektir. Engels burada tamamen yanlış anlamış. Bir zamanlar teknisyen ve mühendislerin vasıflı işçilerden fazlasını almayacaklarını övünerek söylüyorduk. Engels üretimden zerre anlamamış ve bizi şaşırtmıştı. Bu, yöneticilerin her seferinde değiştirilmesi gerektiği gibi başka bir görüş kadar saçma. Eğer bu yola girersek, her şey kaybolur. Doğrudan komünizme mi atlamak istiyorsunuz? Marx ve Engels tam komünizmi düşünerek yazdılar. Sosyalizmden komünizme geçiş çok karmaşık bir şey. Sosyalizm henüz etimize ve kanımıza girmedi, sosyalizmin hala kurulması gerekiyor. Emeğe göre dağıtım henüz tam olarak kurulmadı. Fabrikalarımızda pislik var ama doğrudan komünizme geçmek istiyoruz. Peki sizi kim içeri alacak? Çöp içinde boğuluyorsunuz ama komünizme geçmek istiyorsunuz. İki yıl önce büyük bir fabrikada tavuk kümesi ve kaz yetiştirdiler. Ne işe yarar ki? Kirli insanlar komünizme girmeyecek. Domuz olmayı bırakıp insanları komünizme sokmaktan bahsetmeniz gerekiyor. Ama Engels doğrudan komünizme geçmek istedi, kendini kaptırdı. Molotov: 333. sayfada şöyle yazıyor: "Artel'in belirleyici avantajı, kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarıyla doğru bir şekilde birleştirmesi, kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarına başarıyla uyarlamasıdır." Soruyu bu şekilde sormak, sorudan kaçmaktır. Kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarının kamu çıkarlarıyla doğru bir şekilde birleştirilmesi nedir, "kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarına başarıyla uyarlamak" ne anlama gelir? Bu boş bir ifade, burada belirli bir öz yok. Var olan her şeyin makul olduğu ortaya çıkıyor. Oysa durum hiç de öyle değil. Prensipte bu sorunları doğru bir şekilde çözdük, ancak pratikte birçok yanlış ve başarısız nokta var. Bunun açıklanması gerekiyor. Kamu ekonomisini ön plana çıkarmak gerekiyor. Ücretlerde parça başı iş sorununu da gündeme getirmek gerekiyor. Bir zamanlar bu konu çok karmaşıktı, parça başı iş sistemi anlaşılmıyordu; örneğin, Fransız sendikalistleri gibi, bizi ziyaret eden işçi delegasyonları, parça başı işi ve ikramiye sistemini neden desteklediğimizi soruyorlardı; çünkü kapitalizmde işçiler buna karşı mücadele ediyordu. Şimdi herkes, ilericilik ve parça başı iş olmadan ne Stakhanovcuların ne de şok işçilerin var olmayacağını anlıyor. Prensipte bu soru açık ancak pratikte bitmek bilmeyen rezaletlerimiz var. 1940'ta 1933 kararlarına geri dönüp tekrarlamalıyız. Unsurlar diğer yöne çekiyor. Üst düzey yöneticiler yanlarında iyi mühendisler olmasını istiyor. Olmak istediğimiz kadar temiz olamadık. Gerçekliğimizi fazla abartıyorsunuz ve henüz olmak istediğimiz kadar temiz olamadık. Uygulamamızı eleştirmeliyiz. Faşizm hakkında Faşist felsefe üzerine birkaç yorum daha. Sanki sosyalizm varmış gibi yazıyorlar. Bunun ekonomik olarak açıklanması gerekiyor. Hitler [9] burada şöyle diyor: "Devlet, halk! Kapitalistlerimiz sadece %8 alıyor, bu onlara yeter!" Bu sorunun formülasyonu, rekabet ve üretim anarşisi sorununun ele alınmasıyla, kapitalistlerin rekabeti ortadan kaldırma girişimleriyle ve ultra-emperyalizm teorisiyle ilişkilendirilmelidir. Mahvoldukları gösterilmelidir. Şirket sistemini, sanki işçi sınıfının ve kapitalistin üstündeymiş ve devlet sözde işçileri önemsiyor ve düşünüyormuş gibi propaganda ediyorlar. Hatta bireysel kapitalistleri bile tutuklayacaklar (doğru, Thyssen [10] kaçtı). Tüm bunlarda daha fazla demagoji olduğunu, bunun devletin sınıf disiplinine boyun eğmek istemeyen bireysel burjuvalara burjuva devletinin uyguladığı bir baskı olduğunu söylemek gerekir. Tüm bunlar, kartelleşme ve başarısız planlama girişimleri hakkındaki köşede bir kez söylenmelidir.
Sosyalizm bölümünde bir kez daha tekrarlanmalıdır. Siz faşist beyler, üretim araçlarının sahibi kimdir? Bireysel kapitalistler ve kapitalist grupları, dolayısıyla gerçek bir planlama yapamazsınız, sadece kırıntılar kalır, çünkü çiftlikler mülk sahipleri arasında dağıtılmıştır.
İşçiler için parça başı iş, mühendis ve teknik personel için ikramiyeler, kolektif çiftçiler için ikramiyeler - bunlar sanayi ve tarımı geliştirmenin kaldıraçlarıdır. Bu kaldıraçları kullanın, üretim büyümesinin sınırı olmayacak ve bunlar olmadan hiçbir şey elde edilemeyecektir. Engels burada tamamen yanlış anlamış. Bir zamanlar teknisyen ve mühendislerin vasıflı işçilerden fazlasını almayacaklarını övünerek söylüyorduk. Engels üretimden zerre anlamamış ve bizi şaşırtmıştı. Bu, yöneticilerin her seferinde değiştirilmesi gerektiği gibi başka bir görüş kadar saçma. Eğer bu yola girersek, her şey kaybolur. Doğrudan komünizme mi atlamak istiyorsunuz? Marx ve Engels tam komünizmi düşünerek yazdılar. Sosyalizmden komünizme geçiş çok karmaşık bir şey. Sosyalizm henüz etimize ve kanımıza girmedi, sosyalizmin hala kurulması gerekiyor. Emeğe göre dağıtım henüz tam olarak kurulmadı. Fabrikalarımızda pislik var ama doğrudan komünizme geçmek istiyoruz. Peki sizi kim içeri alacak? Çöp içinde boğuluyorsunuz ama komünizme geçmek istiyorsunuz. İki yıl önce büyük bir fabrikada tavuk kümesi ve kaz yetiştirdiler. Ne işe yarar ki? Kirli insanlar komünizme girmeyecek. Domuz olmayı bırakıp insanları komünizme sokmaktan bahsetmeniz gerekiyor. Ama Engels doğrudan komünizme geçmek istedi, kendini kaptırdı. Molotov: 333. sayfada şöyle yazıyor: "Artel'in belirleyici avantajı, kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarıyla doğru bir şekilde birleştirmesi, kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarına başarıyla uyarlamasıdır." Soruyu bu şekilde sormak, sorudan kaçmaktır. Kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarının kamu çıkarlarıyla doğru bir şekilde birleştirilmesi nedir, "kollektif çiftçilerin kişisel çıkarlarını kamu çıkarlarına başarıyla uyarlamak" ne anlama gelir? Bu boş bir ifade, burada belirli bir öz yok. Var olan her şeyin makul olduğu ortaya çıkıyor. Oysa durum hiç de öyle değil. Prensipte bu sorunları doğru bir şekilde çözdük, ancak pratikte birçok yanlış ve başarısız nokta var. Bunun açıklanması gerekiyor. Kamu ekonomisini ön plana çıkarmak gerekiyor. Ücretlerde parça başı iş sorununu da gündeme getirmek gerekiyor. Bir zamanlar bu konu çok karmaşıktı, parça başı iş sistemi anlaşılmıyordu; örneğin, Fransız sendikalistleri gibi, bizi ziyaret eden işçi delegasyonları, parça başı işi ve ikramiye sistemini neden desteklediğimizi soruyorlardı; çünkü kapitalizmde işçiler buna karşı mücadele ediyordu. Şimdi herkes, ilericilik ve parça başı iş olmadan ne Stakhanovcuların ne de şok işçilerin var olmayacağını anlıyor. Prensipte bu soru açık ancak pratikte bitmek bilmeyen rezaletlerimiz var. 1940'ta 1933 kararlarına geri dönüp tekrarlamalıyız. Unsurlar diğer yöne çekiyor. Üst düzey yöneticiler yanlarında iyi mühendisler olmasını istiyor. Olmak istediğimiz kadar temiz olamadık. Gerçekliğimizi fazla abartıyorsunuz ve henüz olmak istediğimiz kadar temiz olamadık. Uygulamamızı eleştirmeliyiz. Faşizm hakkında Faşist felsefe üzerine birkaç yorum daha. Sanki sosyalizm varmış gibi yazıyorlar. Bunun ekonomik olarak açıklanması gerekiyor. Hitler [9] burada şöyle diyor: "Devlet, halk! Kapitalistlerimiz sadece %8 alıyor, bu onlara yeter!" Bu sorunun formülasyonu, rekabet ve üretim anarşisi sorununun ele alınmasıyla, kapitalistlerin rekabeti ortadan kaldırma girişimleriyle ve ultra-emperyalizm teorisiyle ilişkilendirilmelidir. Mahvoldukları gösterilmelidir. Şirket sistemini, sanki işçi sınıfının ve kapitalistin üstündeymiş ve devlet sözde işçileri önemsiyor ve düşünüyormuş gibi propaganda ediyorlar. Hatta bireysel kapitalistleri bile tutuklayacaklar (doğru, Thyssen [10] kaçtı). Tüm bunlarda daha fazla demagoji olduğunu, bunun devletin sınıf disiplinine boyun eğmek istemeyen bireysel burjuvalara burjuva devletinin uyguladığı bir baskı olduğunu söylemek gerekir. Tüm bunlar, kartelleşme ve başarısız planlama girişimleri hakkındaki köşede bir kez söylenmelidir.
Sosyalizm bölümünde bir kez daha tekrarlanmalıdır. Siz faşist beyler, üretim araçlarının sahibi kimdir? Bireysel kapitalistler ve kapitalist grupları, dolayısıyla gerçek bir planlama yapamazsınız, sadece kırıntılar kalır, çünkü çiftlikler mülk sahipleri arasında dağıtılmıştır.
Soru: Faşist terimini kullanmalı mıyız?
Cevap: Onlara kendi adlarını verin: İtalyan faşistleri, Alman nasyonal sosyalistleri. Wells'i bu ofiste kabul ettim [11] , bana işçilerin ve kapitalistlerin iktidarda olmasından yana olmadığını söyledi. Mühendislerin yönetimde olmasından yanaydı. Roosevelt'ten yana olduğunu söyledi [12] , Roosevelt'i iyi tanıdığını ve dürüst bir adam, işçi sınıfına adanmış bir adam olarak bahsettiğini söyledi [13] . Küçük burjuvazinin sınıf uzlaşması hakkında fikirleri vardır, bunlar yaygındır. Bu fikirler faşistler arasında özel bir çağrışım kazanmıştır. Bu arada, ütopyacılardan bahsettiği yerde. Burada da sınıf uzlaşması fikrinden eleştirel bir şekilde bahsetmek gerekiyor. Elbette ütopyacıların ve faşistlerin soruyu sorma biçimleri arasında, ütopyacıların lehine bir fark var, ancak bu fikir göz ardı edilemez. Owen [14], faşistlerle aynı kefeye konsa gücenirdi, ancak Owen da eleştirilmelidir. Kitabın tamamından küfürlü üslup çıkarılmalı. Küfür ikna edici olmadığı gibi, tam tersi etki yaratacağından okuyucu temkinli davranacaktır: Yazar küfür ediyorsa, o zaman her şey yolunda değildir. Her şeyin onlar için kötü, her şeyin bizim için iyi olduğu sonucunu çıkarmayacak şekilde, her şeyi abartmadan yazmalıyız.
Soru: Burada devletin hemen hemen herkese bronzluk koyduğu yazıyor.
Cevap: Bu saçmalık. Genel olarak, sosyalizmle ilgili bölümde çok fazla zekâ var. Daha basit yazılmalı.
Cevap: Onlara kendi adlarını verin: İtalyan faşistleri, Alman nasyonal sosyalistleri. Wells'i bu ofiste kabul ettim [11] , bana işçilerin ve kapitalistlerin iktidarda olmasından yana olmadığını söyledi. Mühendislerin yönetimde olmasından yanaydı. Roosevelt'ten yana olduğunu söyledi [12] , Roosevelt'i iyi tanıdığını ve dürüst bir adam, işçi sınıfına adanmış bir adam olarak bahsettiğini söyledi [13] . Küçük burjuvazinin sınıf uzlaşması hakkında fikirleri vardır, bunlar yaygındır. Bu fikirler faşistler arasında özel bir çağrışım kazanmıştır. Bu arada, ütopyacılardan bahsettiği yerde. Burada da sınıf uzlaşması fikrinden eleştirel bir şekilde bahsetmek gerekiyor. Elbette ütopyacıların ve faşistlerin soruyu sorma biçimleri arasında, ütopyacıların lehine bir fark var, ancak bu fikir göz ardı edilemez. Owen [14], faşistlerle aynı kefeye konsa gücenirdi, ancak Owen da eleştirilmelidir. Kitabın tamamından küfürlü üslup çıkarılmalı. Küfür ikna edici olmadığı gibi, tam tersi etki yaratacağından okuyucu temkinli davranacaktır: Yazar küfür ediyorsa, o zaman her şey yolunda değildir. Her şeyin onlar için kötü, her şeyin bizim için iyi olduğu sonucunu çıkarmayacak şekilde, her şeyi abartmadan yazmalıyız.
Soru: Burada devletin hemen hemen herkese bronzluk koyduğu yazıyor.
Cevap: Bu saçmalık. Genel olarak, sosyalizmle ilgili bölümde çok fazla zekâ var. Daha basit yazılmalı.
Soru: Bölümün başlığı doğru mu - "Kapitalist Üretim Tarzının Hazırlanması". Bilinçli bir şekilde hazırlanmış gibi bir izlenim veriyor.
Cevap: Bu bir terminoloji sorusudur. "Hazırlıklı" kelimesi kullanılabilir. Ön koşulların kökeninden, ortaya çıkışından ve yaratılmasından bahsediyoruz. Bu arada, sosyalist üretim tarzının hazırlanmasıyla ilgili bir soru daha. Burada sosyalizmin kapitalizmin derinliklerinde ortaya çıkmadığı söyleniyor. Maddi ön koşulların kapitalizmin derinliklerinde ortaya çıktığı, nesnel ve öznel ön koşulların kapitalizm altında yaratıldığı sorusunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Kapitalizmden çıktığımızı unutmamalıyız.
Cevap: Bu bir terminoloji sorusudur. "Hazırlıklı" kelimesi kullanılabilir. Ön koşulların kökeninden, ortaya çıkışından ve yaratılmasından bahsediyoruz. Bu arada, sosyalist üretim tarzının hazırlanmasıyla ilgili bir soru daha. Burada sosyalizmin kapitalizmin derinliklerinde ortaya çıkmadığı söyleniyor. Maddi ön koşulların kapitalizmin derinliklerinde ortaya çıktığı, nesnel ve öznel ön koşulların kapitalizm altında yaratıldığı sorusunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Kapitalizmden çıktığımızı unutmamalıyız.
[1] Engels Friedrich (1820-1895) - bilimsel komünizmin kurucusu [2] Marx Karl (1818-1883) - bilimsel komünizmin kurucusu. [3] Lenin (Ulyanov) Vladimir İlyiç (1870-1924) - Rus ve uluslararası işçi hareketinin önemli isimlerinden biri, Sovyet devletinin kurucusu [4] Bogdanov (Malinovski) Aleksandr Aleksandroviç (1873-1928) - hekim, filozof, ekonomist. Siyasi figür. Kan Transfüzyon Enstitüsü Müdürü (1926'dan beri). Bkz.: Longa V.I. Kitap incelemesi: A.Bogdanov. Ekonomi Bilimleri Kısa Kursu. Moskova, 1897 // A.g.e. Paz. Toplu eserler. 5. basım. Moskova, 1959. Cilt 4. S. 35-43. [5] Kautsky Karl (1854-1938) - Alman sosyal demokrasisinin liderlerinden ve teorisyenlerinden biri. [6] Rykov, Aleksey İvanoviç (1881-1938) - siyaset ve devlet adamı, RSFSC İçişleri Halk Komiseri (1917), SSCB Halk Komiserleri Konseyi Başkanı (1924-1930) ve RSFSC Halk Komiserleri Konseyi (1924-1929). [7] Troçki, Lev Davydovich (1879-1940) - siyaset ve devlet adamı, Petrograd İşçi ve Asker Temsilcileri Konseyi başkanı (1917), Dışişleri Halk Komiseri (1917-1918), Askeri İşler Halk Komiseri (1918-1925), Cumhuriyet Devrimci Askeri Konseyi başkanı. [8] Molotov (Scriabin) Vyacheslav Mihayloviç (1890-1986) - siyasi figür, SSCB Halk Komiserleri Konseyi Başkanı (1930-1941), SSCB Halk Komiserleri Konseyi (CM) 1. Başkan Yardımcısı (1941-1957), SSCB Dışişleri Halk Komiseri (Bakanı) (1939-1949 ve 1953-1956), SSCB Bilimler Akademisi Onursal Üyesi (1946-1959). [9] Hitler (Schicklgruber) Adolf (1889-1945) - Alman faşist devletinin (1933'ten beri) ve Nasyonal Sosyalist Parti'nin (1921'den beri) başkanı.
[10] Thyssen Fritz (1873-1951) - önde gelen Alman sanayicilerinden biri [11] Wells, Herbert George (1866-1946) - İngiliz yazar. [12] Roosevelt Franklin Delano (1882-1945) - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı (1933'ten beri). [13] Bu, 23 Temmuz 1934'te gerçekleşen bir sohbete atıfta bulunmaktadır (Bkz: Stalin I.V. Eserleri. Moskova, 2007. Cilt 14. 2. baskı, S. 12-29). [14] Owen Robert (1771-1858) - İngiliz ütopik sosyalist. ‹ İ.V. Stalin'in ekonomistlerle konuşmaları. 1941, 1950, 1952. J.V. Stalin ile siyasi ekonomi konuları üzerine bir sohbet. 22 Şubat 1950'de kaydedildi.
https://istmat.org/node/26299?s=09
19 Ağustos 2025
[10] Thyssen Fritz (1873-1951) - önde gelen Alman sanayicilerinden biri [11] Wells, Herbert George (1866-1946) - İngiliz yazar. [12] Roosevelt Franklin Delano (1882-1945) - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı (1933'ten beri). [13] Bu, 23 Temmuz 1934'te gerçekleşen bir sohbete atıfta bulunmaktadır (Bkz: Stalin I.V. Eserleri. Moskova, 2007. Cilt 14. 2. baskı, S. 12-29). [14] Owen Robert (1771-1858) - İngiliz ütopik sosyalist. ‹ İ.V. Stalin'in ekonomistlerle konuşmaları. 1941, 1950, 1952. J.V. Stalin ile siyasi ekonomi konuları üzerine bir sohbet. 22 Şubat 1950'de kaydedildi.
https://istmat.org/node/26299?s=09
19 Ağustos 2025
Eğer diyalog kurulmuş ise ne kadar aykırı olursa olsun karşındaki senin bildiğin bir şeyi söyleyecektir. Tartışmada insanın sözü bir başkası tarafından engellendiğinde kimsenin hoşnut olmadığı ve neticesini sahiplenmediği absürd bir doğum gerçekleşir. Bazı konuların sorunlaştırılmasında bile muhakemeden önce olgunun kabulünü muhkem kılan algı anlam algoritmasında mutabakat gerekir. Mete Tunçay’ın Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimi’nin Kurulması kitabı ikinci cumhuriyetçilerin amentüsüdür.
Mete Tunçay,
27 Haziran 1936 - 18 Ağustos 2025
Mete Tunçay, Türkiye’de tarih ve siyaset bilimi alanında üretken bir figürdür. Karl Popper'ın London School of Economics’de öğrencisi olur. ABD'nin fonladığı Açık Toplum'u çevirir ve yayınlar. Bıraktıkları mirasa övgüler yazan Cengiz Çandar, Hasan Bülent Kahraman, Baskın Oran, Hilmi Yavuz, Hasan Cemal, Mehmet Altan, Murat Belge gibi kendi geçmişlerinde sol matbuatta yazıları yayımlanan isimleri görüyoruz. Amenna: Eserleri, eleştirel tarih yazımının yerleşmesine katkı sağlamış, resmi anlatılara sol bir liberal perspektiften meydan okumuştur. Ancak, ideolojik duruşundaki dönüşümler ve bazı konulardaki ateş böceği aydınlatmaları eleştirilere yol açmıştır. Onun evrakı metrukesi hem nesnel tarih yazımı hem entelektüel namus hem de arşivleme çabası bakımından oldukça karanlık ve tortulu bir miras olarak kalacaktır.
TKP tarihi konusunda değerli araştırmaları olmakla bire sol tarih araştırmaları alanının duayeni, siyaset bilimci ve siyasal düşünceler tarihi alanının önde gelen isimlerinden Mete Tunçay, Kemalizm karşıtı yetmez ama evet'ci liberal solun ve Abant Toplantıları'nın müdavimlerindendi. İletişim Yayınları'nın paylaştığı tartışmalı biyografisi şöyle: Mete Tunçay, 27 Haziran 1936’da İstanbul’da doğmuş, Türk siyaset bilimci ve tarih profesörüdür. Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’ni 1954’te bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1958’de mezun oldu. Aynı yıl fakültede asistanlığa başladı ve 1961’de “Özgürlük Kavramı” üzerine yazdığı tezle doktora derecesini aldı. 1961-63 yıllarında Rockefeller bursuyla London School of Economics and Political Science’ta, 1979’da Sovyet Bilimler Akademisi’nin konuğu olarak Moskova, Leningrad ve Bakü’de, 1979-80’de Fulbright bursuyla Stanford Üniversitesi’nde araştırmalar yaptı. 1966’da Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925 çalışmasıyla doçent, 1987-88’de Hür Berlin Üniversitesi’nde Carl von Ossietzsky Profesörü oldu. 1983’te 1402 sayılı yasa ile üniversiteden uzaklaştırıldı, ancak 1990’da Danıştay kararıyla görevi iade edilse de istifa etti. Akademik hayatını İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde emeritus profesör olarak sürdürdü. Tarih Vakfı’nın kuruluşuna öncülük etti, Tarih ve Toplum (1984-1993) ve Toplumsal Tarih (1994-1996) dergilerinin editörlüğünü yaptı. 18 Ağustos 2025’te 89 yaşında vefat etti.
Eserleri:
Mete Tunçay’ın eserleri, özellikle Osmanlı ve Türkiye’deki sol hareketler ile tek parti dönemi üzerine yoğunlaşır. Başlıca eserleri şunlardır:
Türkiye’de Sol Akımlar I (1908-1925) (1967): Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sol hareketlerin kökenlerini inceler.
Türkiye’de Sol Akımlar II (1925-1936) (1991): Sol hareketlerin baskı altındaki evrimini ele alır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931 (1981): Tek parti rejiminin oluşumunu tarihsel ve eleştirel bir perspektifle analiz eder.
Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler (1982): Sol hareketlerin az bilinen yönlerini belgelerle aydınlatır.
Bilineceği Bilmek (1983): Türkiye’nin siyasal gelişimini eleştirel bir gözle değerlendirir.
Eleştirel Tarih Yazıları (2005): Çeşitli makalelerden oluşan bu eser, Tunçay’ın dogmatik tarih yazımına eleştirilerini içerir.
Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923) (2007, Erden Akbulut ile): Erken Cumhuriyet’te komünist hareketleri inceler.
Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi (1969, 2006): Batı düşünce tarihini Türkçeye kazandıran önemli bir derlemedir.
Çeviriler: Karl Popper, David Hume, Peter Burke gibi düşünürlerin eserlerini Türkçeye çevirerek entelektüel dünyaya katkı sağladı.
Ayrıca, Tarih ve Toplum ve Toplumsal Tarih dergileriyle Türkiye’de tarih yazımına eleştirel bir yaklaşım getirdi.
Hayatı ve Eserlerine Eleştirel Bir Bakış
Mete Tunçay, Türkiye’de siyasal düşünceler tarihi ve sol hareketler üzerine yaptığı çalışmalarla akademik dünyada çığır açmış bir isimdir. Onun eserleri, resmi tarih yazımına meydan okuyarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki sol akımları bilimsel bir titizlikle incelemiş, dogmatik yaklaşımları sorgulamıştır. Ancak, Tunçay’ın hayatı ve eserleri, hem övgü hem de eleştiri konusu olmuştur.
Akademik Katkılar ve Eleştirel Yaklaşım: Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması gibi eserleriyle, Cumhuriyet’in erken dönemine dair resmi anlatıyı sorgulayarak otoriter yapının kökenlerini cesurca ortaya koymuştur. Bu eser, Kemalist tarihçiliğin gölgesinde kalan gerçekleri su yüzüne çıkararak, tarih yazımında nesnel bir perspektif sunmuştur. Eleştirel Tarih Yazıları’nda ise, Türk siyasal düşüncesinin dogmatik yapısını eleştirerek, entelektüel bir seviye eksikliğine işaret etmiştir. Örneğin, “Atatürk’e Nasıl Bakmak” başlıklı yazısı, sol entelektüeller arasında tartışma yaratmış, Niyazi Berkes ve Celil Gürkan gibi isimlerden eleştiri almıştır. Bu tartışmalar, Tunçay’ın fikirlerinin sadece akademik değil ideolojik bir zeminde de yankı bulduğunu gösterir.
Sol-Liberal Çizgi ve Tartışmalar: Tunçay’ın sol-liberal duruşu, özellikle Karl Popper’ın etkisiyle şekillenmiştir. Sosyalizmi savunurken liberal-demokrat değerlere saygı gösterdiği belirtilse de, son yıllarda “İslamcılara yaklaştı” suçlamalarıyla karşılaştı. Bu suçlamalar, özellikle AK Parti iktidarının uzun sürebileceğine dair öngörüleriyle ilişkilendirildi. Bu durum, Tunçay’ın ideolojik tutarlılığına dair soru işaretleri doğurdu. Sol hareketlerin tarihini yazarken nesnelliği hedeflese de, bazı eleştirmenler onun liberalizme kayışını, sosyalist ideallerden uzaklaşma olarak gördü. Bu, Türkiye’deki kutuplaşmış entelektüel ortamda Tunçay’ın konumunu tartışmalı hale getirdi.
Toplumsal Katkılar ve Miras: Tunçay, Tarih Vakfı’nın kuruluşu ve Tarih ve Toplum dergisiyle, Türkiye’de tarih bilincinin yaygınlaşmasına önemli katkılar sağladı. Ancak, bazıları onun akademik çalışmalarının geniş kitlelere ulaşmada sınırlı kaldığını, daha çok entelektüel çevrelerle sınırlı olduğunu savunur. Örneğin, Bilgi Üniversitesi’nde genç tarihçilere mentorluk yapması övgü toplasa da, bu çabanın popüler tarih yazımına yeterince yansımadığı eleştirisi yapılabilir.
Eleştirel Perspektiften Eksikler: Tunçay’ın eserleri, sol hareketler ve tek parti dönemi üzerine derinlemesine analizler sunsa da, bazı konularda yüzeysel kaldığı eleştirileriyle karşılaşmıştır. Örneğin, ekonomik ve toplumsal yapıların sürekliliğine vurgu yaparken, azınlık politikaları gibi hassas konuları yeterince derinlemesine ele almadığı söylenebilir. Ayrıca, çevirileriyle Batı düşüncesini Türkiye’ye taşırken, bu fikirlerin yerel bağlama uyarlanmasında daha fazla çaba gösterilebileceği belirtilmiştir.
***
18 Ağustos 2025
Bir insanın şahsi düşüncelerini korumasının tek yolu onları kendine saklamasıdır. Paylaşılan her fikir mutlaka dönüşüme uğrar.
***
Üretimin evrensel kaynağı emek değildir. Emeği işe koşacak olan sermayedir. Kapitali organize bir şiddetin himayesinde tutabilen iktidardır. Emek, sermaye ve iktidar bir kombinezondur.
Marx'a başvurursak üretimin kumanda/yönetim gücü: Marx, Kapital 1/322'de şöyle yazar: Çok sayıda işçinin elbirliği içinde çalışmaya başlamasıyla birlikte sermayenin emek üzerindeki komutası bizzat emek sürecinin yürütülebilmesi için bir zorunluluğa, gerçek bir üretim koşuluna dönüşür.. ve / Kapitalistin üretim alanındaki komuta gücü, generalin savaş alanındaki komuta gücü kadar vazgeçilmez olur. ( .. ) Bir kemancı kendini yönetebilir, ancak bir orkestra ise yönetmene ihtiyaç duyar. Benzer ifade bkz, K1/509 ve K3/813
***
17 Ağustos 2025
Ölüm, hayatı sonlandırsa da kurduğu ilişkileri öyle bir anda bitirmiyor. Hüküm sürenin vefatıyla kemiyet bitiriyor ancak bedenin irtibatlarındaki ampirik edimler, kazanımlar, kayıplar ailede, çevrede ve dahil olduğu arşivde zahiri varlığını sürdürüyor. Zihindeki görüntüsü mevtayı andığımız sürece yaşıyor.
***
Gottfried Wilhelm Leibniz'ın karmaşık savları basit hesaplamalara dönüştürecek araç ve yöntem arayışları vardır. Bir mektubunda şöyle der: Öyle olacak ki bir tartışma çıktığında iki filozof, iki muhasebeci gibi karşılıklı oturup "calculemus" haydi hesaplayalım diyecebileceklerdir
***
İngiltere kökenli liberalizm öyle sistemdir ki zengin fakirden, fakir de zenginden çalabilir. Lakin zenginin gayreti "fırsat" olarak görülür, yoksulun eylemi ise "ahlak" olarak değerlendirilir kötülük olarak yargılanır. Toplum, bir stres kaynağıdır ki insanın varlık koşulları sürekli tehdit altındadır.
***
16 Ağustos 2025
Bilgi öyle çekmecede zula edilecek, kilerde istiflenecek, kumbarada biriktirilecek afaki bir tanım değil; günlük pratikte yararlanılacak ve toplumda tüketilecek işlevsel bir olgudur. Somut bir dert olmadan düşünce üremez, hayatın verileri olmadan aradaki noktalar birleştirilmez. Bilgi olgunun gölgesinde soluklanır, değişime açıktır. Olgu ise hakikattir.
***
Düşünce ve eylem silsilemizin neresinde olağandışı bir hata yaptık da olağan zamanları özler olduk?
***
Dilde en az çaba ilkesi, tutumluluk prensibi, ekonomi yapmak ve en az gayret sarfetmek kuralı vardır. Dilde en az çaba ilkesi (veya tutumluluk prensibi, ekonomi ilkesi) dil kullanıcılarının iletişimde mümkün olan en az enerjiyi harcayarak en fazla bilgiyi aktarmaya çalıştığını söyler. Bu ilke, dilbilimde hem konuşmacıların hem de dinleyicilerin iletişim sürecini optimize etme eğiliminde olduğunu savunur. En az çaba ilkesi, ilk olarak dilbilimci George Kingsley Zipf tarafından 1949’da Human Behavior and the Principle of Least Effort adlı eserinde sistematik bir şekilde ortaya konmuştur. Zipf, insanların genel olarak davranışlarında enerji tasarrufu yapmaya eğilimli olduğunu ve dil kullanımının da bu eğilimin bir yansıması olduğunu belirtir. Bu ilke, dilin evriminde, kelime sıklığı dağılımında (Zipf Kanunu) ve dil bilgisi yapılarının basitleşmesinde etkili bir rol oynar. Örnek Fonetik ve Sesbilim: Konuşmacılar, telaffuzu kolaylaştıran ses değişimlerine yönelir. Türkçede "ne için" ifadesi günlük konuşmada "niçin"e, "niyetin ne", "niye"ye dönüşürek telaffuz çabasını azaltır. Anlamı netleştiren, kısa ve sık kullanılan kelimeler tercih edilir. Büyük yerine "kocaman" daha az tercih edilir çünkü "büyük" daha kısa ve yaygın bir kelimedir. Mesajlaşma uygulamalarında "slm" (selam), "nbr" (nasılsın) gibi kısaltmalar, NBC'nın "Bir Zamanlar Anadolu" filminde savcının söylediği gibi hakikaten yazılmasına rağmen "hakkaten" denilmesi veya emojiler; Süha Çalkivik gibi yerli yersiz düzeltme sevdalısı gramer heveslilerinin iddialarının aksine "dilde tasarruf ilkesi" yazma çabasını kısaltan ve gereksiz nefes performansını engelleyen, konuşma sarfiyatını azaltan bir kuraldır.
Mete Tunçay,
27 Haziran 1936 - 18 Ağustos 2025
Mete Tunçay, Türkiye’de tarih ve siyaset bilimi alanında üretken bir figürdür. Karl Popper'ın London School of Economics’de öğrencisi olur. ABD'nin fonladığı Açık Toplum'u çevirir ve yayınlar. Bıraktıkları mirasa övgüler yazan Cengiz Çandar, Hasan Bülent Kahraman, Baskın Oran, Hilmi Yavuz, Hasan Cemal, Mehmet Altan, Murat Belge gibi kendi geçmişlerinde sol matbuatta yazıları yayımlanan isimleri görüyoruz. Amenna: Eserleri, eleştirel tarih yazımının yerleşmesine katkı sağlamış, resmi anlatılara sol bir liberal perspektiften meydan okumuştur. Ancak, ideolojik duruşundaki dönüşümler ve bazı konulardaki ateş böceği aydınlatmaları eleştirilere yol açmıştır. Onun evrakı metrukesi hem nesnel tarih yazımı hem entelektüel namus hem de arşivleme çabası bakımından oldukça karanlık ve tortulu bir miras olarak kalacaktır.
TKP tarihi konusunda değerli araştırmaları olmakla bire sol tarih araştırmaları alanının duayeni, siyaset bilimci ve siyasal düşünceler tarihi alanının önde gelen isimlerinden Mete Tunçay, Kemalizm karşıtı yetmez ama evet'ci liberal solun ve Abant Toplantıları'nın müdavimlerindendi. İletişim Yayınları'nın paylaştığı tartışmalı biyografisi şöyle: Mete Tunçay, 27 Haziran 1936’da İstanbul’da doğmuş, Türk siyaset bilimci ve tarih profesörüdür. Beyoğlu Atatürk Erkek Lisesi’ni 1954’te bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1958’de mezun oldu. Aynı yıl fakültede asistanlığa başladı ve 1961’de “Özgürlük Kavramı” üzerine yazdığı tezle doktora derecesini aldı. 1961-63 yıllarında Rockefeller bursuyla London School of Economics and Political Science’ta, 1979’da Sovyet Bilimler Akademisi’nin konuğu olarak Moskova, Leningrad ve Bakü’de, 1979-80’de Fulbright bursuyla Stanford Üniversitesi’nde araştırmalar yaptı. 1966’da Türkiye’de Sol Akımlar 1908-1925 çalışmasıyla doçent, 1987-88’de Hür Berlin Üniversitesi’nde Carl von Ossietzsky Profesörü oldu. 1983’te 1402 sayılı yasa ile üniversiteden uzaklaştırıldı, ancak 1990’da Danıştay kararıyla görevi iade edilse de istifa etti. Akademik hayatını İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde emeritus profesör olarak sürdürdü. Tarih Vakfı’nın kuruluşuna öncülük etti, Tarih ve Toplum (1984-1993) ve Toplumsal Tarih (1994-1996) dergilerinin editörlüğünü yaptı. 18 Ağustos 2025’te 89 yaşında vefat etti.
Eserleri:
Mete Tunçay’ın eserleri, özellikle Osmanlı ve Türkiye’deki sol hareketler ile tek parti dönemi üzerine yoğunlaşır. Başlıca eserleri şunlardır:
Türkiye’de Sol Akımlar I (1908-1925) (1967): Osmanlı’dan Cumhuriyet’e sol hareketlerin kökenlerini inceler.
Türkiye’de Sol Akımlar II (1925-1936) (1991): Sol hareketlerin baskı altındaki evrimini ele alır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931 (1981): Tek parti rejiminin oluşumunu tarihsel ve eleştirel bir perspektifle analiz eder.
Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler (1982): Sol hareketlerin az bilinen yönlerini belgelerle aydınlatır.
Bilineceği Bilmek (1983): Türkiye’nin siyasal gelişimini eleştirel bir gözle değerlendirir.
Eleştirel Tarih Yazıları (2005): Çeşitli makalelerden oluşan bu eser, Tunçay’ın dogmatik tarih yazımına eleştirilerini içerir.
Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923) (2007, Erden Akbulut ile): Erken Cumhuriyet’te komünist hareketleri inceler.
Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi (1969, 2006): Batı düşünce tarihini Türkçeye kazandıran önemli bir derlemedir.
Çeviriler: Karl Popper, David Hume, Peter Burke gibi düşünürlerin eserlerini Türkçeye çevirerek entelektüel dünyaya katkı sağladı.
Ayrıca, Tarih ve Toplum ve Toplumsal Tarih dergileriyle Türkiye’de tarih yazımına eleştirel bir yaklaşım getirdi.
Hayatı ve Eserlerine Eleştirel Bir Bakış
Mete Tunçay, Türkiye’de siyasal düşünceler tarihi ve sol hareketler üzerine yaptığı çalışmalarla akademik dünyada çığır açmış bir isimdir. Onun eserleri, resmi tarih yazımına meydan okuyarak Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki sol akımları bilimsel bir titizlikle incelemiş, dogmatik yaklaşımları sorgulamıştır. Ancak, Tunçay’ın hayatı ve eserleri, hem övgü hem de eleştiri konusu olmuştur.
Akademik Katkılar ve Eleştirel Yaklaşım: Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetiminin Kurulması gibi eserleriyle, Cumhuriyet’in erken dönemine dair resmi anlatıyı sorgulayarak otoriter yapının kökenlerini cesurca ortaya koymuştur. Bu eser, Kemalist tarihçiliğin gölgesinde kalan gerçekleri su yüzüne çıkararak, tarih yazımında nesnel bir perspektif sunmuştur. Eleştirel Tarih Yazıları’nda ise, Türk siyasal düşüncesinin dogmatik yapısını eleştirerek, entelektüel bir seviye eksikliğine işaret etmiştir. Örneğin, “Atatürk’e Nasıl Bakmak” başlıklı yazısı, sol entelektüeller arasında tartışma yaratmış, Niyazi Berkes ve Celil Gürkan gibi isimlerden eleştiri almıştır. Bu tartışmalar, Tunçay’ın fikirlerinin sadece akademik değil ideolojik bir zeminde de yankı bulduğunu gösterir.
Sol-Liberal Çizgi ve Tartışmalar: Tunçay’ın sol-liberal duruşu, özellikle Karl Popper’ın etkisiyle şekillenmiştir. Sosyalizmi savunurken liberal-demokrat değerlere saygı gösterdiği belirtilse de, son yıllarda “İslamcılara yaklaştı” suçlamalarıyla karşılaştı. Bu suçlamalar, özellikle AK Parti iktidarının uzun sürebileceğine dair öngörüleriyle ilişkilendirildi. Bu durum, Tunçay’ın ideolojik tutarlılığına dair soru işaretleri doğurdu. Sol hareketlerin tarihini yazarken nesnelliği hedeflese de, bazı eleştirmenler onun liberalizme kayışını, sosyalist ideallerden uzaklaşma olarak gördü. Bu, Türkiye’deki kutuplaşmış entelektüel ortamda Tunçay’ın konumunu tartışmalı hale getirdi.
Toplumsal Katkılar ve Miras: Tunçay, Tarih Vakfı’nın kuruluşu ve Tarih ve Toplum dergisiyle, Türkiye’de tarih bilincinin yaygınlaşmasına önemli katkılar sağladı. Ancak, bazıları onun akademik çalışmalarının geniş kitlelere ulaşmada sınırlı kaldığını, daha çok entelektüel çevrelerle sınırlı olduğunu savunur. Örneğin, Bilgi Üniversitesi’nde genç tarihçilere mentorluk yapması övgü toplasa da, bu çabanın popüler tarih yazımına yeterince yansımadığı eleştirisi yapılabilir.
Eleştirel Perspektiften Eksikler: Tunçay’ın eserleri, sol hareketler ve tek parti dönemi üzerine derinlemesine analizler sunsa da, bazı konularda yüzeysel kaldığı eleştirileriyle karşılaşmıştır. Örneğin, ekonomik ve toplumsal yapıların sürekliliğine vurgu yaparken, azınlık politikaları gibi hassas konuları yeterince derinlemesine ele almadığı söylenebilir. Ayrıca, çevirileriyle Batı düşüncesini Türkiye’ye taşırken, bu fikirlerin yerel bağlama uyarlanmasında daha fazla çaba gösterilebileceği belirtilmiştir.
***
18 Ağustos 2025
Bir insanın şahsi düşüncelerini korumasının tek yolu onları kendine saklamasıdır. Paylaşılan her fikir mutlaka dönüşüme uğrar.
***
Üretimin evrensel kaynağı emek değildir. Emeği işe koşacak olan sermayedir. Kapitali organize bir şiddetin himayesinde tutabilen iktidardır. Emek, sermaye ve iktidar bir kombinezondur.
Marx'a başvurursak üretimin kumanda/yönetim gücü: Marx, Kapital 1/322'de şöyle yazar: Çok sayıda işçinin elbirliği içinde çalışmaya başlamasıyla birlikte sermayenin emek üzerindeki komutası bizzat emek sürecinin yürütülebilmesi için bir zorunluluğa, gerçek bir üretim koşuluna dönüşür.. ve / Kapitalistin üretim alanındaki komuta gücü, generalin savaş alanındaki komuta gücü kadar vazgeçilmez olur. ( .. ) Bir kemancı kendini yönetebilir, ancak bir orkestra ise yönetmene ihtiyaç duyar. Benzer ifade bkz, K1/509 ve K3/813
***
17 Ağustos 2025
Ölüm, hayatı sonlandırsa da kurduğu ilişkileri öyle bir anda bitirmiyor. Hüküm sürenin vefatıyla kemiyet bitiriyor ancak bedenin irtibatlarındaki ampirik edimler, kazanımlar, kayıplar ailede, çevrede ve dahil olduğu arşivde zahiri varlığını sürdürüyor. Zihindeki görüntüsü mevtayı andığımız sürece yaşıyor.
***
Gottfried Wilhelm Leibniz'ın karmaşık savları basit hesaplamalara dönüştürecek araç ve yöntem arayışları vardır. Bir mektubunda şöyle der: Öyle olacak ki bir tartışma çıktığında iki filozof, iki muhasebeci gibi karşılıklı oturup "calculemus" haydi hesaplayalım diyecebileceklerdir
***
İngiltere kökenli liberalizm öyle sistemdir ki zengin fakirden, fakir de zenginden çalabilir. Lakin zenginin gayreti "fırsat" olarak görülür, yoksulun eylemi ise "ahlak" olarak değerlendirilir kötülük olarak yargılanır. Toplum, bir stres kaynağıdır ki insanın varlık koşulları sürekli tehdit altındadır.
***
16 Ağustos 2025
Bilgi öyle çekmecede zula edilecek, kilerde istiflenecek, kumbarada biriktirilecek afaki bir tanım değil; günlük pratikte yararlanılacak ve toplumda tüketilecek işlevsel bir olgudur. Somut bir dert olmadan düşünce üremez, hayatın verileri olmadan aradaki noktalar birleştirilmez. Bilgi olgunun gölgesinde soluklanır, değişime açıktır. Olgu ise hakikattir.
***
Düşünce ve eylem silsilemizin neresinde olağandışı bir hata yaptık da olağan zamanları özler olduk?
***
Dilde en az çaba ilkesi, tutumluluk prensibi, ekonomi yapmak ve en az gayret sarfetmek kuralı vardır. Dilde en az çaba ilkesi (veya tutumluluk prensibi, ekonomi ilkesi) dil kullanıcılarının iletişimde mümkün olan en az enerjiyi harcayarak en fazla bilgiyi aktarmaya çalıştığını söyler. Bu ilke, dilbilimde hem konuşmacıların hem de dinleyicilerin iletişim sürecini optimize etme eğiliminde olduğunu savunur. En az çaba ilkesi, ilk olarak dilbilimci George Kingsley Zipf tarafından 1949’da Human Behavior and the Principle of Least Effort adlı eserinde sistematik bir şekilde ortaya konmuştur. Zipf, insanların genel olarak davranışlarında enerji tasarrufu yapmaya eğilimli olduğunu ve dil kullanımının da bu eğilimin bir yansıması olduğunu belirtir. Bu ilke, dilin evriminde, kelime sıklığı dağılımında (Zipf Kanunu) ve dil bilgisi yapılarının basitleşmesinde etkili bir rol oynar. Örnek Fonetik ve Sesbilim: Konuşmacılar, telaffuzu kolaylaştıran ses değişimlerine yönelir. Türkçede "ne için" ifadesi günlük konuşmada "niçin"e, "niyetin ne", "niye"ye dönüşürek telaffuz çabasını azaltır. Anlamı netleştiren, kısa ve sık kullanılan kelimeler tercih edilir. Büyük yerine "kocaman" daha az tercih edilir çünkü "büyük" daha kısa ve yaygın bir kelimedir. Mesajlaşma uygulamalarında "slm" (selam), "nbr" (nasılsın) gibi kısaltmalar, NBC'nın "Bir Zamanlar Anadolu" filminde savcının söylediği gibi hakikaten yazılmasına rağmen "hakkaten" denilmesi veya emojiler; Süha Çalkivik gibi yerli yersiz düzeltme sevdalısı gramer heveslilerinin iddialarının aksine "dilde tasarruf ilkesi" yazma çabasını kısaltan ve gereksiz nefes performansını engelleyen, konuşma sarfiyatını azaltan bir kuraldır.
***
Tartışmacının sunulan argümanı tam olarak kavrayamadan bir çırpıda heyecanla inisiyatif alıp cevap vermeye çabalaması, soru'nun ona çalışmadığı yerden geldiğinin işaretidir.
***
Bazı kişiler muhataplarında ciddi tepkilere neden olabilir. Gülümseme, uzlaşma teşebbüsüdür. Ne ki bakışın yönüne bağlı bir meydan okuma hamlesi de olabilir. Özne kahkahayla sesini yükselttiğinde gülmenin irkiltici yüzü nadiren ruhen sağlıkla olduğumuz durumlarda ortaya çıkar. Kahkaha bazen bir savunma bazen de tüm tahkim mevkilerini yıkabilen irkiltici bir saldırı silahıdır. ilgi yaratmanın bir yolu da ne olursa olsun sesle ya da yüzle, mimiklerle görünmektir. Küçük bir eleştiri karşı tarafta öfke patlamasına neden olmuş. "Eğer susabilseydin, konuşmasaydın belki filozof olarak kalabilirdin/Si Tacuisses Philosophus Mansisses" aforizması Romalı Boethius'a (480-524) atfedilir. Eğer çeneni kapalı tutsaydın pekala zeki olduğunu sanabilirdik. Varlıklarını teşhir etmek isteyenler sansasyonel çıkışlarda, acayip davranışlarda bulunurlar. Sorulmadık sorulara irkiltici, ilgisiz nezaketsiz cevaplar verebilirler. Tecrübe kadar zeka da böyle tuzakların frenidir.
***
Lenin, 1908'de kendini "felsefe araştırmacısı" olarak tanımlar. (bkz. Metis, 2009 Konferansı, s.36)
***
Yasalar örümcek ağı gibidir. Güçsüzler ağa yakalanır. Ama güçlüler ağı parçalayıp çıkarlar.
Solon (MÖ 640 - 558), aktaran Diogenes Laertios - Solon 58
14 Ağustos 2025
Birinin sürekli yalan söylemesinin ne anlama geldiğinin açıklamasına ruh bilimleri kitaplarında sık rastlarız ama sürekli yalandan beslenen güruhların yaşam formatlarını, kitlesel histerinin bulaşıcılığını, ishalin nedenlerini toplumbilimi sözlüklerini tarasak da bulamayız. Kurtarmak istedikleri şahsiyetleri, sahih olmayan kendilikleri ne göründükleri gibidirler ne de oldukları gibi. Sözcükler sadece bizi şeylerle kurduğumuz irtibatlara sevkederler ve umulmadık anlarda kendiliğinden doğarlar. Bu fenomenleri tanımlamak için icat edilmesi gereken özel kelimeler vardır.
***
İmgesiyle özdeşleşmek gerektiğini düşünenler siyaset muhasebesinde kendilerine yönelik her eleştiriye zorunlu bir karşılık ayırmak zorunda hissederler.
***
Sokrates'i ölüme gönderen nedenlerden biri de Homeros'un şu satırlarıdır:
Çırpınma öyle, sersem otur yerine
Başkalarının da sözüne kulak ver
Daha güçlüdür onlar senden
Sense savaştan anlamaz korkağın tekisin
Ne kurultayda geçer sözün ne savaşta
Ksenophon, Sokrates'ten Anılar, s. 56
***
Tarih boyunca gerilimler hep iki kutup üzerinden olmuştur, döngü bileşik kaplar misali çalışır.
***
Hegel, "Filozoflar yazarken anlaşılmaz olabilirler ama kavgada ve birbirlerine hakaret ederlerken çok nettirler" der. Bkz. Biyografi, s.607
***
Rehabilitasyon hakikatla zorlu karşılaşmalar örgütlemez, bu karşılaşmalardan nasıl sağ ve hasar almadan çıkacağımız konusunda yöntem gösterir.
***
13 Ağustos 2025
Ekonomik dönemleri birbirinden ayıran neyin yapıldığı değil hangi araçlarla yapıldığıdır, der Marx K1/84 dipnot. "Eldeğirmeni derebeylerin olduğu toplumu , buhar değirmeni kapitalizmi yaratmıştır." Araçlar algoritması dijital arayüzler ve kolektif ekran bize yeni bir üretim çağının başladığını söylemektedir.
***
12 Ağustos 2025
Türkçe yayımlanan Karl Marx ve Friedrich Engels biyografileri listesi:
Karl Marx: Biyografik Anılar - Wilhelm Liebknecht
(Orijinal: Karl Marx: Biographical Memoirs, 1896, Türkçe yayın: Öncü Kitabevi, 1967; yeniden baskı Yazılama Yayınevi, 2018)
Karl Marx'ın Hayatı ve Öğretileri - Max Beer
(Orijinal: The Life and Teaching of Karl Marx, 1920, Türkçe yayın: Öncü Kitap, 1968; yeniden baskı Ravza Kitap, 2019)
Karl Marx: Biyografi - P.N. Fedoseyev
(Orijinal: Karl Marx: A Biography, 1973, Türkçe yayın: Öncü Kitabevi, 1976; yeniden baskı Yordam Kitap, 2022)
Büyük Dedem Karl Marx - Robert Jean Longuet
(Orijinal: Karl Marx, mon arrière-grand-père, 1977, Türkçe yayın: De Yayınları, 1987; yeniden baskı Yordam Kitap, 2012)
Tussy Marx: Babasının Kızı - Eva Weissweiler
(Orijinal: Tussy Marx: Das Drama der Tochter, 2002, Türkçe yayın: Çitlembik Yayınları, 2006)
Karl Marx: Bağnazlık Üzerine Bir Araştırma - E.H. Carr
(Orijinal: Karl Marx: A Study in Fanaticism, 1934, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2009)
Karl Marx: Bir Biyografi - Francis Wheen
(Orijinal: Karl Marx, 1999, Türkçe yayın: E Yayınları, 2009)
Karl Marx: Yaşam Öyküsü - Franz Mehring
(Orijinal: Karl Marx: The Story of His Life, 1918, Türkçe yayın: İlya Yayınları, 2010)
Karl Marx: Evrensel Zihin - Jacques Attali
(Orijinal: Karl Marx ou l’esprit du monde, 2005, Türkçe yayın: Turkuvaz Kitap, 2010)
Marx’ın İntikamı - Meghnad Desai
(Orijinal: Marx’s Revenge: The Resurgence of Capitalism and the Death of Statist Socialism, 2002, Türkçe yayın: Efil Yayınevi, 2011)
Karl Marx: Romantizm ve Devrim Arasında Bir Yaşam - Bernard Cottret
(Orijinal: Karl Marx: Une vie entre romantisme et révolution, 2009, Türkçe yayın: Everest Yayınları, 2012)
Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat - Jonathan Sperber
(Orijinal: Karl Marx: A Nineteenth-Century Life, 2013, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2014)
Karl Marx - Allen Wood
(Orijinal: Karl Marx, 1981, Türkçe yayın: İletişim Yayınları, 2017)
Aşk ve Kapital - Mary Gabriel
(Orijinal: Love and Capital: Karl and Jenny Marx and the Birth of a Revolution, 2011, Türkçe yayın: Yordam Kitap, 2019)
Karl Marx: Yaşamı ve Felsefesi - Turan Tektaş
(Orijinal: Karl Marx: Yaşamı ve Felsefesi, 2020, Türkçe yayın: Parola Yayınları, 2020)
Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat
Yazar: Jonathan Sperber
Yayın Tarihi: 2014
Yayınevi: İletişim Yayınları
İngilizce Adı: Karl Marx: A Nineteenth-Century Life
İngilizce Yayın Tarihi: 2013
Engels Biyografileri:
Friedrich Engels Biyografi
Yazar: SSCB Marksizm-Leninizm Enstitüsü Bilimler Akademisi
Yayın Tarihi: 1997
Yayınevi: Sorun Yayınları
Engels Hayatı ve Eserleri, 2021, Dorlion Yayınevi
Fraklı Komünist: Friedrich Engels’in Devrimci Hayatı
Yazar: Tristram Hunt
Yayın Tarihi: 2015
Yayınevi: İletişim Yayınları
İngilizce Adı: The Frock-Coated Communist: The Revolutionary Life of Friedrich Engels
İngilizce Yayın Tarihi: 2009
***
Her performans mekanlar ve olaylarla ilgili bir değerler sistemi üretir. Hakikatin perdesini araladığımızda, katı bir gerçek formuna bürünen inancı ve hitabı sorguladığımızda temsilin abartısı hakikatin çöküşüne zemin hazırlar. Ütopyalarda ne tamamlanmış kurallar ne öngörülebilir büyük yıkımlar vardır.
***
10 Ağustos 2025
Abdülhamid Han diyen HBK, şifa verici temennilerinin aksine sağcı olduğunu iddia ettiği CHP'nin solunda değildir. Suflörlük başvurusunda bile işe alınacak elemandan özgeçmis isterler. Ekrem İmamoğlu'nun danışmanlığına meylettiğinde gösterilen tepkiler sosyal medyanın hafızasında arşivlenmiştir.
https://x.com/yeniarayiscom/status/1945470001781067899
***
9 Ağustos 2025
Jean Baudrillard'ın Anahtar Sözcükler kitabında anlatılan hikaye şöyledir:
Bir kent meydanında bir asker, Azrail’in kendisine gelmesini işaret ettiğini görünce, korkar ve hemen kralının yanına giderek: Azrail beni çağırdı. Bu yüzden ondan olabildiğince uzaklaşmak, Semerkant’a gitmek istiyorum der. Kral Azrail’i huzuruna çağırtıp ona askeri niçin korkuttuğunu sorar. Azrail krala: Onu korkutmak gibi bir niyetim yoktu, sadece kendisine Semerkant’ta bir randevumuz olduğunu hatırlatmak istemiştim, der. (s. 60).
Jean Baudrillard ANAHTAR SÖZCÜKLER, Doğu Batı Yayınları, Çeviren: Oğuz Adanır
Bu hikaye Babil Talmudu'nun Sukkah 53a kısmında yer alır. Hikayenin Talmud'da iki versiyonu vardır: 3. ila 5. yüzyıla ait olduğu kabul edilen ancak daha eski dokümanları da içeren öykünün geçtiği Babil Talmudu ile daha eski olan Filistin Yeruşalayim (Kudüs) Talmudu'dur. Talmud'da Luz, ölümün giremediği efsanevi bir şehir olarak tasvir edilir (Sota 46b). Bu hikâyeye göre Luz'un duvarlarının ötesine geçen yaşlılar doğal olarak ölür, ancak şehir içinde ölüm meleği (Azrail) etkili değildir. Bu mitolojik özellik, Luz'u "ölümsüzlük şehri" yapar ve bu özellik, omurgadaki "luz kemiği" (resurrection kemiği) ile sembolik olarak bağdaştırılır.
Tarihsel olarak Luz, günümüzde Filistin'in Batı Şeria bölgesinde, Kudüs'ün kuzeyinde yer alan Beitin köyü ile ilişkilendirilir. Arkeolojik bulgular Luz'un Bronz Çağı'nda yerleşim yeri olduğunu göstermektedir
***
İnsan dediğimiz doğal bir varlık değildir. Bir fenomendir; yapıcı değil, bilinci yıkıcı olan kurgusal bir oluşumdur. Doğanın somut bilgisinin karşısına diktiği kavramların ilk ve son durağı kanaatlerdir. İnançların biteviye sanrılar üreten sahte dünyasında suni hakikat düşünce formları olarak biçimlenir. İki seçenekli kötü sonsuzlukta fetişleri hakikat mertebesine yükselten insanlardır! Yaşadığımız çağda iyi düşünürün ulaşacağı mutlak bilgi yoktur; düşüncenin ontolojisi değişkenler üzerinde kuruludur, fırtınada yelken açan bir gemi gibi oynaktır, gelişme ve ilerleme eylemi sürekli inkardan beslendiği için kusurludur.
***
Buridan eşeği paradoksunu çok kişi duymuştur. Buridan'ın eşeği felsefede özgür irade motifi ile alakalı bir paradokstur. Önüne konulan iki kaptan hangisini seçeceğini karar veremeyen eşek sonunda susuzluk ve açlıktan ölür. Fabl tanımını filozof Jean Buridan’dan (1300 - 1358) alır. Tekil olduğu varsayılır, ne ki çoğulun üzerine düşen gölgesi iradenin belirleyicisidir. Özgür irade sanılanın aksine ne doğada ne de tarihte kendine mutlak bir yer, sarsılmaz bir zemin, katı bir toprak bulabilmiştir.
***
Aristoteles, "servette bir sınır olmalıdır" der. Görüşlerini Politika, II. Kitap'ın 7. Bölüm'ünde anlatır.
***
Hobbes'un çerçevesini çizerken cehennem metaforlarıyla meşrulaştırdığı ekonomi-politik resmin üstüne düşen bilinçaltının derinliklerinden, zihnin karanlık mağaralarından, oyuklarından, kovuklarından gelen hayaletleri defet, konya derinleşmek için Veblen'in aylak sınıfındaki gerçek iştaha bkz.
***
Ölüm fikri, ölümün kendinden daha korkunçtur. Paganlar bu geleneğin köprü başı köşe taşıdır. Seneca gibi çok kişinin kabuslarında Hades ülkesinin karanlığı vardır. Abartıda mağaradaki gölgeler gibi düşünceyi agrandize eden mitolojik öğelerin cezalandırıcı yasaların rolü büyüktür. Ölümün korkunç yanı çehresi değil ona giden yol ve süreçtir.
***
Bugün kıyasıya mücadele ettiğimiz karşıtlıklar ve çelişkiler bir taraf lehine ortadan kalktığında geri kalan her şey bir hiç olacaktır. Ahlakı beşeri bağlarından kopartarak kendi lehine ezici bir tedbir mertebesine yükselten akıl, her önermesinde riyakarlığını korur. Tilkinin zekası hoş hikâyedir ama postu, kürkçü dükkanının gerçek malzemesidir.
***
Job Adriaenszoon Berckheyde'nin eseri olan 1670 tarihli bu resim Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (Dutch East India Company) hisse senetlerinin halka arz eden Amsterdam Borsası'nı tasvir eder. Borsa kelimesinin kökeni olan “bourse” terimi, Brugge’daki Van der Beurze ailesinin ticari faaliyetlerinden türemiş ve Amsterdam’da yaygınlaşmıştır.
Dünya Borsalarının Kuruluş Tarihleri şöyledir:
Anvers Borsası (Belçika) 1487
Avrupa'da bilinen ilk borsa olarak kabul edilir. Ticari evrakların alınıp satıldığı bir merkez olarak faaliyet göstermiştir.
Amsterdam Borsası (Hollanda) 1602
Modern hisse senedi borsalarının ilki olarak kabul edilir. Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (Dutch East India Company) hisse senetlerinin halka arz edilmesiyle kurulmuştur.
Lyon Borsası (Fransa) 1530
Ticari senetlerin ve kıymetli madenlerin alınıp satıldığı bir merkez olarak gelişmiştir.
Toulouse Borsası (Fransa) 1549
Avrupa'daki borsacılığın yaygınlaşmasında rol oynamıştır.
Rouen Borsası (Fransa) 1568
Bölgesel ticari işlemler için kurulmuştur.
Karl Marx, "Dünyada ne olduysa önce İngiltere'de oldu der. Londra Borsası'nın 1571'de (resmi olarak 1801)
Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı bir kahvehanede 1770’lerde başlayan faaliyetleri 1801’de resmi bir borsaya dönüşmüştür.
Hamburg ve Bremen Borsaları (Almanya) 18. yüzyıl başlarında Almanya’daki ticari faaliyetlerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Paris Borsası (Fransa) 1724 tarihinde Avrupa’nın önemli finans merkezlerinden biri haline gelmiştir.
New York Borsası (NYSE, ABD) 1792'de kurulmuştur.
Dünyanın en büyük borsasıdır. Wall Street’teki bu borsa, küresel finansın merkezi konumundadır.
Brüksel Borsası (Belçika) 1801'de kurulmuş,
2000 yılında Euronext çatısı altına girmiştir.
Lizbon Borsası (Portekiz) 1769
Tokyo Borsası (Japonya) 1878
Asya’nın en büyük borsalarından biri olan Nikkei 225 endeksiyle tanınır.
Istanbul Borsası (Türkiye) 1873
Dersaadet Tahvilat Borsası olarak kurulmuş, 1985’te modern İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (şimdi Borsa İstanbul) olarak yeniden yapılandırılmıştır.
Amsterdam Borsası’nın Tarihsel Kanun İçindeki Yeri ve Önemi:
Amsterdam Borsası, 1602 yılında Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin (VOC) hisse senetlerinin halka arz edilmesiyle kurulmuştur. Bu, modern anlamda hisse senedi ticaretinin başlangıcı olarak kabul edilir ve dünya borsacılığında bir dönüm noktasıdır. Hollanda’nın 17. yüzyıldaki ekonomik gücü (Altın Çağ), Amsterdam’ı küresel ticaret ve finansın merkezi haline getirmiştir.
İlk Hisse Senedi Borsası: Amsterdam Borsası, şirket hisselerinin düzenli ve organize bir şekilde alınıp satıldığı ilk borsa olarak tarihe geçmiştir. VOC’nin hisse senetleri, yatırımcıların şirketlere ortak olmasını sağlayarak sermaye piyasalarının temelini atmıştır. Bu, modern kapitalizmin gelişiminde kritik bir adımdır.
Finansal Yenilikler: Amsterdam Borsası, vadeli işlemler, opsiyonlar ve kısa satış gibi finansal enstrümanların ilk kez kullanıldığı yer olmuştur.
Joseph de la Vega’nın 1688’de yazdığı Karışıklıkların Kargaşası (Confusion de Confusiones), borsa işlemlerini detaylıca anlatan ilk kitaptır ve Amsterdam Borsası’nı temel alır.
Küresel Ticaretin Merkezi: Hollanda’nın koloni ticareti (özellikle baharat ve ipek ticareti) Amsterdam Borsası’nı uluslararası bir finans merkezi haline getirmiştir. Tüccarlar, yatırımcılar ve brokerlar arasındaki iletişim bu dönemde profesyonelleşmiştir.
Euronext ile Modern Dönem: 2000 yılında Amsterdam Borsası, Paris, Brüksel ve Lizbon borsalarıyla birleşerek Euronext’i oluşturmuştur. Bugün Euronext Amsterdam, Avrupa’nın en önemli borsalarından biri olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.
***
Kedi çalmasın, köpek hırlamasın olmaz; sahtekarlığı ahlaki zincirde tarihsel olarak tahkim eden, çevresini ve müteffiklerini kendi merkezine göre yapılandıran değişmez siyasi bir ontoloji vardır.
***
8 Ağustos 2025
Öznenin aradığı özgürlük kanatlanıp uçacağı bir boş alan değildir. Cennette iskan eden birey alegorisini zihninde canlandırmamalıdır. İnsan olanın tanımı bireyin üretici ve tüketici olduğu rejim aracılığıyla doğanın topyekun reddidir, akıl aracılığı ile doğal evrimin reddi ve yaşamın anlamının düğümüdür. Tevessül ettiği varoluşunun imhasının açık kodlu imkanıdır.
***
7 Ağustos 2025
Ne işe yarar bu ekonomistler?
Toplumsal yapının her katmanının ruhsal tercihlerini, iktisadi davranışlarını, verilen her kararın psikolojisini, sınıfların panodaki göreli yerini, kişilerin davranış modellerini, bireylerin eğilimlerini illaki ekonomik zorunluluklar ve üretim tarzı belirlenmez. Sistemin oyuklarında, kovuklarında yaşayan kalpazanları, sahtekarları, rantiyeleri rejime ekleyen liyakat araçlarını, satın alınmış beratlarını tedarik eden bir tezgah vardır. Para, tüm ilişkileri tasnifleyen büyülü ansiklopedinin bütün cüzlerinin sayfa başlığıdır. Maddesine hayat bağışlayan gölgesinin hareketleri seyircilerin figuranlar olduğu bir kukla tiyatrosununun gürültülü sahnesinde izlenir. Paranın edinilme yöntemleri, sermayenin biriktirilme hikayeleriyle kafkaesk bir tasvir yapılabilir. Ancak kendi başına özerk bir iktisadi problem yoktur. Bir toplumun iktisadi oluşumunu, kültürel varlığını, bilincini, yaratıcı zekasını onu teşkil eden bireylerin gelişmişliklerinden, sahip oldukları imkanlardan, kişisel biyografilerini sosyal tarihlerinden ayıramayız.
***
6 Ağustos 2025
Nedenler görülmeyip şeyler nedenlerin yerini aldığında ötelenen gerçek hedefin yerini siyaseten dile getirilen hamasetler, transandantal tarih ve mitoloji alır. Toplumsal hayat, insanın kendi hakkında verilen kararlara doğrudan katılımını engellediği için politikleşmiştir.
***
Tüm kuramların merkezinde insana inanç yer alır. Mantık her daim kendi lehine kararlar üretir. Eşitlik talebi zekaların eşitliği değildir. Araç ile imkanlar gücü elinden alınanlar karşısında kudret sınamasına dönüştüğünde kıyıda kalanlar ironinin yıkıcı gücünü sevinçli bir gösteriye dönüştürmenin hünerine başvururlar. Alay ise beceriden yoksun hünersizin silahıdır. Sistem eleştirisi yeni bir sistem inşa etmekten çok daha depresif bir eylemdir. Metafizik bir nedene bağlı olmayan materyalist bir görüş, idealizmden beslenmeyen bir realizm yoktur. Taraftarlarından feragat bekleyen her ideolojide materyalizm, metafizik ve idealizm bir arada bulunur. Özgürlük mutluluğun değil daha fazla huzursuzluğa ve acıya yelken açmanın talebidir; felsefenin amacı dünyayı değiştirmekten öte değişen dünyayı yorumlama bilincidir.
***
Yalanın talebini binbir çeşit kelime karşılayabilir ancak hakikat o kadar barizdir ki onun gerçeğini kendinden başka kimse seslendiremez.
***
Proletaryanın iktidarı ele aldığında yitirdiği özgürlük bir siyasi kazancın eseri gibi görünse de moral bir vaadin peşine takılan ekonomik bir rüşvetin sonucudur. Köle ahlakını kamuflajlamak, vekalet verilenlere devredilen özgürlüğün mefruç çaresizliğinin sonucudur.
***
Bizler kapitalist üretimin gelişmemesinin değil bu üretimin gelişimini tamamlamamış olmasının da sıkıntısını çekiyoruz. Modern kötülüklerin yanısıra geçmişin mirasıyla da eziliyoruz. Yalnız yaşayanlardan değil ölülerden de acı çekiyoruz.
Friedrich Engels,
28 Kasım 1820 - 5 Ağs.1895

***
Aralarında henüz bağ kurulmamış iki olgu arasında bir ilişki tesis edilmesi için birinin tesiriyle ötekinin müteessir olması gerekir.
Resim: Gürbüz Doğan Ekşioğlu
***
5 Ağustos 2025
1985 yılının başında tanımıştım. Perim bu sabahın erken saatlerinde vefat etti. Ocak'tan beri hastalığı nüksetmişti. Doktorlar sigara içmemesini salık veriyorlardı. Birkaç yıldır Ege'nin en güzel güneşinin battığı ilçesi Mordoğan'da yaşıyordu. Geçen yıl Kasım'da bizi kartal yuvası evlerine davet ettiler, tüm yakınlarının masada olduğu o gün muhteşem bir sofra şöleni yaşadık. İzmir, 9 Eylül Üniversitesi Onkoloji Bölümü Yoğun Bakım Servisi'nde bir haftadır entübeydi. Murat saat 08.oo'de telefonda "cenazeyi teslim alıyoruz, morgdayız" dedi. İki güzel evladı, eşi, kardeşleri, yeğenleri ve dostları; tüm sevenleri yastayız.
***
Toplumsal Hayat, insanın kendi hakkında verilen kararlara doğrudan katılımını engellediği için politikleşmiştir.
***
Farklı tarih ve coğrafyalarda geçen tuzak ve ihanet öyküleri pek çok bakımdan birbirlerine benzerler.
1693 baharında İngilizler, barış konferansı bahanesiyle davet ettikleri Powhatanların önderlerinden 200 kişiyi ve Pamunkey'in reislerini zehirli şarapla öldürür kalan 50 kişiyi de fiziki saldırıyla katlederler..
http://tr.wikipedia.org/wiki/ABD_K%C4%B1z%C4%B1lderili_katliamlar%C4%B1
26 Kasım 1920 tarihinde Bolşevik lider Lev Troçki'nin emriyle, Mahnovist heyetin komutanları Kızıl Ordu ile görüşme yapmak için çarpışmaların geçtiği bir köydeki büyük bir eve davet edilirler. Ancak bu bir tuzaktır; heyet üyeleri kızıl askerler tarafından öldürülürler. Ardından Kızıl Ordu, Mahno'nun Hulyaipole'deki karargahına hücum eder. Bu olay, Mahnovist direnişin kırılmasında bir eşik olur.
Buna benzer bir tarihi hikaye, Roma tarihindeki Teutoburg Ormanı Savaşı (M.S. 9) sırasında yaşanan Arminius’un ihanetidir. Roma İmparatorluğu, Germania’yı kontrol altına almak için çaba sarf ediyordu. Publius Quinctilius Varus, Roma’nın Germania’daki valisidir; üç lejyonla bölgede düzeni sağlamaya çalışır. Arminius, Cherusci kabilesinin lideridir, Roma’ya bağlı yardımcı birlik komutanı olarak yetiştirilmiştir. Ancak gizlice Romalılara karşı bir isyan planlamaktadır. Arminius, Varus’a dostça davranarak onun güvenini kazanır. Roma lejyonlarını Germania içlerinde isyanı bastırmak için yönlendirir. Varus, Arminius’un rehberliğine güvenerek lejyonlarını Teutoburg Ormanı’na götürür. Ancak bu bir tuzaktır. Arminius, Germen kabilelerini bir araya getirerek Roma lejyonlarını ormanda pusuya düşürür. Dar ve bataklık arazi, Roma ordusunun düzenli savaş düzenini bozar. Üç gün süren çatışmalarda, Varus’un komutasındaki üç lejyon (yaklaşık 15.000-20.000 asker) tamamen yok edilir. Varus, yenilgiyi kabul edemeyerek intihar eder. Bu olay Roma’nın Germania’yı fethetme planlarını kalıcı olarak sekteye uğratır.
Biraz daha geriye gidip Helenlerin Anadolu topraklarından geçerek Babil'e gitme macerasına baktığımızda halkların tarihleriyle ilgili eşsiz bilgilere rastlarız. Küçük Kyros’un 401 yılında Kunaksa Savaşı’nda ölmesinin ardından, liderlerini kaybeden Yunan paralı askerler Pers topraklarının derinliklerinden ricat ederler. Persiadan Tsaphernes’in Helen komutanlara hilesi tarihte benzer şekilde liderlerin kandırılıp tuzağa düşürüldüğü olaylarla paralellik gösterir. Bu tür hikayeler genellikle güvenin kötüye kullanılması, diplomasi kisvesi altında ihanet ve liderlerin kaybıyla küçülen orduların zor duruma düşmesi etrafında şekillenir. Pers satrapı Tissaphernes, Yunan askerleriyle barış görüşmeleri yapmak için bir toplantı önerir. Yunan komutanlar, Tissaphernes’in niyetlerinden şüphelenmelerine rağmen görüşmelere katılmayı kabul ederler.
Kitap, 5. bölümde, Tissaphernes’in daveti üzerine Yunan komutanlardan Klearkhos, Proxenos, Menon, Agias ve Sokrates, Tissaphernes’in kampına gider. Tissaphernes, sözde dostane bir görüşme düzenlemiş gibi davranarak Yunanları kandırır. Toplantıda Klearkhos ve diğer generaller yakalanır, boğazlanırlar. Bu olay Yunan ordusunun lider kadrosunu kaybetmesine neden olur. Askerleri büyük bir kaos ve umutsuzluk içine sürükler. Hikaye Anabasis 2. Kitap V. Bölüm'de geçer.
***
İnsan kendi için yazmaz. Yazmak, her cümlenin kuruluşunda diğerini gözeten bir eylemdir. Ne var ki yabanın hışmına maruz kalmak her düşünürün kaderi. Eğer yazıyorsak bu başkalarının varlığını, eleştirisini kabul etmek demektir; yazının ruhu kendini anlatırken değil ötekiyle iletişime geçerken bedenlenir.
***
4 Ağustos 2025
Hangi işi yaparsak yapalım; eğer modern toplumu savunmak konusunda bir fikir beyan etme durumundaysak, karşı tarafta yer alanların görüşlerini bütünüyle onaylayarak reddetme pozisyonuna gelmemiz kaçınılmazdır. Demokratik temayülü kıvamlaştırırken arada savrulmamız da işin cabası.
Toplumun içindeki bariz hukuku tartışabiliyoruz ama görünmez yasaları, biyolojik ahlakın verili değerlerini, normları değiştiremiyoruz. Sorun temelinde kendinden kaynaklı eşitsizlikleri ifşa ederken bile hayatı oluşturan psikodinamikleri, sırdaş potansiyelleri gizlemekte maharetlidir. Şayet iyi ve kötü terazinin karşılıklı kefelerinde birbirlerini dengeleyecek konumda ve saf halde değillerse ayrı kefelerde birbirlerine karışmış halde eşit miktarda bulunan iyi kötüyü birbirlerinden nasıl ayırt edeceğiz?
***
Bugün diye adlandırdığımız kavram geçmişin bakiyesidir. Toplum sadece bireylerden değil yaşayan insanların çelişkilerinden, etkinliklerinden ve zincirleme ilişkilerinden oluşur. Kişilerin şahsi hikayelerine baktığımızda ülkede meydana gelen tüm değişimlerin tarihsel dökümünü görürüz.
***
Yok, maddi bir tanımdır; hiç, gayri maddi bir kavram.
***
Modern sanat zaten rejim eleştirisidir ancak "hakikat" bir metne ihtiyaç duyar, sistemi ve amacı eleştiriyorsa haklılık payı taşır. Eserin, -her insan gibi biricik, eşsiz olduğu için- doğru/yanlış, iyi/kötü düzlemde eleştirisi olmaz. Söylem/kavram tutarlı mı değil mi buna bakılır.
***
3 Ağustos 2025
Siyaset zamanın özüdür; onun bileşenlerini tamamlanmış bir oluşuma değil sürekli huzursuz ve sansasyonel bir gelişime, genişlemeye tabidir. Muhkimleri çakalların uluduğu sarp tepelerden, eşkiyaların kolgezdiği yollardan, karanlık mağaralardan çıkıp gelmişlerdir. Politik faaliyetin zihin daraltıcı duvarları vardır, kabloları birbirine dolanmış hantal bir telefon santrali gibi çalışır.
***
François Bernier (1625 -1688) Moğol sarayında hekimlik yapan Fransız gezgindir. Marx, doktorun anılarını okuduktan sonra Asya Tipi Üretim Tarzı'na önce mektuplarında yer vermiş sonra yazılarında konuyu geliştirmiş, düşüncelerini derinleştirmiştir.
Anadolu'da yaşayan kadim halklar konusunda bilinen en eski eser, milattan önce 431-355 yılları arasında yaşamış olan Ksenophon'un "Anabasis - On Binler'in Dönüşü" adlı biyografik anlatısıdır. Kardukhialılar/Kardukhlar - Bkz. Kabalcı/Çeviri: Oğuz Yarlıgaş s.259-297 ve Iskültür/Çeviri: Ari Çokona/s. 98-115 arası
İspanya ve Sicilya'da Arap egemenliğinde sanayinin serpilip gelişmesinin sırrı sulama kanallarının inşasıdır. Kapital1. Cilt s. 491 Dipnot 6'da "Hindistan'da birbirleriyle ilişkisiz küçük üretim organizmaları üzerindeki devlet iktidarının maddi temellerinden biri su kullanımının düzenlenmesidir" der. Doğu toplumlarında burjuvazinin oluşmamasını Marx toprağın devlet mülkiyetinde olmasına ve sulama kanallarıyla tarımın merkezi idare tarafından kontrol edilmesine bağlar. Anabasis, Onbinlerin Dönüşü, Ksenophon (Kabalcı, Oğuz Yarlıgaş çevirisi) s. 141'de Pers Hükümdarı'nın sulama kanalları üzerindeki kontrolünü iktidarın gücüyle ilişiklendirir. Marx 2 Haziran 1853 tarihli mektubunda "Doğunun tarihi neden dinler tarihi gibi görünür? dedikten sonra Moğol sarayında hekimlik yapmış olan Dr. François Bernier'den bahseder ve feodalizmi doğuran dinamiklerden apayrı bir üretim modeli olabileceği konusunda ilk cümlelerini yazar. Asya Tipi Üretim Tarzı konusundaki görüşleri Grundrisse'nin ilk cildinin sonunda yer alan Formen bölümündedir. Sencer Divitçioğlu'nun ATÜT fikirleri bir döneme damgasını vurur. Konuyu ilk defa Kemal Tahir'den duyduğunu söyleyen Sencer Divitçioğlu, 1966'da yayımlanan Asya Tipi Üretim Tarzı ve Azgelişmiş Ülkeler denemesini bir gecede yazdığını söyler. (s. 95) İmge Kitapevi'nden yayımlanan Soner Kavuncuoğlu'nun "Asya-Tipi Üretim Tarzı; Kavram Uygulama Örnekleri ve Türkiye "kitabı konuyla ilgili derli toplu bir kaynaktır.
***
Hegel, ölümünden yedi yıl önce 1824'te Viyana'ya tek kişilik faytonu ile yaptığı ziyarette o günlerde revaçta olan operaları izler. İlk defa sahnelenen "Rossini'nin Figaro'su"dediği Sevil Berberi'ni yüce bir kadirşinaslıkla selamlar, abartılı övgülerini dile getirir: Bu eserler ancak İtalyan gırtlağı ile seslendirilebilir, Almanlar bunu anlayamazlar. (bkz. Biyografi, s.512-514)
***
2 Ağustos 2025
İnsan çağının tanığı değil yaşadığı zamanın kurbanıdır.
***
Bulunduğumuz habitusta sadece istisnalar, ikilemler/ antinomiler, karşıtlıklar da birer kuraldır. Şefkatsiz toplumda dostsuz-düşmansız, konsilide olunmadan mutabakatsız, saf birey olarak yaşamak mümkün mü?
***
İnsan bilgiyi güce, gücü yasaya dönüştürebilen canlı türüdür. Kanun, gücün mevzuatını tanzim eder. Tüm dünyada siyasi irade için hukuk, daima fiili durumu yasallaştırma çırpınışlarıdır. Belireni değil belirliliği tanımlar, kudretlinin durumunu ve hazır olanı imtiyazlandırır. Yasaklama, zorunlu polarizasyona uğrayan bireyin hukukun dışına sürülmesinden ziyade yasanın öfkeli ve tahditkar bakışının üzerine sabitlendiği bir yaşamdır. Hukuk aşkın bir istisnai hâl ile karşılaştığında kendi fikrini ya da düzenini aşan bu hali kapsamına alarak yasal sınırlarını yeniden çizer. Bu anlamda muktedirin sahip olduğu beden (corpus) sürekli büyüyerek bir yutan olmak zorundadır.
***
Suça denk gelen bir hakkaniyetten söz edeceksek yasada sınırı tanımlayacak bir normu belirlememiz gerekir.
***
1 Ağustos 2025
.jpg)
Marx, 1848-1849 yıllarında yayımlanan Neue Rheinische Zeitung'daki bir makalesinde "Bir devrimi takip eden her geçici düzen, aktif bir diktatörlüğü gerektirir" der. (Bkz. HM, s. 315)
***
Kötülük olduğu için iyilik, gökyüzü olduğu için yeryüzü, sağlık olduğu için hastalık, gençlik olduğu için yaşlılık, düşmanlık olduğu için dostluk, zenginlik olduğu için fakirlik, burjuvazi olduğu için proletarya vardır. Çok değil birdir eksik olan. Tekil sıfatlar, tek kutupluluk hayatın diyalektiğine aykırıdır.
***
Kader çizgisinin olmadığı sosyal medyada her yazı bir diğer yazının alternatifidir; fikir beyan etmek için dile getirilen her bir neden diğer nedenin nedenidir, her yazar bir diğer yazarın yedeğidir. Uçucu kültür, kalıcı bağlar kuramaz.
***
Toplum logaritmasında tatmin edilmeyen isteklerden doğan mutsuzluk öznenin kaderi değil ontolojisidir.
***
Değişim iç nedenlerle değil dışarıdan dayatılan gerçeklerle, diyalektik gerekçelerle ortaya çıkar.
***
Nietzsche, 15 Temmuz 1881'de geldiği Sils Maria'daki evin üst katında Ekim 81'e kadar kalır. Spinoza'yı ilk defa bu evde okur ve defterine şöyle yazar: Kesinlikle afallamış durumdayım, aklım başımdan gitti. Bir selefim varmış. Spinoza'yı hiç bilmiyordum. Kendimi onun öğretisi içinde keşfettim. Heyecanını 30 Temmuz 1881 tarihinde dostu Franz Overbeck'e yazdığı mektupta şöyle tarif eder: Bütünüyle şaşkın, bütünüyle büyülenmiş bir durumdayım. Spinoza'yı bilmiyordum. Bu sıradışı düşünürde kendimi görüyorum.
***
BJK @Besiktas Futbol Takımı kalecileri, kronolojik:
Resul, Şair Kazım, Doktor Mehmet (1910 - 1920)
Hüsnü Savman, (1930 - 1940)
Eşref Bilgiç, (1940'lar)
Ergün İstemi Aker, (1940 -1950'ler)
Necmi Mutlu, (1958 - 1966)
Varol Ürkmez, (1958 - 1959)
Özcan Arkoç, (1962 - 1963)
Cavit Gökalp, (1960 - 1961)
Sabri Dino, (1964 - 1974)
Burak Akkök (1972 - 1973)
Aydın Samancılar, (1971 - 1972)
Şükrü Ulaş, (1970 - 1971)
Mustafa Güngören, (1974 - 1975)
Mete Bozkurt, (1974 - 1976)
Rasim Kara, (1976 - 1980)
Mustafa Özbey l, (1979 - 1980)
Adem İbrahimoğlu, (1980 - 1985)
Zafer Öğer, (1983 - 1994)
Rade Zalad, (1987 - 1988)
Milos Jurkovic, (1986 - 1987)
Engin İpekoğlu, (1989 - 1991)
Metin Akçevre, (1989 - 1992)
Jaroslaw Bako, (1991 - 1992)
Şener Kurtulmuş, (1993 - 1995)
Raimond Aumann, (1994 - 1995)
Fevzi Tuncay, (1995 - 2001)
Hakan Çalışkan, (1998 - 1999)
Ekrem Köse, (1998 - 1999)
Marjan Mrmic, (1996 - 1998)
Ike Shorunmu, (1999 - 2001)
Thomas Myhre, (2001 - 2002)
Mattias Asper, (2001 - 2002)
Peter Kjaer, (2001 - 2002)
Göksel Gencer, (2002 - 2003)
Óscar Córdoba, (2002 - 2007)
Ramazan Kurşunlu, (2003 - 2005)
Murat Şahin, (2004 - 2006)
Erdem Köse, (2006 - 2007)
Vedran Runje, (2006 - 2007)
Rüştü Reçber, (2007 - 2012)
Hakan Arıkan, (2007 - 2011)
Korcan Çelikay, (2009 - 2010)
Cenk Gönen, (2010 - 2015)
Allan McGregor, (2012 - 2013)
Tolga Zengin, (2013 - 2019)
Günay Güvenç, (2013 - 2016)
Denys Boyko, (2015 - 2016)
Fabri Ramirez, (2016 - 2018)
Loris Karius, (2018 - 2020)
Utku Yuvakuran, (2018 - 2020)
Ersin Destanoğlu, (2019- 2025)
Emre Bilgin, (2021 - 2023)
Mert Günok, (2021 - 2025)
***
SSCB Liderleri ve Politbüro Üyeleri (1922-1991)
1/ Vladimir Lenin (1917-1924, Genel Sekreter: 1922-1924)Görev Süresi: 1922-1924 (Ekim Devrimi’nden itibaren fiili lider, 1922’de Genel Sekreter unvanı aldı)
Kuruluş ve Dönem: Lenin, 1917 Ekim Devrimi ile Bolşeviklerin lideri olarak iktidarı ele almış ve 1922’de SSCB’nin resmen kurulmasını sağlamıştır. 1922-1924 arasında Genel Sekreter olarak görev yaptı, ancak 1923’ten itibaren sağlık sorunları nedeniyle aktif liderliği azaldı.
Politbüro Üyeleri (1922-1924):1922’de Politbüro: Vladimir Lenin, Joseph Stalin, Lev Troçki, Lev Kamenev, Grigori Zinovyev, Nikolay Buharin, Aleksey Rikov, Mihail Tomski.
Lenin’in hastalığı nedeniyle 1923-1924’te Stalin’in etkisi artmaya başladı. Politbüro’da bu dönemde önemli değişiklikler olmadı, ancak Stalin, organizasyonel kontrolü ele geçirdi.
2/ Joseph Stalin (1924-1953, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1924-1953 (1922’den itibaren Genel Sekreter, Lenin’in ölümüyle fiili lider)
Dönem: Stalin, Lenin’in 1924’teki ölümünden sonra liderliği devraldı. 1930’larda mutlak güce ulaştı ve 1941-1953 arasında Halk Komiserleri Konseyi Başkanı (Başbakan) olarak da görev yaptı.
Politbüro Üyeleri:
1924: Stalin, Kamenev, Zinovyev, Troçki, Buharin, Rikov, Tomski.
1930: Stalin, Vyaçeslav Molotov, Kliment Voroşilov, Lazar Kaganoviç, Sergey Kirov, Stanislav Kosior, Grigoriy Ordzhonikidze.
1938 (Büyük Tasfiye sonrası): Stalin, Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Andrey Andreyev, Nikita Kruşçev, Anastas Mikoyan.
1952 (Stalin’in son yılları): Stalin, Georgi Malenkov, Lavrenti Beriya, Molotov, Voroşilov, Kaganoviç, Mikoyan, Kruşçev, Nikolay Bulganin.
3/ Georgi Malenkov (1953, Geçici Lider) Görev Süresi: Mart 1953 - Eylül 1953 (Stalin’in ölümü sonrası kısa süre liderlik yaptı)
Dönem: Stalin’in 5 Mart 1953’teki ölümü sonrası Malenkov, Halk Komiserleri Konseyi Başkanı olarak kısa süre liderlik yaptı, ancak Kruşçev tarafından hızla gölgede bırakıldı.
Politbüro Üyeleri (1953):Malenkov, Beriya, Molotov, Voroşilov, Kruşçev, Bulganin, Kaganoviç, Mikoyan, Maksim Saburov, Mihail Pervuhin.
Beriya, 1953’te idam edildi ve Politbüro’dan çıkarıldı.
4/ Nikita Kruşçev (1953-1964, Genel Sekreter)Görev Süresi: 1953-1964
Dönem: Kruşçev, 1953’te Genel Sekreter oldu ve 1958-1964 arasında Bakanlar Konseyi Başkanı olarak da görev yaptı. Stalin’in politikalarını eleştiren “destalinizasyon” sürecini başlattı.
Politbüro Üyeleri (Seçili Yıllar):1956: Kruşçev, Malenkov, Molotov, Voroşilov, Bulganin, Kaganoviç, Mikoyan, Saburov, Pervuhin.
1960: Kruşçev, Leonid Brejnev, Aleksey Kosigin, Frol Kozlov, Mikoyan, Mihail Suslov, Yekaterina Furtseva.
1964: Kruşçev, Brejnev, Kosigin, Suslov, Mikoyan, Nikolay Podgorni, Dmitri Polyanski.5. Leonid Brejnev (1964-1982, Genel Sekreter)Görev Süresi: 1964-1982
Dönem: Brejnev, Kruşçev’in 1964’te devrilmesiyle lider oldu. 1977-1982 arasında Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı olarak da görev yaptı.
5/ 1966: Brejnev, Kosigin, Suslov, Podgorni, Mikoyan, Andrey Kirilenko, Aleksandr Şelepin.
6/ 1977: Brejnev, Kosigin, Suslov, Kirilenko, Yuri Andropov, Konstantin Çernenko, Dmitri Ustinov, Viktor Grishin.
7/ 1982: Brejnev, Andropov, Çernenko, Ustinov, Suslov (1982’de öldü), Kirilenko, Nikolay Tihonov.
8/ Yuri Andropov (1982-1984, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1982-1984
Dönem: Brejnev’in 1982’deki ölümü sonrası Genel Sekreter oldu. Kısa süren liderliği, sağlık sorunları nedeniyle sınırlı kaldı.
9/ 1983 Andropov, Çernenko, Tihonov, Ustinov, Mikhail Gorbaçov, Grishin, Aliyev, Vladimir Şçerbinski.
10/ Konstantin Çernenko (1984-1985, Genel Sekreter) Görev Süresi: 1984-1985
Andropov’un 1984’teki ölümü sonrası lider oldu. Kısa süren liderliği muhafazakâr politikalarla geçti.
Politbüro Üyeleri (1984):Çernenko, Gorbaçov, Tihonov, Ustinov, Grishin, Aliyev, Şçerbinski, Eduard Şevardnadze.
11/ Mihail Gorbaçov (1985-1991, Genel Sekreter ve Devlet Başkanı) Görev Süresi: 1985-1991 (Genel Sekreter), 1988-1991 (Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanı ve Devlet Başkanı)
Dönem: Gorbaçov, Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) reformlarıyla tanındı. 1990’da Devlet Başkanı makamı oluşturuldu ve Gorbaçov bu görevi üstlendi. SSCB’nin dağılmasıyla liderliği sona erdi.
Gorbaçov dönemi Politbüro Üyeleri
1986: Gorbaçov, Tihonov, Şevardnadze, Aliyev, Şçerbinski, Lev Zaykov, Viktor Çebrikov.
1989: Gorbaçov, Şevardnadze, Aleksandr Yakovlev, Vadim Medvedev, Nikolay Slyunkov, Viktor Nikonov.
1991: Gorbaçov, Vladimir İvaşko, Gennadi Yanayev (1991 darbe girişimi lideri), Valentin Pavlov
***
Emin Çetin: Yazışma adresi emincetin.okur@gmail.com