Meksika ve Meksika..
Sanat tarihini yazanların ya da suç/cezayı tanımlayanların soyutlamaları, hayattaki somut hakikatlerin aleyhlerinde olmasındandır. Kültürün yüksekliğine inanılması ve hukukun üstünlüğünün kavramsallaştırılması, seçkin olanlara verilen imtiyazların paylaşımcılar lehine kabul edilmesi talebidir. Vicdani sınırlara basarak ilerleyen dünyada doğruluğun ve hakkaniyetin ne olduğunu belirlemek imkansız olduğunu bilerek gerçeklerden kaçarız; her kaçan aynı zamanda karşılaşmak istemediği kötülüğe bir çare arayandır. Eğer saatler, takvimler icat edilmeseydi ilerleyen bir 'zaman' kavramı ve bedeni tutsak kılan 'iş' ile mübadele edilen 'emek' olmazdı. Diyalektik süreçte keramet var zannederiz; oysa 'insan' aklının hilesi 'çal/ışmak' hasarlı bir mefhumdur. Toplum olmanın marifeti ve uzmanların tabiriyle tanımlanan her yükseklik, onlarca alçaklığın eseridir. Her zenginlik, onlarca yoksulluğun sonucudur. Her 'oluş', binlerce 'yokoluşun' nedenidir. Karşılaşmaktan ürktüğümüz 'kötülük' zamanın ruhu olarak her yerdedir..
1519 yılında, Amerika kıtasında yaşayan yerli uygarlıklar, İspanya tarafından işgal edilir. Berkeley Okulu araştırmacıları sadece ülkenin Anahuac bölgesi denilen 514 bin km.karelik toprak alanda yaşayan nüfusun bu tarihte 25 milyon olduğunu tespit etmişlerdir. Halkın yüzde 96'sını katleden işgalciler 1521'de Aztek başkenti olan Tenochtitlan fethederler. İşgalcinin kültürü, doğal hayata uyum içinde yaşayan ötekinin tüm varlığıyla olumsuzlanmasını zorunlu kılmıştır. Bu halkın yaşamı müsaade edilse doğada sürdürülebilir bir bütünlük arzediyordu.. Mülksüzlüğü ve üretimsizliğiyle siyasallaşmanın ulaşmadığı bambaşka bir demokrasi kültürüne model teşkil edecek yetenekleri vardı. 'İlkel' suçlamalarıyla vandal ve savaşçı bir toplumun genişleme arzularına kurban edildiler. Pierre Clastres'in Devlete Karşı Toplum kitabınındaki istatistikler ve halkın gündelik yaşamlarına ait gözlemler (özellikle sepet ve yay) yürek burkucudur. Francisco Hernández de Córdoba, 1517 senesinde bütün Güney Meksika kıyılarını ele geçirdi. Bu tarihlerden sonra durmak bilmeyen istilalarıyla İspanyollar, kötü adam profillerine uygun düşen karakterleriyle tüm cüruf ve safrasını bu kıtaya boşalttılar. Burada bir parantez açalım: Cordoba bütün bunları İspanya kralı Şarlken adına yapıyordu. Şarlken, Fransız kralı Fransuva'yı esir etmiş, esir düşen kralın annesi de Sultan Süleyman'dan yardım istemişti. Sonra Mohaç savaşı ve yenilen Şarlken orduları, İstanbul Anlaşması vd. gelir. İlk Avrupa Birliğini kuran adam sayılır. Ekteki linkten V.Karl'a gözatın) Devam edersek; yerleşik düzene geçmiş olan Azteklerin şehirleri istisnaydı. Kuzey ve Güney kıtalarında asıl olarak avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ve birbirlerinde farklı dilleri olan yüzlerce kabile yaşıyordu. Modern insan için ortada kendi algısını tedirgin eden bir kaos vardı. Şayet mümkün olsa, eğer uygar-sapiens tahammül gösterebilse sonsuz sayıda çeşitlilik gösteren, farklı, istisnalara hayat hakkı tanınmış olsa hususi idiyosinkratik (idiosyncratic) tarihler yazılabilirdi. Ne var ki 'ileri' insanlık, tarihi sürecini 'diyalektik materyalist' olarak değerlendirdi. Bu insanlar ateşli silahlar ve bilmedikleri bir türün kurnazlıklarılarıyla ve Avrupa idealleri adına tektipleştirilemedikleri için katledildiler; göreceli zayıf olanlar sömürgeleştirildiler. Kolonyalistin dini, filizlenmeye başlayan burjuvazinin imanı olarak anakıtadan bağımsız bir kitle kültürü yarattı. İspanyol fatihlerin açtığı kanaldan Hollandalıların Afrikadan esir taşıyan gemileri, köle ticaretleriyle elde ettikleri sermaye birikimi ve aristokrasinin himayesinden özerkleşen tüccarlar geçtiler. Özgür sanat düşüncesi tacirlerin elinde meta değeriyle inkişaf etti. (1) Burjuvazi zenginleştikçe, iktidarı elinde bulunduran aristokrasi işlevsizleşti. Ticaret, liberal Aydınlanmacı düşüncenin yolunu açtı. Amerika'nın son Mohikanları, Meksika'nın Gronimoları hep finaldeki öykülerle hatırlanırlar. Bu toplumların ciddi olarak düşünülmesi gereken ayrıcalıkları, Batıdan ekonomik farklılıkları, biriktirmedikleri 'emek' ile yüklerinden arınmış sürdürülebilir hayat tasavvurları vardı. Ancak kapitalizmin yarattığı eşitsizlikler, bir fikriyat olarak onu tamamlama kudretinde olan sosyalizmle onarıldı. O sosyalizm ki, -iktidarsız demokrasi vd. lugatında yoktu ama- endüstriyel üretime dayalı bir eşya fazlalığı yaratmak dar amacını bile gerçekleştirmekten acizdi. İnsanlık Marks'ın dediği gibi hep kötü çatlaktan ilerlemiştir. Şefin 'zavallıyı' temsil ettiği Meksika ülkesi, tarihin zayıf iktidar ve esnek toplum şeması olarak bambaşka bir sayfasını oluşturmak imkanı heba edilerek kur(utu)lmuştur. On takımından sekizinin ikinci tura çıkması Amerika kıtasının, İspanya, Portekiz, İngiltere, İtalya, hatta Rusya vd. emperyal takımlarının hepsi elenen Avrupa kıtasından bir anlamda geç gelen intikamıdır. Bundan dolayı Dünya Kupasında, 2002'de Emre'nin hırçın davranışlarıyla bir özür borcumuz olan Kosta Rika gibi Meksika'yı da ayrı bir sempatiyle izliyoruz .. Sanat tarihini yazanların ya da suç/cezayı tanımlayanların soyutlamaları, hayattaki somut hakikatlerin aleyhlerinde olmasındandır. Kültürün yüksekliğine inanılması ve hukukun üstünlüğünün kavramsallaştırılması, seçkin olanlara verilen imtiyazların paylaşımcılar lehine kabul edilmesi talebidir. Vicdani sınırlara basarak ilerleyen dünyada doğruluğun ve hakkaniyetin ne olduğunu belirlemek imkansız olduğunu bilerek gerçeklerden kaçarız; her kaçan aynı zamanda karşılaşmak istemediği kötülüğe bir çare arayandır. Eğer saatler, takvimler icat edilmeseydi ilerleyen bir 'zaman' kavramı ve bedeni tutsak kılan 'iş' ile mübadele edilen 'emek' olmazdı. Diyalektik süreçte keramet var zannederiz; oysa 'insan' aklının hilesi 'çal/ışmak' hasarlı bir mefhumdur. Toplum olmanın marifeti ve uzmanların tabiriyle tanımlanan her yükseklik, onlarca alçaklığın eseridir. Her zenginlik, onlarca yoksulluğun sonucudur. Her 'oluş', binlerce 'yokoluşun' nedenidir. Karşılaşmaktan ürktüğümüz 'kötülük' zamanın ruhu olarak her yerdedir..
http://en.wikipedia.org/wiki/Charles_V,_Holy_Roman_Emperorhttp://www.idefix.com/kitap/hollanda-altin-caginda-sanat-ve-ticaret-michael-north/tanim.asp?sid=MWZXJD0UDA1AUM6ZKFDF
Brezilya'da çeyrek final mücadelesi verecek takımların eşleşmeleri belli oldu:
Brezilya - Şili
Hollanda - Meksika
Kolombiya - Uruguay
Kosta Rika - Yunanistan
Fransa - Nijerya
Arjantin - İsviçre
Almanya - Cezayir
Belçika - ABD
Bu sene olmadık oldu ve dünyanın hakimleri birer birer turnuvaya veda ettiler. H Grubu'nun son maçında İspanya, İngiltere, İspanya; İtalya, Japonya gibi emperyal güçlerin ardından Rusya da, Cezayir'e turu kaptırdı. Ruslar, Curitiba kentindeki maça oysa iyi başlamışlardı. Mücadelenin 6. dakikasında Alexander Kokorin'in golü ile erken bir sevinç bile yaşadılar. Bahçeli aritmetiğini hatırlatırcasına zamana eklenen bir sıfırla Cezayir, 60. dakikada beklenen cevabı ancak verebildi. Serbest vuruşta Yacine Brahimi'nin ortasını iyi takip eden Islam Slimani, "Çöl Savaşçıları" lakaplı Cezayir Milli Futbol Takımını beraberliği getiren gole imza attı: Skor 1-1 oldu. Güney Kore'yle birlikte Rusyanın düştüğü gruptan Cezayir, açık farkla lider olan Belçika'nın ardından çıktı.
Daha önce katıldığı hiçbir kupa mücadelesinde ikinci turu göremeyen Cezayir, daha önce 1982, 1986 ve 2010'da Afrika elemelerini geçerek turnuvalara katılmıştı. Diğer tarafta G Grubu karşılaşmalarında Portekiz, Gana'yı 2-1 mağlup etmesine rağmen averajla ABD 'nin altında kaldı ve kupaya veda etti. Dramatik fotograflarına şahit olduğumuz Portekiz'i Ronaldo'nun attığı gol kurtarmadı. Bugün karşılaşmalarına ara verildi ve hem oynayanların hem de izleyenlerin soluklanmaları için Cuma herkese tatil ilan edildi. Dünya Kupası'nda 2. tur mücadelesi, ev sahibi Brezilya'yla ile Şilinin oynayacağı maçla devam edecek. Tarih : 28 Haziran saat 19:00
***
Bir avuç sanat sevdalısı eşliğinde tiyatrocu Erkan Cılak'ın gayretiyle gerçekleştirilen Ayvalık Sanat Derneği çalışmaları ve Film Festivali'nin öyküsünü Vuslat Erkmen yazmış. Ümidi kaybetmemiz için bir neden yok! Kafasını toparlamakta güçlük çeken sosyal demokrat belediyeler sorunu ise sağlam bir zeminde tartışılmayı bekliyor.
http://www.milliyet.com.tr/vuslat-erkmen/isteyince-sanat-her-yerde--gerisi-teferruat--kultursanat-1902561/
***
Brezilya - Şili
Hollanda - Meksika
Kolombiya - Uruguay
Kosta Rika - Yunanistan
Fransa - Nijerya
Arjantin - İsviçre
Almanya - Cezayir
Belçika - ABD
Bu sene olmadık oldu ve dünyanın hakimleri birer birer turnuvaya veda ettiler. H Grubu'nun son maçında İspanya, İngiltere, İspanya; İtalya, Japonya gibi emperyal güçlerin ardından Rusya da, Cezayir'e turu kaptırdı. Ruslar, Curitiba kentindeki maça oysa iyi başlamışlardı. Mücadelenin 6. dakikasında Alexander Kokorin'in golü ile erken bir sevinç bile yaşadılar. Bahçeli aritmetiğini hatırlatırcasına zamana eklenen bir sıfırla Cezayir, 60. dakikada beklenen cevabı ancak verebildi. Serbest vuruşta Yacine Brahimi'nin ortasını iyi takip eden Islam Slimani, "Çöl Savaşçıları" lakaplı Cezayir Milli Futbol Takımını beraberliği getiren gole imza attı: Skor 1-1 oldu. Güney Kore'yle birlikte Rusyanın düştüğü gruptan Cezayir, açık farkla lider olan Belçika'nın ardından çıktı.
Daha önce katıldığı hiçbir kupa mücadelesinde ikinci turu göremeyen Cezayir, daha önce 1982, 1986 ve 2010'da Afrika elemelerini geçerek turnuvalara katılmıştı. Diğer tarafta G Grubu karşılaşmalarında Portekiz, Gana'yı 2-1 mağlup etmesine rağmen averajla ABD 'nin altında kaldı ve kupaya veda etti. Dramatik fotograflarına şahit olduğumuz Portekiz'i Ronaldo'nun attığı gol kurtarmadı. Bugün karşılaşmalarına ara verildi ve hem oynayanların hem de izleyenlerin soluklanmaları için Cuma herkese tatil ilan edildi. Dünya Kupası'nda 2. tur mücadelesi, ev sahibi Brezilya'yla ile Şilinin oynayacağı maçla devam edecek. Tarih : 28 Haziran saat 19:00
***
Bir avuç sanat sevdalısı eşliğinde tiyatrocu Erkan Cılak'ın gayretiyle gerçekleştirilen Ayvalık Sanat Derneği çalışmaları ve Film Festivali'nin öyküsünü Vuslat Erkmen yazmış. Ümidi kaybetmemiz için bir neden yok! Kafasını toparlamakta güçlük çeken sosyal demokrat belediyeler sorunu ise sağlam bir zeminde tartışılmayı bekliyor.
http://www.milliyet.com.tr/vuslat-erkmen/isteyince-sanat-her-yerde--gerisi-teferruat--kultursanat-1902561/
***
İster İstanbul'da sermayenin gücüyle, ister Mardin, Çanakkale bienallerindeki gibi gençlerin ve yöre halkının desteği ve fedakarca katılımıyla olsun; isterse Bayburttaki Aydınlanmacı neferlerin alınteriyle.. Hep söylediğimiz gibi: Çağdaş Sanat, iyi niyetle terleyenlerin kendi amaçlarından -ayrılarak- başka amaçlara da hizmet etme potansiyeline sahip bir Truva Atı'dır.. Coğrafya, tarih ya da şefkat: Postmodernizm çağında her kavramın meta değeriyle bir de ek anlamı ve tartışılması gereken farklı bir gündemi vardır! Onun için yurdum eleştirmenleriyle, editörleriyle pek anlaşamayız; onlar esere bakarlar; bizse mevkie ve işaret edilen amaca!
Haberde şöyle yazıyor : 'Elgiz Müzesi Koleksiyonuyla düzenlenen soru odaklı rehberli turda katılımcılar, sanat eserlerinden bir seçki üzerinde hayatla ve iş hayatıyla kurulan paralel bağları sorguladılar. “Bir sanat eserinin karşısında durduğumda ne yapmalıyım? Neyi aramalıyım? Bir sanat eserine bakarken ne öğrenebilirim?” gibi sorularla katılımcılar; sanat eserinin anlamını, sanatçının kararlarını inceleme, tahminde bulunma ve tartışma üzerine aktif bir araştırmaya dâhil oldular. Kurs aynı zamanda iş dünyasında yaratıcılık işlemini incelemek, karar alma mekanizmasının karmaşık yapısını anlamak, sanatçının mesajını nasıl ilettiğini incelemek, bir problemi etkin şekilde çözmeden önce o problemi derin incelemenin önemi üzerinde durmak, değişen bir içerikteki saklı işaretleri algılamak için kendini eğitmek konularında da yol gösteriyor.'
http://www.radikal.com.tr/kultur/is_dunyasina_cagdas_sanatla_beyin_jimnastigi-1198936
***
Doç. Dr Hanifi Macit'in daha önce yayımlanan Anarşist, Egoist, Nihilist kitabının devamı Max Stirner : Eğitimimizin Sahte İlkesi ya da Hümanizm ve Realizm
Çevirmenler Fikret Arargüç ile Hanifi Macit'in önsözde çok doğru bir tespitleri var. "Stirner, sorunları çözme gayretiyle değil, görme ve gösterme gayretiyle çalışmış bir düşünürdür." diyorlar. Bu tespit çok yerinde ve önemlidir. Çünkü tüm modern düşünürlerin büyük bir heyecanla katıldığı Hegelci tez/antitez/sentez iddiasına karşın hakikati bulmak için referans gösterdiğimiz doğada 'sentez' diyebileceğimiz bir 'doğru' yoktur. Hayat sadece tek başına gerçekleştirdiğimiz bir tecrübeden ibarettir. Dünyadaki tüm tepeden inme müdahaleler, doğruyu bildiğini, sentezi yaptığını sanan kaba gücün 'sorunları çözme gayretiyle' insan iradesini ortadan kaldıran eylemleridir ki, toplumsal çıkmazın nedenidir. Zaten kendisi de 'ölmeyi bilen bilgi, hayatın kendisidir' diyor. Günümüzde asıl tartışılması gereken budur!

Burjuvazinin kültürüne karşın proletaryanın ideolojisi vardır. Aksi zannedilse de kültürüyle bir proletarya yoktur ama folkloruyla köylülük ve müzeleri, kurumlarıyla bujuvazi vardır. İşçi sınıfı felsefesi dediğimiz 'diyalektik materyalizm', burjuva ve köylülük arasına sıkışıp ezilenlere direnme gücü veren bir moral değer, hak iddia eden politik risale, zamanın ruhuna ait bir beden ve ekonomik refahı arzulayan bir sınıf için geçici bir siyasi malzemedir. Bugün postadan çıkan kitabı elime geçtikten yarım saat sonra bitirdim. Konu bir ölçüde bugüne kadar süren bir haksızlığı telafi etme zarureti, hatta sınıfların büyük anlatısında yeteri kadar açılmamış bir pasaj olduğu için önemlidir. Çeviriyi Dr. Fikret Arargüç ve öğretim üyesi Doç.Dr. Hanifi Macit yapmışlar. Stirner'in makalesini eğer Hegel'in Tüze Felsefesi'ni okudunuzsa rahat değerlendirebilir, döneme ait gereken irtibatlandırmaları yapar, Genç Hegelcilerin topyekun ifade ettiği karşı çıkışları bir nedene bağlar ve yerli yerine oturtabilirsiniz. -Dönem algısı için Nota Bene'den daha önce çıkmış olan bir başka eseri, Bruno Bauer ve Karl Marks'ı burada analım- Ancak Stirner'i anlamak için geçen yıl tamamı yayımlanan Marks'ın Alman İdeolojisi'ndeki 299 sayfa tutan yazıyı sakın kaynak kabul etmeyin. İkinci elden aktarımlarla 'biricik ve mülkiyet'i okumayın. O, Marks'ın bir başka vechesini dile getirdiği dönemin Hegel okumaları içinde ayrı değerlendirilmeyi hak eden tüm erk mekanizmalarının önüne savunduğu 'büyük' insanı koyan özgün ve yaratıcı bir ustadır. Makinanın dişlisi, devletin palikaryası, toplumun fedaisi olmayı kabul etmeyen 'özne' kabul etmek gerekir ki Freud'a yem olacak zenginlikte muhteşem egosuyla biraz netameli bir şahsiyettir. Fabrikalarda, pazarda, refah toplumunun üretim histerisiyle yabancılaştığı tüm toplum oluşumunda; kısaca Marks'ta.. Çokluğun içinde yok olmuş bireyin savunucusudur. Modernizm, Batının empoze ettiği yaşam şekliyle zuhur eden sanayi toplumunun geleceğine, ilerlemenin mecburiyet olduğuna inancın adıdır. Şizoid tutku ve güvenlik takıntılarıyla tüketim toplumu ritüellerine uygun meta/kültür mübedelesini yaratma telaşındaki müzakere pratiğinin amacı Avrupanın emperyal değerleriyle bir yaşam tarzı istibdadır. Postmodernizm ise bu inancın hedeflerinin serap olduğunun ve ilerlemenin rüya değil kabus hatta geri çıkamayacağımız topyekun obsesyon olabileceğinin anlaşılmasıdır. Her kültür ekonomik pozisyonundan önce diğer tarafa önermeleri ve genetik bağ, aşiretçi irtibatlarıyla narsist ve dolayısıyla etnosentriktir. O, akıl tutulmasına uğramış coğrafi oluşuma içeriden yöneltilen erken ve akılcı bir tepkidir. Modern insanın bilinç dışına gönderdiği nevrotik duygu ve patojen davranışlarına başkaldırır. Endüstri toplumunun düşünürü olarak yanlışı doğrulamaktan ziyade bir büyük oyun bozandır; yapıcı değil yıkıcıdır. Ne var ki, hiçbir dönem ne kendine ne felsefesine, ürününe, 'anarşist' demez. Ne var ki, devletin bağnazlığı karşısında idol arayan 'açık toplum' savunucuları anarşizmin felsefesini onunla başlatırlar. Nietzsche ise itiraf etmek gerekir ki, müştereklerindeki asli gerçeğiyle ruhi ve edebi varlığını doğrudan ona borçludur. Kapitalizm, Marksizm ve sermayenin bağrından doğan türevleriyle tüm ideolojiler; gene kendi muarızları tarafından revizyona tabi tutulmuşlardır. Buna karşın bireyi hayatın merkezine alan Stirnerci düşünce vahim kabul edilmiştir. Reddi oluşturan eşik 'emek' tanımına bağlanan şizoid arzudur; toplumun tüm değerlerini inkişaf ettiren 'üretim' paranoyasıdır. Entelijansıyanın başa çıkamadığı gücü sarakaya alma yolunu seçmiş olmasına hayret etmiyoruz. Her şartta günah keçisi ilan edilerek lanetlenen liberterlere, anarşistlere reva görülen bu muamele eski bir itibarsızlaşma yöntemidir. Bilinen az sayıdaki resminden biri Engels'in yukarıda yer alan karikatür. Bolca referans verilen, etkisi büyük olmasına rağmen neredeyse hiç bilinmeyen bu düşünürü Türkiye, İbrahim Türkdoğan'ın web üzerinden yaptığı nitelikli paylaşımlar ve değerli akademisyen Hanifi Macit'in daha önce yayımladığı kitap ve makalelerle bir nebze tanımıştı. 'Eğitimimizin Sahte İlkesi' başlıklı makale, Nisan 1842'den itibaren Marks'ın yönettiği Rhein Zeitung'un dördüncü sayısında yer aldı. Gazetenin genel yayın yönetmeninin bu yazıyı Stirner'den talep ettiğini düşünürsek aralarındaki husumetin, hasım/rakip olmaktan kaynaklandığını daha iyi teşhis edebiliriz. Zaten daha sonra kılıçların çekildiği Marks'ın 'Leipzig Konsili, Aziz Max' krıtiğinde 'kendi kurgusuyla hoşnut Stirner' hakkında bol hakaret, aşağılama, makaraya alma dışında da tutarlı bir eleştiri, ütopikliği karşısında tutarlı modernist bir öneri yer almaz. Gazetenin Nisan nüshasında yer alan 'Eğitimin Sahte İlkesi' yazısını Genç Hegelcilerin fikriyatın her bir parçasını tamamladığı düşünürün öteki yazıları takip etti. Fenomen Yayıcılık'tan çıkan kitap, bundan sonra da devam edeceğini umduğumuz Stirner araştırmalarının ilkini temsil ediyor diyebiliriz. Sn. Hanifi Macit ve Sn. Fikret Arargüç kültür yayımcılığında önemli bir eksiği kapamışlar ve çağı derinden etkiyen yazarına gereken itinayı gösterdikleri çevirileriyle bir görevi yerine getirmişlerdir.
www.fenomenyayimcilik.com
http://www.idefix.com/kitap/max-stirner-anarsist-egoist-nihilist-m-hanifi-macit/tanim.asp?sid=K1XQ881F6S7SF7VK5WDC
http://en.wikipedia.org/wiki/Max_Stirner
***
Mustafa Ata sergisine verdikleri sessiz tepkiyle anlıyoruz ki, tedirgin olmuşlardır. Bu bile serginin ve kitabın, sanatçının ve yazarın amacına ulaştığını gösterir!

ArtPrice’ın 2013 raporunun yayımlandığı, 1945 ve sonrasında doğmuş sanatçılardan oluşan 500 sanatçılık listede Türkiye’den 7 sanatçının yer aldığı belirtiliyor. İlk sırada 162.5 milyon Avro ile Jean-Michael Basquiat vardı, ikinci sırada 40 milyon Avro ile Jeff Koons, üçüncü sırada 25 milyon Avro ile Christopher Wool’du. ArtPrice sıralamayı müzayedelerdeki satış tutarları üzerinden yapıyor. Türkiye’den Kemal Önsoy 1 milyon 130 bin Avro’luk satışla listeye 124. sıradan girmiş. 469 bin Avro ile Canan Tolon 250., 331 bin Avro ile Azade Köker 338., 307 bin Avro ile Ahmet Oran 346., 290 bin Avro ile Mustafa Ata 359., 229 bin Avro ile Haluk Akakçe 429. ve 181 bin Avro ile Selma Gürbüz 496. sırada. Listedeki tüm sanatçılarımız uluslararası koleksiyonlara girmiş, eserleri müzelerce satın alınmıştır.
http://imgpublic.artprice.com/pdf/artprice-contemporary-2012-2013-en.pdf
Ağla sevgili yurdum ağla! Öteki taraftakilere niye kızıyoruz? Türkiyenin gerçeğidir ahbap çavuş ilişkileri. Eş ve dost tarikatlarına yayın yapan kültür sanat editoryası, böyle önemli bir sergiyi bir ay boyunca haber yapmama gayretleriyle şahsi husumetlerini bir kere daha gösterme fırsatını yakalamışlardır. 2013 ArtPrice'ın dünyanın en değerli ressamları listesinde yer alan Mustafa Ata'nın, Nişantaşı, Galeri İdil'deki Zamanın Bedeni sergisinin bugün son günü.
Ata'nın renkle, çizgiyle, resim altlarında sözle dile getirdikleriyle kitaptaki metinler, hayat önündeki değerlendirmeler bütünüyle örtüşüyor; oysa insanlar, kendilerine daha da geçici doyumlar sağlayan, burjuvaları eğleyen, kurulu düzenlerinde polemikten uzak, kimseleri rahatsız etmeyen cümleler kurmamızı bekliyorlar. Burjuvazi küçüktür; ne ki mide bulandırır!
Adorno'nun altını çizdiği gibi eseri tüketirken baş dönmesine kapılmaları onlar için kafidir. Fazlasını değil, sadece kendilerinin de iç yüzünü bildikleri ve kınadıkları aldanma (belki de simulasyon dememiz gerekir) ancak referansları varsa bu çevrelerde tasvip edilebilir. Banaldir ama fitratleri icabı ezelden beri böylelerdir; ilk söyleyen olmanın cüretini ayıplarlar; korolar halinde kınarlar. Oysa Yakup masalarının müdavimi entelektüellerimizin örnek aldıkları merkezlerde sıradanlık bile yaratıcı bir disiplinle tezgahlanır. Fordist üretimin imalat bantları, sadece nesneleri bir araya getirmekle yetinmez; derlediği öznelerin ahlakını da bireysel seçeneklere yer bırakarak montajlar. İnsanların seri tüketmek zorunda hissettikleri eşsiz moral değerler, biricik fetişler yolculuklarına her yerde medyanın çağrısıyla başlar. Ancak burada davulcu davulunu çalmamış, tellal aktini boşlamış, delalet göstermemesi gerekenler zifir karanlığa yeğlemişlerdir. Erbap, sanatçının yeteneği ve emeğini yok sayarak araya yakın çevresinden epileptik portreler, müstehcen parçalar yerleştirerek suiniyetiyle doğal süreci sabote etmeye çalışmıştır.
Köşe başları işgal edilmiş gazeteler kağıttan kaplandır. Ne kadar hırçınca karşı çıksalar ya da sessizce manipule ederlerse etsinler, sansür kendini iptal edecek ve Kültür, olduğu marazi haliyle değil, olması gerektiği doğal biçimiyle evrimleşerek yaşayacaktır!
Duchampın pisuvarı ya da Granadanın işgali; olmadı Berkin'in, Ali İsmail'in portresi: Eleştirisi öznesini nesneleştirerek, başkalarının acılarını seyrettikleri 'gerçek'leri biblolaştırarak tükettikleri yavan hikayeyi, parası karşılığı iştiraklarla, ayyuka çıkmış vaveylalarla talep ederler. 'Gözlerini acıyla sıkı sıkıya kapatıyorlar ve maruz kaldıkları ve ne amaçla imal edildiklerini bildikleri şeyleri, kendilerini aşağılayarak olumluyorlar!' Marks'ın söylediği gibi sanat eleştirisinin fazlası zararlıdır; küçük burjuvaların ezberlerini bozmuş, akıllarını karıştırmış, kültür personelinin müşterisine reva gördüğü akıl uyuşturmalarına 'müstahaktır' demeden tarafların huzur hakkını ihlal etmiştir. Oysa demokratik teamülleri düşünürsek 'eleştiri' hakkının kullanılmasına entelektüel medyanın saygı duyması umulur. Türk resim sanatının bir ustasından ve üç haftası geçmiş önemli sergisinden bahsediyoruz. Bir kamu görevini yerine getiren gazetelerin kültür/sanat sayfalarının konuyu haber yapmamaları lüksü yoktur. Konuya arka sayfasının tamamını ayıran Aydınlık ve Milliyet dışında medya bir ay boyunca suskunluğu seçmiştir. Birinin manşetten verdiğini diğerinin yok sayması bile dengelerinin ne ölçüde sarsılmış olduğunu gösteriyor. Mustafa Ata sergisine verdikleri sessiz tepkiyle anlıyoruz ki, 'efendi' kardeşlerimiz böyle bir anlatıyla rüsva ve kepaze olanlar adına fazlasıyla tedirgin olmuşlardır. Bu bile serginin ve kitabın, sanatçının ve yazarın amacına ulaştığını gösterir! Sorun, kaprislerinden ziyade editörlerin kendilerini nereye ait hissettiklerindedir..
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/29553/Kemal_Onsoy_un_Sirri.html
Yoksulların öfkesi, zalimlerin neşesi dersek biraz fazla abartmış oluruz. Şerh düşsek de vicdanları yoran sokaktaki hareketlerle birlikte kıran kırana geçen maçları ekran başında ara vermeden takip ediyoruz. Brezilya hükümetinin 2014 FIFA Dünya Kupası için 12 milyar dolarlık ve 2016 Olimpiyatları içinse 13.3 milyar dolarlık ayırduğı bütçe önemini koruyor. Bu akşam eğer Kamerun önünde dört puanı olan Brezilya yenilir ve diğer maçta üç puanı olan Hırvatistan kazanırsa dünya kupasına itirazların sel gibi büyüyeceği ortada. Halkın afyonu futbol! Tabii ki büyük bir sosyolojik olgu olduğu için maçı bu akşam büyük bir dikkatle izleyeceğiz! Bir tiyo verelim; puanı olmayan Kamerunla berabere kalsa bile Brezilya ikinci tura geçecektir!
Yüreğimiz, "need food, not football" diyen yoksul halkın, Brezilya'nın finansörlüğüne karşı gösterdiği direnişle çarparken 2014 Dünya Kupası tüm hızıyla devam ediyor. H Grubu'ndaki kritik mücadelede Cezayir, Güney Kore'yi 4-2 mağlup etti. Kuzey Kore'nin büyük sempati topladığı maçta Cezayir, gruptan çıkma şansını son maça taşıdı. İşin tatsız yanı İspanya, İtalya, İngiltere gibi emperyal kuvvetlerin ricat ettiği bu mücadele, bundan sonra bize yeteri kadar keyif vermeyecek gibi!
Cezayir'in 32 yıl sonra gelen Dünya Kupası galibiyetinde golleri Slimani, Halliche, Djabou ve Brahimi kaydetti. Güney Kore'nin gollerini ise Heung Min ve Ja-Cheol attı. Gruptaki ilk maçında Belçika 'ya 2-1 mağlup olan Cezayir ölüm kalım maçına çok hızlı başladı. İlk yarıda Güney Kore'yi sahadan silen Cezayir ilk 45'i 3-0'da önde kapattı. Asya temsilcisi Güney Kore 2. yarıda daha toparlanmış ve görüntü çizse de farkı kapatamadı ve sahadan 4-2 mağlup ayrıldı. Cezayir bu galibiyetle puanını 3 yaparken Güney Kore 1 puanda kaldı. H Grubun'da Belçika 6 puanla lider durumda. Grubun son maçlarında Cezayir, 1 puandaki Rusya ile Güney Kore ise lider Belçika ile karşılacak. Gruptan Belçika'nın ardından çıkacak 2. takım bu maçlar sonucunda belli olacak.
Cezayir'in 32 yıl sonra gelen Dünya Kupası galibiyetinde golleri Slimani, Halliche, Djabou ve Brahimi kaydetti. Güney Kore'nin gollerini ise Heung Min ve Ja-Cheol attı. Gruptaki ilk maçında Belçika 'ya 2-1 mağlup olan Cezayir ölüm kalım maçına çok hızlı başladı. İlk yarıda Güney Kore'yi sahadan silen Cezayir ilk 45'i 3-0'da önde kapattı. Asya temsilcisi Güney Kore 2. yarıda daha toparlanmış ve görüntü çizse de farkı kapatamadı ve sahadan 4-2 mağlup ayrıldı. Cezayir bu galibiyetle puanını 3 yaparken Güney Kore 1 puanda kaldı. H Grubun'da Belçika 6 puanla lider durumda. Grubun son maçlarında Cezayir, 1 puandaki Rusya ile Güney Kore ise lider Belçika ile karşılacak. Gruptan Belçika'nın ardından çıkacak 2. takım bu maçlar sonucunda belli olacak.
***
Sedat Simavi Karikatür Yarışması'nın 'Aydın Doğan' ismiyle takdim edilmesi ve 20 yıllık Hürriyet Gazetesi sahipliğine karşın 31. ödülü vermesi doğru mudur?
Hürriyet gazetesinin kurucusu Sedat Simavi aynı zamanda iyi bir karikatüristti. Evlatları babalarının ölümünden sonra bu saygın uğraşındaki ismini yaşatmak için Sedat Simavi Karikatür Yarışmasını düzenlediler. Aydın Doğan, Hürriyet gazetesini 1994'te satın aldıktan sonra bu yarışmanın ismini kendi adıyla değiştirdi. Bu ödüllerin konmasının nedeni Sedat Simavi'nin karikatür dalında verdiği eserlerle birlikte bu sanata sevgisini gazetenin kurucusu olarak yaşatmak ve hatırlatmaktı. Onun karikatürcü geçmişine karşın öncesinde müteahhit olan Aydın Doğan'ın isminin bu yarışmaya verilmesiyse tam anlamıyla bir garabet ve kurumsal kültür eksikliğidir. Politikada ya da birbiri üzerinden kariyer gerçekleştirilen afaki herhangi bir yerde; yeni gelenler mecburlarmış gibi isimlerini, gidenlerin isimlerinin üstünü çizerek yazarlar. Tarih onlarla başlamış gibi geçmişi kazırlar. Kendilerine cv'lerini kabartacak sahte bir görkem ve yersiz ışıltılar bahşederler. Bu tür faaliyetler ülkede buluğ çağından olgunluğa giden süreci kesintiye uğratmakta her zaman mahir olmuştur. Bu kadar danışman, meslek dernekleri, mizah gücü yüksek karikatürcüler ve onlarca jüri üyesinin katılımıyla her yıl tekrar eden bir zaafiyetten bahsediyoruz. Bir 'aferin' için saygın şahsiyetin isminin hatırına konuyu çarşaf gibi veren duygusal kültür/sanat editörleri, camiaya dışarıdan destek olan ökse kuşları takdir edilmeyi bekleseler de herkesten gizledikleri sır rahatsızlık vericidir. Kral çıplaktır! Eleştiri sonuçla ilgilenmez ama maddi hatalarla ilgilenmek zorundadır. Güldürürken düşündüren karikatür sanatına uygun düşen bir amacı yerine getiren Aydın Doğan'ı nazikçe ikaz etmesi gerekenler ne yazık ki yıllardır üç maymunu oynamaktadırlar..
Gazetelerin yazdığına göre : 'En prestijli ödül Antalyalı Kürşat Zaman'ın!'
Alanında dünyanın en prestijli ödüllerinden 31. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması'nda birinciliği Antalyalı karikatürist Kürşat Zaman kazandı. İran'dan Mojtaba Heidarpanah ikinci, Polonya'dan Krzysztof Grzondziel ise üçüncü oldu.
http://www.radikal.com.tr/hayat/en_prestijli_odul_antalyali_kursat_zamanin-1197536
http://www.aydindoganvakfi.org.tr/tr/internationalcaricature.aspx
***
Teröristlerin silah fabrikaları ve ağır sanayileri yok; onlar için bunları üretenler, toparlanmaları için uygun koşullarını yaratanlar, iletişimlerini temin edenler, finansmanını, lojistiğini, ideolojisini sağlayanlar hep gelişmiş ülkeler..İşid ya da mezhepler sorunu değil asıl konu; İnsan'ın öldürmek için ne yazık ki her zaman geçerli bir nedeni vardır!
Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi'nde, Marks, 'Radikal olmak, şeyleri kökünden kavramaktır; ama insan için kök, insanın kendisidir' der. Sıkıntı da bundan kaynaklanır. Kök, doğanın itkisinde değil de hasarlı vicdaların tekelinde, düşmanlıkları yaratan 'bilgi'nin inhisarında, siyasetin ve ekonominin ihtiraslarındaysa bu gidişin önünü kesmek mümkün değildir.
Siz hiç mezbahanede danaların modern giyotinlerle başlarının gövdelerinden ayrılmalarına şahit oldunuz mu?.. Tavuk çiftliklerinde felçli hayvanlara yapılan işkenceye? Endüstriyel gıda terörünün öznesi acı çeken canlara? Atların kafalarının palalarla kesilmesini, preslerle onar onar ezilerek öldürülen domuzların elekrtikli testereyle doğranmasını gördünüz mü? Çinlilerin kedileri canlı canlı kaynar suya daldırıp çıkartıp, ayaklarının tırnak başına bıçağın sivri ucunu takıp derisini yüzerken ki haykırışlarını.. Bazılarına 'olur' verdiğimiz, bazılarınıysa nefretle kınadığımız 'ölüm' bir sektör. Öldürmek sadece silahlarla katletmek değil, yaşamak için ekonomisi olan büyük bir endüstri. Bütün kitlesel ölümler toplam bir dakikadan az sürüyor; bu akıl almaz gösterileri yapanlar sizi düşünerek çalışıyorlar! Kavrulan meşeleri, sedirleri, servileri, testereyle biçilen ağaçları, buldozerlerle talan edilen ya da içindekilerle ateşe verilen ormanları. Yanarken uçmaya devam eden kuşları, tutuşmuş kurtları, üzerindeki kabuğu ateş topuna dönen kaplumbağları.. Çukurların dibinde infaz edilen gençleri. Çıkardıkları sesleri dinleyip, göz göze geldiniz mi hiç.. Biliyorum, yazının akışı zihninizdeki kategoriyi bozduğu için fışkıran kanın hangi kaynaktan geldiğine göre tam bir duygu oluşturamadınız.
Ormanın sonsuzluğu ve cinslerinin olağan mücadelesinde yaşaması gerekirken, tüm hayatı boyunca 4 metrekare kafeslere hapsedilen aslanları, tilkileri, tavşanları, sincapları.. İnsanın, bilinciyle hâlâ doğaya ait olan hayvanlara, ağaçlara, ormanlara reva gördüğü ölümün sıradanlığı bizi şaşırtmıyor. Öyle ki,'insan'ın, hayatın tüm türlerine 'akıl' ile düşmanlaşmasını olağan kabul ederken, aynı güdüyü politik amaçlarla sürdürenlerin ya da dinsel mezheplerin katliamlarına niye hayret ediyoruz? İnsanın öldürmek için hep bir sebebi vardır!
http://dunya.milliyet.com.tr/infaz-goruntuleri-ortaya/dunya/detay/1898032/default.htm
http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/26629730.asp
***
GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var!
Purdue Üniversitesi'nden Prof. Don Huber: "Genç bilim insanları için GDO'larda toksin bulmanın cezası var. Kariyerlerinde ilerlemek, gelecek araştırmalarına fon bulmak, doğrudan ya da dolaylı baskılar... Genetik mühendislik ürünleri üzerinde 'mülkiyet hakkı' kurulabiliyor, ürünün 'sahibi' şirketler onlar üzerinde test yapılmasını, negatif sonuçların yayınlanlanmasını yasaklayabiliyor"
***
HBK
http://www.sabah.com.tr/Pazar/Yazarlar/kahraman/2014/06/01/internette-kufur-kiyamet
***
Yıllar önce İstanbul Bienaliyle ilgili bir panelde söylediğimizde ünlü katılımcılar provokatif bir ihlalle karşılaştıklarını düşünüp masadan alelacele kaçmışlardı. Sorozcu faaliyetler bugün de merkezin irşat etmeye çalıştığı periferilerde sürüyor. O gün için irite eden bu saptamalar görüyoruz ki nedensiz bir eleştiri değildi. Artık mızrak çuvala sığmıyor. 1/7/2013 skopbülten yazarı Ali Artun'dan bir alıntıyla devam edelim : "Soros’un baştan finanse ettiği ve en tepeden yönettiği çağdaş sanat merkezleri, açık toplum enstitüleri ve diğer benzer kuruluşların etkinliklerini sürdürmek için artık onun himayesine ihtiyaçları olmadığı ortadadır. Zaten onun en kritik buluşu, bir iletişim modelidir, bir yönetim sistemidir ve bir ilişki ağıdır. Bunlar artık onun malı olmaktan çıkmış, kültürel diplomasi, sanat ve kültür yönetimi gibi disiplinlerin ders konuları olmuştur. Bir asır önce bu bölgeyi uluslara göre haritalandıran aynı güçler, şimdi etnik cemaatlere ve farklı mezheplere göre yeniden tasarlamaktadır. Bu tasarımın en önemli aracı bir iletişim diline dönüştürülen sanattır. "
"‘Soros’ diye bilinen Açık Toplum Fonu’na (Open Society Fund) ait olan Soros Çağdaş Sanat Merkezleri (Soros Centres for Contemporary Arts – SCCAs). Başlangıçta bu merkezler, yerel sanat ortamlarını belgelemeyi, mevcut sanat projelerini finanse etmeyi ve ulus-aşırı olarak özgürleşmiş yerel sanatı uluslararası sahnede sunmayı sağlayacak kurumlar olarak tasavvur edilmişti. Zamanla Merkezler, geçiş sürecindeki Doğu ile küreselleşme sürecindeki Batı arasındaki boşluğu dolduran finans, iletişim, sergileme, tanıtım ve eğitim ağlarıylaeklemlendi. Merkezlerin oluşumundan sonra karakteristik bir durum ortaya çıktı: Bütünüyle farklı, hatta kimi zaman birbiriyle kıyaslanamayacak kültürlerde, benzer yeni sanat görünmeye başladı. Anlatılar ve sunulan durumlar farklıydı; fakat araçlar, yani sunumun, dışavurumun ve iletişimin poetikası, tamamen benzerdi. Eğri oturup doğru konuşalım: Bu, muhtemelen önceden tasarlanmış bir plan ya da program değildi; ama her halükârda, bir tür Zeitgeist metafiziği olmadığı da muhakkak!?! Bence bunun, işlev, yapı ve etki arasında, Foucault’nun (söylem) ya da Žižek’in (ideoloji) uzun zaman önce ifşa ettikleri ilişkiyle bağlantısı var. Bu da demektir ki, sanatı, sanat dışı kıstaslara göre yeniden şekillendiren kurumun işleviyle karşı karşıyayız. (..)
Soros realizmi, postmodern çoğulculuğun ve çok kültürlülüğün, yüzyıl sonunda Avrupa toplumlarının gerçekleştirmek zorunda olduğu aydınlanmış siyasal liberalizmin bir kıstası olarak yumuşaklıkla ve incelikle tektipleştirilmesi ve standartlaştırılmasıdır. Böyle bir yaklaşımın somut bir yararı, hem yüksek hem de alternatif sanattan doğmuş ‘sınırlı’ (tamamen elit) özgürleşmeden, yerel kültür çerçevesindeki kapsayıcı toplumsal özgürleşmeye geçiştir. Örneğin, ‘akademik’ ve ‘müzelik’ karaktere ve kesinlikle ‘entelektüel azınlık’ söylemine sahip post-yapısalcı kuramlar ve liberalizmin değerleri, şimdi sanat ‘üzerinden’, yeni beliren orta sınıf entelektüel tabakanın ve onun kamuoyunun ‘normal’ kültürünün söylemi, beğenisi ve değeri (doxa) oldu. Sanata böylesi bir yaklaşımın somut zararı ise, sanatsal ve estetik amaçları kültürel olarak belirlenmiş etkiler şeklinde gerçekleştiren bir ‘ortalama genel bakış’ oluşturmasıdır. Başka bir deyişle, gençlerin, marjinallerin ve geçiş sürecindekilerin sanatı, vaat edilmiş hayatta kalma ve gerçekleşme imkânlarından oluşan, kendilerine ayrılmış bir seyyar rezervasyon’a kapatılmaktadır."
(1) http://www.e-skop.com/skopbulten/soros-realizmi-kuresel-cokkulturculuk-duzeninde-cagdas-sanatin-akibeti/956
Kapitalistler ne kadar çok kâr elde ederlerse, iyimserlere göre en alttakilerin refahı için de o kadar çok para temin ederler. Marks 1844 Elyazmalarında 'Para, herşeyi karıştırıp mübadeleye soktuğuna göre, her şeyin evrensel karşılığıdır . Öyleyse tersine çevrilmiş bir dünyadır. ' diyor. Egemenler 'para' vererek sanatı desteklediği için 'en büyük yaratıcı ve onarıcı olan para' nın gücünü kendi itibar güçleriyle birleştiriyorlar. Bu vicdani bir eylemden çok, evrensel ve özgürleştirici bir borç/alacak bakiyesi , emperyal kültüre ait kurumsal bir tek yanlı yardımlaşma çıkarsallığı ya da mülki haklarından vazgeçme ve zihinsel bağımlılık sözleşmesidir.
Hürriyet gazetesinde bir eleştirmen 9 Nisan'daki yazısında "Anadolu'da açılan bir müzenin bırakın açıldığı bölgeyi, kenti tanıtmasını; oradaki insanların sanat üreticisi kimliği kazanmalarını sağlamasını yurt dışında ödül alması bile üzerinde durulması gereken, örnek alınması gereken bir girişim" diyor. Cümle zor ama, kültür yazarının 'bölge halkının sanat üreticisi kimliği kazanması' tanımını anlayıp hazmetmek daha da zor.
Bayburt Baksı Modern Sanat Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından verilen ödülü aldı. Marks, 'maddi hayatın üretim tarzı, entelektüel hayatı koşullandırır' diyor. Burada olansa tam tersi; entellektüel hayat, bozkırın ortasında yaşayan köylünün kafasını bulandırarak kendine ve hayatının gerçeğinden doğan üretimine yabancılaştırıyor. Medyada düşman olduğu kadar övgü de mebzul miktarda mevcut; olmayan acı söyleyen dost! Baudlrillard'ın dediği gibi yalnız önünü değil ardını ve etrafını değerlendirerek ilerleyen diyalektik hiç kuşkusuz her türlü eleştirinin ulaşabileceği son aşamadır.
Türkiye şartlarının güçlüğünü bilmenin bilgisiyle her faaliyete olumlu yaklaştığını biliyoruz. 'Oradaki insanların sanat üreticisi kimliği kazanması' diyor bu zor coğrafyadaki emekle kotarılan bu sergiyi öven yazar. Ne var ki tüm masumiyetine karşın 'tanım' son derece sakıncalıdır. Bozkırın ortasına itinayla kondorulan Miro'ya ait bu bu kütlenin, emperyal fetişlere ait bu cüretkar nesnenin kültürel tacizidir konumuz. Bir emrivakiyle karşı karşıya kalıp entelektüelleri aracılığıyla kendine yabancılaşan halkın edilgenliği, modernite karşısındaki çaresizliği ne ilktir ne de son; biliyoruz ama bunları yaparken iyi niyetlerinden zerrece şüphe etmediğimiz yazar ve sanatçıları da bir kere daha yeniden düşünmeye davet ediyoruz..
Öznesi nesnesine karışmıştır. En aykırı çağrılarında, en anarşist manifestolarında, en isyankar ya da putkırıcı ve özgürlükçü taleplerinde, doğrudan demokrasiye en açık davetlerinde bile ait olduğu küresel nizamın normlarını, örtülü çıkarların standartlarını dile getirir. Amaç, sınırların kalktığı, farklı kültürlerin baskılandığı, sermayenin manipülatif enfeksiyonlarına açık yekpare bir sosyal platformdur. Müşterisinin aleyhinde çalışamayacağı, keyfi için onu besleyen velinimetine ihanet edemeyeceğine göre, müptelası olduğu doğal yaşamı, saygıyla şapka çıkardığı insanların haysiyet ya da çalışanın emek mücadelesini dürüstçe ciddiye alması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Görüntüyü, sesi, yoksulluğu, öfkeyi, acıyı hıfzeder; gönüllere yönelik temaşanın kudretiyle nakarattan mazlum bir melodi üretir. Şovizm, mutlak surette pragmatik yerine göre pesimist/optimist bir ideolojidir. Çağdaş Sanat'ın kullandığı sivil itaatsizliğin pratikteki anlamı, kârın üstündeki artık değerden damıtılmış her türlü birikimle finansa edilen gayet spakülatif tarzda bir varoluş rejimine, kapitalizmin yaşam biçimine, modernizmin tutkularına payanda olabilmektir. "Soros realizmi, postmodern çoğulculuğun ve çok kültürlülüğün, yüzyıl sonunda Avrupa toplumlarının gerçekleştirmek zorunda olduğu aydınlanmış siyasal liberalizmin bir kıstası olarak yumuşaklıkla ve incelikle tektipleştirilmesi ve standartlaştırılmasıdır." (1) Kullandığı enstürman, 'masum' bir aparat gibi durur. Paranın şeyleştirdiği pozitif kavramların direncini kıran, acıları olmadık yerlerinden büken, emekle sermayeyi karıştıran, her şartta herkesle kırıştıran günlük hayatın melek yüzlü negatif kahramanıdır çağdaş sanat. İnsanları ve sosyal zümreleri zenginleştirirken bireyleri ahlâken fakirleştiren, toplumsal moral değerleri oluştururken kitleleri naçar bırakarak yoksunlaştıran, vicdanları ve yoksulları tepe tepe kullanan, maharetli ellerde önemli bir propaganda aygıtıdır ki, hiç bir zaman göründüğü kadar güzel, nezih, saf ve bakir değildir..
Hüsamettin Koçan, 22 Haziran tarihinde Cumhuriyet'te yer alan röportajında "Baksı, insanı üretken kılarak direnç oluşturmaya çalışan bir proje, bu da çok masum bir şey. Zaten masumiyeti bir direnç olarak görüyorum. Aslında Baksı bir vicdan projesidir. Yok olmaya, ötekileştirmeye, insanı bağlam dışına itmeye, insanı kendi öyküsünden koparmaya karşı direnç oluşturma meselesi" diyor. Anlatmaya çalıştığımız gayet güzel , özetlemiş Koçan. Biz de tam bunu söylüyoruz!

Haber şöyle: Bayburt bozkırının ortasında bir kararlılık, idealizm ve umut anıtı gibi yükselen projesi Baksı Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nün sembolü olan büyük Katalan sanatçı Joan Miro'nun orijinal bir heykeliyle birlikte 23 sanatçının eserlerinin yer aldığı 'Miro'ya Açılan Heykelli Yol' sergisine ev sahipliği yapıyor.
Buraya ait olmayan bir hakikat, emperyal kültürün 'iyi'sinin metazori önermesiyle yerel bilince çomak sokan kolonyalist bir gerçek var.. Avrupa Parlamenter Meclisi üyeleri bizi gözetiyor ne ki, bir ucu Soros'a uzanan faaliyetleri entelektüel Türkler abartılı bir şekilde seviyor!
Artık bazı meslek gruplarından farklı isimleri sık sık burada görmeye başladık. Geçen yıl bazı etkinliklerde Amerika'nın 10 zengini arasında yer alan spekülatör Soros'un danışmanı ünlü sanat dealer’ı Edgar Batista'nın olmasına kimse şaşırmadı. ABD'nin ilk 50 hayırseveri geçen yıl 7.7 milyar dolar bağışta bulundu. "Chronicle of Philanthropy" kurumunun verilerine göre, bağışların çoğu çevre fonları, üniversite, eğitim ve kültür sanat kurumlarına yapıldı. Yaklaşık 1 milyar dolarla ilk sırada bulunan Zuckerberg'i Açık Toplum Enstitüsü Başkanı ve yatırımcı George Soros izledi. Gerçi bu listede Soros 47.ydi ama verdiği yardımların esas tutarının açık toplum hedefiyle sivilleşme ve kültür sanat alanında olması Türkiye'de de bunların kullanılması, Soros'u gündeme taşıdı.
ABD’li ünlü spekülatör ve yatırımcı George Soros tarafından finanse edilen Açık Toplum Enstitüsü’nün başta İKSV olmak üzere AB, eğitim, reform, kadın, kültür-sanat, sivil toplum ve medya kuruluşlarının çeşitli projelerini doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediklerini biliyoruz.
http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/destek-programlarimiz.php ve enstitünün resmi sitesi olan www.soros.org dan güncellemeleri görebilirsiniz.
Kapitalistler ne kadar çok kâr elde ederlerse, iyimserlere göre en alttakilerin refahı için de o kadar çok para temin ederler. Marks 1844 Elyazmalarında 'Para, herşeyi karıştırıp mübadeleye soktuğuna göre, her şeyin evrensel karşılığıdır . Öyleyse tersine çevrilmiş bir dünyadır. ' diyor. Egemenler 'para' vererek sanatı desteklediği için 'en büyük yaratıcı ve onarıcı olan para' nın gücünü kendi itibar güçleriyle birleştiriyorlar. Bu vicdani bir eylemden çok, evrensel ve özgürleştirici bir borç/alacak bakiyesi , emperyal kültüre ait kurumsal bir tek yanlı yardımlaşma çıkarsallığı ya da mülki haklarından vazgeçme ve zihinsel bağımlılık sözleşmesidir.
Hürriyet gazetesinde bir eleştirmen 9 Nisan'daki yazısında "Anadolu'da açılan bir müzenin bırakın açıldığı bölgeyi, kenti tanıtmasını; oradaki insanların sanat üreticisi kimliği kazanmalarını sağlamasını yurt dışında ödül alması bile üzerinde durulması gereken, örnek alınması gereken bir girişim" diyor. Cümle zor ama, kültür yazarının 'bölge halkının sanat üreticisi kimliği kazanması' tanımını anlayıp hazmetmek daha da zor.
Bayburt Baksı Modern Sanat Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından verilen ödülü aldı. Marks, 'maddi hayatın üretim tarzı, entelektüel hayatı koşullandırır' diyor. Burada olansa tam tersi; entellektüel hayat, bozkırın ortasında yaşayan köylünün kafasını bulandırarak kendine ve hayatının gerçeğinden doğan üretimine yabancılaştırıyor. Medyada düşman olduğu kadar övgü de mebzul miktarda mevcut; olmayan acı söyleyen dost! Baudlrillard'ın dediği gibi yalnız önünü değil ardını ve etrafını değerlendirerek ilerleyen diyalektik hiç kuşkusuz her türlü eleştirinin ulaşabileceği son aşamadır.
Türkiye şartlarının güçlüğünü bilmenin bilgisiyle her faaliyete olumlu yaklaştığını biliyoruz. 'Oradaki insanların sanat üreticisi kimliği kazanması' diyor bu zor coğrafyadaki emekle kotarılan bu sergiyi öven yazar. Ne var ki tüm masumiyetine karşın 'tanım' son derece sakıncalıdır. Bozkırın ortasına itinayla kondorulan Miro'ya ait bu bu kütlenin, emperyal fetişlere ait bu cüretkar nesnenin kültürel tacizidir konumuz. Bir emrivakiyle karşı karşıya kalıp entelektüelleri aracılığıyla kendine yabancılaşan halkın edilgenliği, modernite karşısındaki çaresizliği ne ilktir ne de son; biliyoruz ama bunları yaparken iyi niyetlerinden zerrece şüphe etmediğimiz yazar ve sanatçıları da bir kere daha yeniden düşünmeye davet ediyoruz..
Öznesi nesnesine karışmıştır. En aykırı çağrılarında, en anarşist manifestolarında, en isyankar ya da putkırıcı ve özgürlükçü taleplerinde, doğrudan demokrasiye en açık davetlerinde bile ait olduğu küresel nizamın normlarını, örtülü çıkarların standartlarını dile getirir. Amaç, sınırların kalktığı, farklı kültürlerin baskılandığı, sermayenin manipülatif enfeksiyonlarına açık yekpare bir sosyal platformdur. Müşterisinin aleyhinde çalışamayacağı, keyfi için onu besleyen velinimetine ihanet edemeyeceğine göre, müptelası olduğu doğal yaşamı, saygıyla şapka çıkardığı insanların haysiyet ya da çalışanın emek mücadelesini dürüstçe ciddiye alması, eşyanın tabiatına aykırıdır. Görüntüyü, sesi, yoksulluğu, öfkeyi, acıyı hıfzeder; gönüllere yönelik temaşanın kudretiyle nakarattan mazlum bir melodi üretir. Şovizm, mutlak surette pragmatik yerine göre pesimist/optimist bir ideolojidir. Çağdaş Sanat'ın kullandığı sivil itaatsizliğin pratikteki anlamı, kârın üstündeki artık değerden damıtılmış her türlü birikimle finansa edilen gayet spakülatif tarzda bir varoluş rejimine, kapitalizmin yaşam biçimine, modernizmin tutkularına payanda olabilmektir. "Soros realizmi, postmodern çoğulculuğun ve çok kültürlülüğün, yüzyıl sonunda Avrupa toplumlarının gerçekleştirmek zorunda olduğu aydınlanmış siyasal liberalizmin bir kıstası olarak yumuşaklıkla ve incelikle tektipleştirilmesi ve standartlaştırılmasıdır." (1) Kullandığı enstürman, 'masum' bir aparat gibi durur. Paranın şeyleştirdiği pozitif kavramların direncini kıran, acıları olmadık yerlerinden büken, emekle sermayeyi karıştıran, her şartta herkesle kırıştıran günlük hayatın melek yüzlü negatif kahramanıdır çağdaş sanat. İnsanları ve sosyal zümreleri zenginleştirirken bireyleri ahlâken fakirleştiren, toplumsal moral değerleri oluştururken kitleleri naçar bırakarak yoksunlaştıran, vicdanları ve yoksulları tepe tepe kullanan, maharetli ellerde önemli bir propaganda aygıtıdır ki, hiç bir zaman göründüğü kadar güzel, nezih, saf ve bakir değildir..
Hüsamettin Koçan, 22 Haziran tarihinde Cumhuriyet'te yer alan röportajında "Baksı, insanı üretken kılarak direnç oluşturmaya çalışan bir proje, bu da çok masum bir şey. Zaten masumiyeti bir direnç olarak görüyorum. Aslında Baksı bir vicdan projesidir. Yok olmaya, ötekileştirmeye, insanı bağlam dışına itmeye, insanı kendi öyküsünden koparmaya karşı direnç oluşturma meselesi" diyor. Anlatmaya çalıştığımız gayet güzel , özetlemiş Koçan. Biz de tam bunu söylüyoruz!

Haber şöyle: Bayburt bozkırının ortasında bir kararlılık, idealizm ve umut anıtı gibi yükselen projesi Baksı Müzesi, 2014 Avrupa Konseyi Müze Ödülü'nün sembolü olan büyük Katalan sanatçı Joan Miro'nun orijinal bir heykeliyle birlikte 23 sanatçının eserlerinin yer aldığı 'Miro'ya Açılan Heykelli Yol' sergisine ev sahipliği yapıyor.
Buraya ait olmayan bir hakikat, emperyal kültürün 'iyi'sinin metazori önermesiyle yerel bilince çomak sokan kolonyalist bir gerçek var.. Avrupa Parlamenter Meclisi üyeleri bizi gözetiyor ne ki, bir ucu Soros'a uzanan faaliyetleri entelektüel Türkler abartılı bir şekilde seviyor!
Artık bazı meslek gruplarından farklı isimleri sık sık burada görmeye başladık. Geçen yıl bazı etkinliklerde Amerika'nın 10 zengini arasında yer alan spekülatör Soros'un danışmanı ünlü sanat dealer’ı Edgar Batista'nın olmasına kimse şaşırmadı. ABD'nin ilk 50 hayırseveri geçen yıl 7.7 milyar dolar bağışta bulundu. "Chronicle of Philanthropy" kurumunun verilerine göre, bağışların çoğu çevre fonları, üniversite, eğitim ve kültür sanat kurumlarına yapıldı. Yaklaşık 1 milyar dolarla ilk sırada bulunan Zuckerberg'i Açık Toplum Enstitüsü Başkanı ve yatırımcı George Soros izledi. Gerçi bu listede Soros 47.ydi ama verdiği yardımların esas tutarının açık toplum hedefiyle sivilleşme ve kültür sanat alanında olması Türkiye'de de bunların kullanılması, Soros'u gündeme taşıdı.
ABD’li ünlü spekülatör ve yatırımcı George Soros tarafından finanse edilen Açık Toplum Enstitüsü’nün başta İKSV olmak üzere AB, eğitim, reform, kadın, kültür-sanat, sivil toplum ve medya kuruluşlarının çeşitli projelerini doğrudan ya da dolaylı olarak desteklediklerini biliyoruz.
http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/destek-programlarimiz.php ve enstitünün resmi sitesi olan www.soros.org dan güncellemeleri görebilirsiniz.
Amacımız kimseyi suçlamak değil; özetle söylemek istediğimiz şayet bir değişim gereksinimi yaşanıyorsa bunun dışarıdan aktarılan bir bilinçle ve zoraki devrimlerle değil, halkın kendisinin olağan evrimiyle olması gerekliliğinin altını çiziyoruz. Eğer buna saygı duyulmazsa çalışanların toprağa/halka sevgisinden şüphe etmeden bütün etkinliklerine gönülden inandığımız temiz kalpli, safiyane arkadaşların uğraşlarına karşı tutanın elinde kaldığı bir toplum olarak özgün varlığımızı uzun süre devam ettiremeyeceğimiz tezidir.
Marks'ın; Feuerbach üzerine kaleme aldığı 2.tezi şöyledir ' Nesnel hakikatin insan düsüncesine atfedilip atfedilemeyeceği sorunu bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma tamamiyle skolastik bir sorundur.'
İnsanın temel vasfı ilerleme güdüsüdür. Bu amacın tamamlaycı unsuru, 'nesne' ile geliştirdiği ilişkide saklı olan diyalektiktir. Nesne ile girdiği diyalogdan bilgi üretmek, ürettiği bilgiyi kullanılabilir kılmak, korkularına bir güvenlik kılıfı oluşturmak yaşamsaldır. Nesnelerden ürettiği bilgiyle çevresini, merkeze aldığı kendinin çeperini, zamanını kuşatmak, ülkeler/devletler, ekonomilerle çıkarsal yaşama alanları oluşturmak, istila etmek, hiyerarşi oluşturmak, karşı tarafı örselemek ister. Bilgiyle köleleştirmek, insanın nesnelerle girdiği ilişkiler dünyasındaki döllenmenin bir sonucudur. Beynimizi, ruhumuzu , durumumuzu şekillendirme amacı olan tüm nesnelerle kurulan irtibat bir süzgeçe tabii tutulmadığında seçilim işlevsizleşir. Koçan, "Buradaki insanları üretken kılmak istiyoruz" derken cümlenin devamında üretkenliğin pazara bildiğimiz haliyle meta arzı olduğunu anlıyoruz. Koçan'ın tabirini, Hürriyet yazarı Hızlan, 'insanların sanat üreticisi kimliği kazanması' diye sınırlarını çiziyor. 'Üretkenlik' hiç kuşkusuz bir gelişmişlik göstergesidir. Baudrillard'ın doğru teşhis ettiği gibi 'ilkel toplumlarda ne üretim vardır ne de üretim biçimleri. İlkel toplumlarda bilinçaltı da yoktur. Bütün bu kavramlarla ancak bizim gibi ekonomi politiğe boyun eğen toplumları çözümleyebilirsiniz. Bütün bu kavramlar bir anlamda geri tepen değerlere benzemektedir.' İhtiyaçtan doğan üretimi değil de fazlasını bir ideoloji olarak köylünün önüne koyarsanız, Bayburt'a bir ibadet fetişi gibi postalanan ihraç fazlası Miro heykeli moral değerleri manipule ederken bile sırıtır. Yerel duyarlılığın yerini alması beklenen egemen bilincin yargı gücü, örgütlenmiş kapitalizmin yol belirleme haritasıdır. Karantinaya aldığı köylüyü ehlileştirme kılavuzunun bir ucu uzakbatı'nın aydınlanma ritüellerine uzanır. Diğer ucuysa tüccarların ve askerlerin öncü gücü misyonerlere. Kültürle bulaştırılan bu hegomonyacı enfeksiyon çok da masum değildir. Aydınların salgınlaştırdığı nadan taassubun emrine girenler olağan süreci radikalizmle keserler. Oysa, hayvanın pençesi, kuşun gagası ya da insanın beyni; doğanın buyurgan olmadığı evrimleşme modelinde yeni bir 'araç' oluştuğunda onu yaratan etken, varlığın yeryüzünün şartlarına upuygun durumunda tecrübe ettiği amaçtır. Transplantasyona bağlı değişme sembiyozu askıya alır, bütünün hareketini iş bölümüyle parçalar ve organı özerkleştirken işleviyle sınırlar. Doğa karşısında ''özgür' bir konuma sahip olduğu varsayılan öznenin ikinci doğası denilen ekonomik plantasyonda inandırıcı anlamlar üretebilmesi için efendilerin düzenindeki yerleri belli olan kölelerin kendi akıllarının sahipleri olmamaları gerekir. Nisbeten inzivadaki periferilerin, yerel kültürlerlerin yaşama mekanlarına kondurulan müzelerin fonksiyoları, fabrikalar, Avm'ler gibi önce zihinsel mekan yaratmaktır. Açık toplum, açık kafestir. Özneyi içinde tutmak, zamanla bu ağzı açık kafeste iradesiyle konumlandırmak için eğitim ön koşuldur. Pavlov'un köpeği gibi yüksek kültürel düsturlarla eğer, biçimlendirir ve şartlandırır. Şırınga edilmiş beğenisiyle, üretme/tüketme sarmalına girmiş algısıyla artık kimlik kazanmış bireydir. Refah toplumu düşü, henüz emperyalizmin işgaline ve gadrine uğramamış bölgelere, virüs bulaşan hemşerileri aracılığıyla taşınır. Kimliklere iliştirilen 'görev' bir organik tranformasyonu öngörürür. Nüfuz arzusuyla geçirdiği estetik değişim sadece dış yüzeyi, coğrafyayı biçimlendirmez. Mikro cerrahi, biyopolitik sürecin de tamamlayıcısıdır. Hayatın trajik mecburiyetlerine hiçbir anlamda merhem olamayacak ahlaki cevaplar varmış gibi manşete taşınan 'Üretimle Gelen Direnç' gibi ağdalı laflar ancak okuru yanıltır. Büyük fotografta herkesin kendinden ve işin bir parçasından mesul olduğu süreçte, emekçinin ürününe yabancılaşması kaçınılmazdır. Değişimle kendi olmaktan çıkan birey madunlaşarak sakilleşir. Artık o ne kendine ne de adapte olmaya çalıştığı fabrika düzenine aittir. Seri üretimle benzerliklerin biteviye kopyalandığı toplumun çürümesi kapitalizmin büyük anlatısında yerel bir paragraf açar. Ele geçirilen zihin, yeni bir arzunun biçimlendirdiği nesnenin fragmanları eşliğinde şekillendirmek üzere yeniden doğuma hazırlanmaktadır. Bizim burada bir kere daha anlatmaya çalıştığımız 'yabancılaşma' kavramını ilk dile hetiren Hegeldir. 150 yıl önce Marks, sanayileşen toplumda bizden önce yola çıkanların geçirdikleri merhaleleri zaten deflarca anlatmıştır. Kapital'de ve özellikle Hindistan'da İngiliz Egemenliği makalelerinde yer alan o günün tartışmaları ve modernleşme polemikleri bugün Türkiyesi için de geçerlidir.
Yaratılan kavram bir önermedir; maddi yaşam koşullarında form değişikliği yaratır. Doğanın evrim yasalarını baskılar. Sosyal bedeni makyajlar, bilinci belirler.
Miro'nun heykeli ya da dışarıdan getirilip Baksı'da ikamet eden bir kütlenin, görünen amacını aşan bir nesnenin sosyal bedeni değiştirme, halkı dönüştürme, bireylerin genetik kodlarını farklılaştırma işlevi vardır. Kültür editoryası aracılığıyla gerçekleştirilen iletişim, bir islah etme kurumu işlevi görmektedir. Kamusal alana ve toplumun yaşam şekillerine müdahale evrimin mantığını askıya alarak hiçe saymaktır. Küçük ama sürekli darbelerle cesareti kırılan kitlenin önüne konan Miro heykelciği bir ödül değil, (Koçan'ın/Hızlan'ın coşkulu iyi niyetlerine rağmen) Truva Atına aşina bir halka kurulan sinsi bir tuzaktır. Aşırı bir sıçramayla öznenin kendilik halini terketmesi beklenir. Bir ihtiyacın ya da itkinin yaratmadığı sanat, bölge insanının beynine format atmakta ve istem dışı trajedi sanatçıyı pozisyon almaya zorlamaktadır. Avm'lerden evindeki küresel markalara, ekranlardan, müzelere, günlük kullandığı dile sirayet eden algılarına; istenç belirten insanların katılımcılığı, patalojinin değişimi, pathos'un nedeni, içten dışa akan bir tasarruf değildir. Yüksek bir şuurun kanaatleri vasıtasıyla bölgeye monte edilen tasarım, kültür endüstrisi aracılığıyla ihya edileceğini umanları küresel rejimin mütemmimi kılar. Yöresel kültür, kendine öğretmen olmak misyonuyla yola çıkan eğitilmiş idolleri aracılığıyla uygarlığın tektipleştirme buyruklarına maruz bırakılmaktadır. Tepeden inme bu kültürel emperyal taciz iyi tahlil edilmeli, insiyaki savunmalara geçmeden dürüstce sorgulanmalıdır..
Sanatsal üretimin de araçları vardır. Sanat nesnesi, ancak hareket halindeki hayata bakarak dürüstçe bir kavram yaratabilir. Kitlelerin ne oldukları, üretimlerinin maddi koşulları tayin eder. Bu nedenledir ki, toplumun kendi doğasından üretilen önermeler evrimseldir. Kolaylıkla bünyeye uyum sağlar, toplumsal organizmayla birlikte hareket eder. Yani sanat bir bütün olan toplumsal üretimin moral değerler üzerinden özneyi yeni baştan canlandırması, sosyal yaşamın kışkırtan parçasıdır; içinde yaşadığımız büyük makinanın doğal enerjisidir.
Karl Marks Alman İdeolojisi'nde ne diyor (sayfa 39) bir kere daha okuyalım: "İnsanlar, kendi geçim araçlarını üretirken, dolaylı olarak kendi maddi yaşam araçlarını da üretirler. İnsanların kendi geçim araçlarını üretiş tarzları, her şeyden önce doğada hazır buldukları ile yeniden üretmeleri gereken geçim araçlarının doğasına bağlıdır. Bu üretim tarzı, basitçe bireylerin fizik varlıklarının yeniden üretimi olarak ele alınmamalıdır. Bu üretim tarzı, daha çok, bu bireylerin belirli bir etkinlik tarzını, onların yaşamlarını ortaya koyan belirli bir biçimi, belirli bir yaşam tarzını temsil eder. Bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş biçimi, onların ne olduklarını çok kesin olarak yansıtır. Şu halde, onların ne oldukları, üretimleriyle, ne ürettikleri kadar, nasıl ürettikleriyle de örtüşür. Demek ki, bireylerin ne oldukları, üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır."
En başta Hürriyet yazarının söylediği "oradaki insanların sanat üreticisi kimliği kazanmalarının sağlanması " tanıma 'doğru' diyebilir miyiz? İstihsal/mustahsil kavramları husumetler barındıran afaki göstergeler değil, nedeni toprağa bağlı coğrafi aidiyetlerdir. Üretimle üreticinin ilişkisi köle/efendi gibi karşılıklı bağımlılıklarla münasebetlendirilse de, tekinsiz faktör çamurdan yaratılan Adem gibi organiktir. Marks, bir toplum üretmeden yaşayamaz der; çokluğun bir arada bulunma koşulur bu. Bireylerin ne oldukları hayatlarını kazandıkları üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır; kabul! Ancak ne olmaları gerektiklerini de onlara Miro heykeli değil, kaderlerini kendi ellerinde tutan temel ihtiyaçlarının asli nedenleri belirleyecektir. Tüketim ve yaşam biçimleri özgün şartlar dahilinde evrimleşerek kaderlerini tayin edecektir. Bilincin dışarıdan aktarılması bu yazının ve yazarın itirazıdır. İşte bundan dolayıdır ki, Mısırdan sürülen halkın yolculuğuna Samiri'nin bakarası gibi bir tutarlılık iddiası taşıyan temsile açıktan katılan idoller her zaman kınanmıştır; ne ki ayartıcının çağrısının, bilginin ayartmasının tüm engellemelere karşın işlevini sürdürdüğü de tarihsel bir gerçektir! Miro'ya Açılan Heykelli Yol'un ucunda, aydınlanma şafağında inadıyla bir Edward Said zuhur eder mi? Öyle ki, aydın olmak bir meslek değil olağanüstü duygusal bir seçimdir!
http://www.radikal.com.tr/kultur/bozkirin_ortasinda_miro_var-1197239
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/85971/Bayburt_ta_hayata_kafa_tutan_bir_muze.html
***
Mimar George Soros’tur. Bölgede Çağdaş Sanat Merkezleri zinciri kurarak ve Avrupa Birliği’nden NATO’ya kadar bütün kurumlarla en üst düzeyde ilişkiler geliştirerek, savaş öncesinde kimliklerin (ve tarihin) parçalanması, savaş sonrasında ise kimliklerin inşası süreçlerine sanatı eklemleyen örgütlenmeyi yöneten odur. Zaten o bunu saklamaz.
Onun davası, bütün farklı kültürlerin küreselleşmesi ve piyasalaşmasıdır ve bu dava uğruna yaptığı yatırımlarla gurur duyar. Birçok kitabında ve makalesinde ayrıntılarıyla iftihar duyarak anlattığı bu konular nedense bizde tabudur. Soros’un baştan finanse ettiği ve en tepeden yönettiği çağdaş sanat merkezleri, açık toplum enstitüleri ve diğer benzer kuruluşların etkinliklerini sürdürmek için artık onun himayesine ihtiyaçları olmadığı ortadadır. Zaten onun en kritik buluşu, bir iletişim modelidir, bir yönetim sistemidir ve bir ilişki ağıdır. Bunlar artık onun malı olmaktan çıkmış, kültürel diplomasi, sanat ve kültür yönetimi gibi disiplinlerin ders konuları olmuştur.
Türkiye’deki yönetişim mekanizması bünyesinde de, resmî kültür politikalarının oluşturulmasında hükümetle, şirketlerle ve Avrupa Birliği’yle işbirliği içinde çalışan belli başlı kurumlar olan Bilgi Üniversitesi, Açık Toplum Enstitüsü (sonradan Vakfı) ve onun türevi olan Anadolu Kültür A.Ş. de Soros’un kurulmalarında gerek ideolojik gerekse de finansal olarak etkin olduğu kurumlardır. Balkanlarda toplumsal farklılıklar yerine, etnik ve dinsel farklılıklara dayalı kültüralist politikaların eksenini oluşturan İstanbul-Berlin arası “Balkan Koridoru”nun örgütlenmesinden İstanbul’un kimi sanat yöneticileri ve küratörler de vazife çıkarmıştır. Ama savaştan perişan olmuş Balkan toplumlarına çağdaş kimliklerinin ve tarihlerinin ‘öğretilmesinde’ en etkin görev alan, İstanbul bienalleri kadar, Koç Grubu galerilerinin ve müzelerinin yönetiminde de otorite sahibi olan Rene Block’tur. Pek çok Balkan bienalinin ve sergisinin küratörü odur. Bu konuda öyle uzmanlaşmıştır ki, Tiran’da düzenlediği sergiyle Türk şirketlerinden sonra, Türk devletini de temsil etmiştir.
Avrupa Kültür Vakfı’nın yayınladığı ve savaş bölgelerinde sanatsal iletişim rejimlerini ele alan Sarsıntılı Zamanlarda Sanat Yönetimi kitabında amaç, “gürbüz sivil toplumlar inşa edilerek yeni kimlik ve yurttaşlık biçimleri geliştirmek” olarak tanımlanmaktadır. Aslında kültür savaşlarının amacı tam da budur; ve bu amaç, yani “sarsıntılı zamanlar”dan geçen, savaş atmosferindeki insanlardan yeni kültürel özneler oluşturulması sanata da mal edilir. Savaş sanatlarının Balkanlar ve Kafkaslardan sonraki merkezi artık Ortadoğu’dur. Bir asır önce bu bölgeyi uluslara göre haritalandıran aynı güçler, şimdi etnik cemaatlere ve farklı mezheplere göre yeniden tasarlamaktadır. Bu tasarımın en önemli aracı bir iletişim diline dönüştürülen sanattır.
http://www.e-skop.com/skopbulten/savas-sanati-sam-sanat-festivali-depoda-ne-ariyor/1373
Türkiye’deki yönetişim mekanizması bünyesinde de, resmî kültür politikalarının oluşturulmasında hükümetle, şirketlerle ve Avrupa Birliği’yle işbirliği içinde çalışan belli başlı kurumlar olan Bilgi Üniversitesi, Açık Toplum Enstitüsü (sonradan Vakfı) ve onun türevi olan Anadolu Kültür A.Ş. de Soros’un kurulmalarında gerek ideolojik gerekse de finansal olarak etkin olduğu kurumlardır. Balkanlarda toplumsal farklılıklar yerine, etnik ve dinsel farklılıklara dayalı kültüralist politikaların eksenini oluşturan İstanbul-Berlin arası “Balkan Koridoru”nun örgütlenmesinden İstanbul’un kimi sanat yöneticileri ve küratörler de vazife çıkarmıştır. Ama savaştan perişan olmuş Balkan toplumlarına çağdaş kimliklerinin ve tarihlerinin ‘öğretilmesinde’ en etkin görev alan, İstanbul bienalleri kadar, Koç Grubu galerilerinin ve müzelerinin yönetiminde de otorite sahibi olan Rene Block’tur. Pek çok Balkan bienalinin ve sergisinin küratörü odur. Bu konuda öyle uzmanlaşmıştır ki, Tiran’da düzenlediği sergiyle Türk şirketlerinden sonra, Türk devletini de temsil etmiştir.
Avrupa Kültür Vakfı’nın yayınladığı ve savaş bölgelerinde sanatsal iletişim rejimlerini ele alan Sarsıntılı Zamanlarda Sanat Yönetimi kitabında amaç, “gürbüz sivil toplumlar inşa edilerek yeni kimlik ve yurttaşlık biçimleri geliştirmek” olarak tanımlanmaktadır. Aslında kültür savaşlarının amacı tam da budur; ve bu amaç, yani “sarsıntılı zamanlar”dan geçen, savaş atmosferindeki insanlardan yeni kültürel özneler oluşturulması sanata da mal edilir. Savaş sanatlarının Balkanlar ve Kafkaslardan sonraki merkezi artık Ortadoğu’dur. Bir asır önce bu bölgeyi uluslara göre haritalandıran aynı güçler, şimdi etnik cemaatlere ve farklı mezheplere göre yeniden tasarlamaktadır. Bu tasarımın en önemli aracı bir iletişim diline dönüştürülen sanattır.
http://www.e-skop.com/skopbulten/savas-sanati-sam-sanat-festivali-depoda-ne-ariyor/1373
Özdemir İnce : Tek amaç, aydınları Amerikan tarzı’na ısındırmak.
Günümüzün renkli devrimlerinin kaynağında da aynı program var.
Mark MacKinnon’un “Yeni Soğuk Savaş”ı (Destek Yayınları), John Persins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları I, II, III” (April Yayıncılık) ve “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” (Kırmızı Yayınları) günümüzün esrarlı dünyasını ve Türkiye’sini anlamak için üç rehber.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15345148.asp
Günümüzün renkli devrimlerinin kaynağında da aynı program var.
Mark MacKinnon’un “Yeni Soğuk Savaş”ı (Destek Yayınları), John Persins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları I, II, III” (April Yayıncılık) ve “Parayı Verdi Düdüğü Çaldı” (Kırmızı Yayınları) günümüzün esrarlı dünyasını ve Türkiye’sini anlamak için üç rehber.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15345148.asp
***
Tüm sanatlar gibi mimari de, insan zekasının değil, korkusunun ve aczinin eseridir!
Spinoza 'Pişmanlık bir erdem değildir. Akıldan doğmaz. Yaptığı işten pişmanlık duyan kimse daha önce olduğundan iki kat daha zavallı ve zayıftır' der. İnsan, icat ettiği her aletle bir organını biraz daha dumura uğratmaktadır. Pişman olmamız için bir neden yoktur; elimizden gelen budur!
Hepsinin bir görevi vardır; dünyada her hayvan doğanın bir amacını yerine getirir. Bunun dışında kalıp amacı kendi olan tek canlı türü insandır. Koyun, keçi, kedi, köpek gibileri kıllı/tüylüleri bir kenara bırakın; su aygırı, timsah, kertenkele, arı, ağustos böceği, çekirgeye bakın : siz hiç derisi güneşten yanmış bir hayvan gördünüz mü? Tüm sanatlar gibi mimari de, insan zekasının değil, korkusunun ve aczinin eseridir. Barınaklar yaratmadan insan tabiat içinde yaşayamaz. -Beceriksizliği ya da yabancılaşmasıyla diyelim- yeryüzü teknolojilerine acemi, hatta bedeniyle olağanüstü iptidai bir varlıktır insan. Buna rağmen aklını kullanma ayrıcalığının bahşedildiğini düşünürüz. Geçenlerde iplere dolanan bir martıyı gören arkadaşının diğer martılara haber vererek beraberce kurtarmalarına bizzat şahit oldum. Burada da böyle hayvanlara yönelik yargılarımızı askıya alan ve düşünme sistematiğimizi bozan bir davranışla karşı karşıyayız. Videoyu mutlaka izleyin! Gagasından anladığımız kadarıyla bir balıkçıl; bir kuş, aynı insan gibi balık avlıyor. Davranışındaki keramete hayret etmek yerine Kropotkin'in 'Karşılıklı Yardımlaşma' adını verdiği alan araştırmalarını bir kere daha okumak yerinde olur. Hayvanların, doğada bizden önce ve muhtemelen sonra da yaşayacaklarının sırrının yeryüzüyle uyumlu akılları olduğunu söyleyebiliriz. Zeka, eğer bedenin hayati bir uzantısıysa, görüyoruz ki yaşamaya yetecek kadar onlarda da var. Azı karar, çoğu zararsa bir deformasyondan, 'beyin' gibi hesapsız büyüyen bir uzuvdan bahsediyoruz demektir. Bedenlerinin uyum içinde 'tüketim' dediğimiz günahtan uzak kalabilme pratikleri, onları doğada güçlü, insanlarıysa mülkiyetine aldığı yeryüzünde zayıf kılmaktadır. Doğa somuttur. Soyut bilgimiz, hakikati bilmekten acizdir. Akıl, insanı parçası olduğumuz tabiata yabancılaştırmış, doğasına düşman etmiş aleyhimize çalışan bir organdır.
https://www.youtube.com/watch?v=W7GLnLXs7b4***
Siyasetçiler mezhebi, tüccarlar mezhebi, teröristler mezhebi.. Paramparça olan dünyalarda tek 'gerçek' o; petrolün dışında kalan her şey bir 'sembol'. Ortadoğu'da enerji kaynaklarının şehveti tüm kavramları tahrik ediyor. Savaşın nerede gerçekleştiği, düşmanın kim, imanın şartlarının ne olduğu konusunda şüpheler var. Modern çağda yanı başımızda insanlık tarihinin en akıl almaz karanlık sayfalarından biri yazılıyor. Uzakta olmanın, cehennemden dışarıda bulunmanın güvencesiyle heyecan ve hayretle ekran görüntülerini değiştiriyoruz. Brezilya'da 2014 Dünya Kupası maçları sürerken devre aralarında Musul'da Kerkük'de Beyci'de kafaları hunharca kesilerek katledilenlerin acısını kalplerimizde duyuyoruz. Seyirciler olarak vicdanlı yüreklerimiz eziliyor. Müzelerde, filmlerde, televizyonlarda, haberlerde: Başkalarının acısını seyrederek yaşamanın ve empati kurmanın ustası burjuvazi gayri safi hasılayla engelleri aşarken bile zihin bulandırıyor. Emeği kutsayan teorisyenler, savaşı kutsayan pratisyenler, politikacılar, sanatçılar, rahipler, deniz aşırı çalışan lojistikçiler.. Kan, ter ve barut.. Sonuçta refah toplumunun orta sınıfını ayakta tutmak için dünyada 'herkes' tüm sermayesini ortaya koymuş.
Zalim ve namussuz olan aslında kim?
Ninova düştü! Benim merak ettiğim Amerika'nın BOP denilen gerçekten büyük bir planı var mı? Eğer varsa bu Papa Urban'ın dünyayı 25 Kasım 1095 günü Clermont Konsili'nde 'Kutsal Toprakları Müslümanlardan kurtarmak' çağrısı yaptığı Haçlı Seferlerinin saklı güncesine kadar geri götürecek ilkel bir tasarım mı? Gerçi, 'mülkiyet', 'öldürmek' gibi doğal bir itki, insan olmaya ait arzu, üremeye yönelik bir heyecan değildir. Ama bu mudur 'uygar' amaç? Bütün silahların efendisi, savaş endüstrisinin kaptanı Beyaz Saray tüm güzergahlarını an be an kayda geçirdiği Işıd'ın uygun adım yürüyüşünü bilmezden gelebilir. Ne var ki, akla zarar bir tahmindir bu. Peki öyleyse beşbin kişilik militer güç, beş milyon nüfuslu coğrafyayı hangi ayyuka çıkmış söylenceler, hangi akla hizmet eden abartılmış propogandalarla taciz etmektedir? 'Şehir düştü!' haykırışları arasında ansızın dünyayı dehşet içinde bırakmakta ve öfkeli kamuoyunu makul tepkilerle esir alabilmektedir! Daha yüksek merciden müsaade almadan böylesine ortaçağdan fırlamış mekanize sıradışı oluşum bu nebze örgütlenemez. Kurucu merkezin panoptik bakışının, her yerdelik teknoloji ve iradesinin olduğu çağda hüdainabit çoğulluklardan, -Negri'nin aksine- en büyük petrol rezervlerinin üstündeki sermayenin yönlendirmediği denetimsiz isyanlardan bahsedemeyiz. Bu vizyonda izliyoruz; BOP diye adı konulmuş bir yol haritası mevcutsa tek bir gövdeden oluşan bir çoğulluk durumu vardır ve 'demir pençe' tartışmasızdır. Merkezin olduğu yerde radikal muhalefet dahil her şey hiyerarşik ve imkanı tutarında otoriterdir. Ortadoğuda bu kışkırtmaların nedeni Obama'nın denetleyemediği süfela dış politikası değildir. Emperyal hedonizmin 'Bu miktarda saf kötülük olamaz' diyebileceğimiz şeytani tasavvurudur. Bunun bir adım ötesi tüm Batı uygarlığını vahşi İslamdan kurtarmak için coğrafyanın köleleştirmesidir. Ramboların sahne alma projesi Deccal'in çağrısıyla 'son insan'a hazırlanan Fukuyamacı senaryonun 'kaos' ayrılmaz parçası; etike gösterilen teveccüh soyut bir tanım. Merkez, son kertede onaydan ziyade risk alarak eldeki araçlarla fiili katılım bekler. Avrupa kamuoyu isteksizdi, bölge ülkeleriyle bu açık kapatıldı. 11 Eylül başlangıçtır. İstila planın denetimli bir stareteji olduğunu yaşadık gördük. Hal böyleyken ikiz kulelerin yıkımının bir ABD enigması olması ihtimali çok yüksektir..
Tarih 13 Haziran 2014, saat 19.05 Obama, CNN'de canlı yayımlanan basın açıklamasında şunları söyledi; 'Amerika halkı, Irak'ta yaşayan insanlar için çok büyük fedakarlıklarda bulunan bir halktır!' Eğer böyleyse, Amerikan kamuoyu bu yalanlara gerçekten inanıyorsa zavallı bir nüfusun seçtiği bir başkanı ekranlarda izliyoruz demektir. Böyle olsa da dünyanın en büyük imha silahlarına sahip terörün içindeki bir yönetime karşı, diğer tarafta yer alan teröristleri mazur gösterecek hiçbir gerekçe yoktur. Oysa kamunun önünde böyle demesine rağmen düşman 'Esad' olduğu için rakiplerini bugün dünyanın başına musaalat eden, radikalleri bir bela olarak silahlandırarak kışkırtan gene o cefakar Amerikan halkının başkanı Obama'dır. Gerçi aç tavuk kendini darı ambarında görürü doğrularcasına bazıları Şii Maliki'ye karşı 'Sunni devrimi' çığlıkları atıyor. Kur'anda kınandığı gibi tüm mezhepler ve tarikatlar Din'den değil, parçalanmış toplumların güncel politiklarından doğmuştur. (1) Tüm mezheplere -eşyanın tabiatı itibariyle- aynı mesafede duran ABD derin devletinin tüm bu pespaye oyunlarına, bölgede yarattığı büyük travmalara karşı çare aklın egemenliğidir. Çare barıştır, asıl çare daha fazla demokrasidir.
Zayıf tuğlalarla örülmüş evler boşaltıldı. Kadınlar, çocuklarını, erkekler bavullarını aldı. Esnafa borçlar, süs havuzlarında balıklar, sofrada tabaklar, ateşte yemekler kalkaldı. Kara bir kabus gibi siyah giymiş adamlar kasalarına mitralyözlerini yükledikleri cemselerle şehre girdiklerinde sokak hayvanları dışında kimseyi bulamadılar. Memurlar, Musul'un güvenliğinden sorumlu militer güç devlet dairelerinden, çocuklar okullarından, hastalar hastahenelerden çıktılar. Mahkumların kaldığı cezaevi hariç tüm Musul, tahliye edildi. Metruk şehir cetvelle sınırları çizilmiş bir ülkenin metrukesi olduğunu doğrularcasına Irak, Şam ordusuna vakitsiz teslim oldu. Ancak o zaman Obama, bölgeye müdahale sinyali verdi ve 'Irak'ta kısa vadede alınması gereken askeri önlemler var. ABD, askeri önlem almaya hazırdır" dedi. Işıd bir güzergahı takip edip geldiğine göre yeryüzünde her kıpırtıyı uydulardan izleyen büyük patron ABD bunu bilmiyordu, hazırlıksız yakalandı diyemeyiz. Obama yönetiminin bölgeye askeri bir müdahalesini ciddiyetle düşünenlerin Irak'tan büyük hasarlarla ayrılan ABD'nin bu kükremelerine inanmaları zordur. Irak’ın toprak bütünlüğünün uzun vadede korunacağını kimse taahhüt edemez; satrançvari kurgulansa bile piyonların yerli yersiz zıpladığı topografyada mekanizmaları tek tek iklimlendirmek mümkün değildir. Bölge ülkelerinin starejistleri büyük fotografı okuyamamışlardır; şımarıkça sığ politikalarda boğulmayı bile oynaya seçmedilerse şayet bugün diyalektik gerçeği idrak etmek mecburiyetindedirler. Pandoranın kutusu açılmış ve iş işten geçmiştir. Musul'un alt katmanlarında ruhlarının inlemeleri duyulur. Üstündekilerse gelenekleriyle hâlâ yaşarlar. Ninova kadim bir şehirdir. Dün, Kudüs'ten Yakupoğullarını toplayan Babil düşmüştü bugün Türkmenlere yurt olan Ninova. Asur'un başkentliğini yapan yerleşim yerlerinin tarihteki ilk düşüşleri değillerdir. Keldânîcede “Kerh” şehir anlamına gelen Kerkük de Musul kadar halkıyla tehlikede olan eski bir yerleşimdir. Kızıldenizin ayıramadığı, Şeria'nın bile bölmekte zorlandığı Büyük Ortadoğu Projesi yani bir başka ifadeyle 'genişletilmiş Ortadoğu inisiyatifi' mezhepsel çatlaklar üzerinden iki asırdır ilerleyen bir labirenttir. İngilizce adıyla Greater Middle East Initiative, Skykes-Picot'tan Irak'ın ortaya çıkmasını sağlayan dişi ajan Gertrude Bell'den Arabistanlı Lawrence'e Churchill'e kadar geri dönebileceğimiz petolün bulunmasıyla başlamış bir süreçtir. 2003'te Amerika Birleşik Devletleri 43. Başkanı Bush hükümeti tarafından Büyük Ortadoğu Planı adıyla duyurulması sadece görece özgürlüklerin emperyal Batı tarafından geri alınmasını düzenleyen bir merhaleydi. Türkiye ister istemez bu oyuna büyük oyuncu olarak katıldı. Demokratikleşme yolunda mazur bir görev tanımının ardından alana sürüldü. Deşifre edilebildiği kadarıyla plan, en güneyde Fas'ın Atlantik kıyılarından, en doğuda Pakistan' ın Karakurum yaylalarına, Kuzeyde Türkiye'nin Karadeniz kıyılarından Güneyde Aden ve Yemen'e kadar uzanıyordu. ABD yarı resmi kuruluşlarının ifşa ettiği bu majik harita hâlâ internet ortamında bulunuyor. Biz yorum getiriyoruz; ne ki bir de gün be gün kayda alınmış hareket halinde tarihsel bir arşiv var. Müslüman ülkelere demokrasi ihracını ve bu ülkelerin pazarlarının açılmasını amaçladığı iddia eden politik kuramın ne olduğunu Altuğ Günal'ın akademik makalesinde ya da Cengiz Çandar'ın Mezopotamya Ekspresi'ni yeniden okuyabiliriz. Araştırmacılar kargaşayı daha iyi anlamamıza yardım eden argümanlarle birlikte bugün geçerli olan konunun derli toplu bir özetini sunmuşlardır okura.
Latince 'A bove ante, ab asino retro, a stulto undique caveto', öküzün önünde, eşeğin arkasında, aptalın her tarafında hazırlıklı ol! demektir; tarihte öğüt veren Doğu Sorunu'na kafayı takmış oryantalist İngiliz köşe yazarları bu deyişi mebzul miktarda kullanmışlardır!
Charlie Campbell bir ada halkından bahsettiği kitabında metaforla içinde bulunduğumuz garipsi duruma gönderme yaptığını düşünebiliriz. Dış dünyadan yalıtılmış Paskalya Adasında yerliler tüm ağaçları zaman içinde haklı nedenlerden ihtiyaçları için keserek kullanmışlardır. Bu tahribatın doğurduğu ekolojik dengelerin çökmesi neticesinde ada nüfusunun yüzde doksanı yok oldu. Okyanusta, etrafla irtibatı bulunmayan dış dünyadan yalıtılmış bu adada yaşanan felaket saf ekolojik çöküşe ilk örnek oluşturur. Bu olayda suçlayacak bir dışaradan gelen yoktu. Yahudiler yoktu, komünistler yoktu (o Katolikler diyor biz Aleviler diyelim) yoktu. Etrafta bir günah keçisi yokken adalılar kendilerinden başka öfkelenecek birini, nefretlerini kusacak bir günah keçisini bulmakta zorlandılar. Suçlamaları liderlerden, din adamlarına sonra da adaya gelen ziyaretçilerin, meraklı turistlerin bugün yerlerde süründüğünü gördüğü büyük taş başlı tanrılarına yönlendi..
İster araştırmacının kronolojisine sadık kalalım, isterse parça pinçik olmuş terör örgütlerini himayesine alan devletlerin ulvi çıkarlarına bakalım bu gidiş kontrolde tutulabilir iyi bir gidiş değil. Eğer kara bayrak altında toplanmış bu cemaat hakkında tarafımızdan an itibariyle anlaşılmayan bir gelişme varsa, tarihin gizemini biz yaratmışızdır. Beğeniriz beğenmeyiz; tüm merkezi üretime yönelik (faşizm, komünizm) ideolojiler (moda tabirle) fitratı itibariyle modernisttir. Burada dini mefhumların kullanıldığı bir ekonomik toparlanmayı muhakkak kontrol altına alacak olan kanonik anlatıdan yola çıkan son tahlilde modernist distopyaya dönüşmüş bir ihtimali okuyoruz. Kant'ta da bir nebze vardır ama kavramları bu amaç için tanımlarken bir tanımlarını tarihi gelişim içine oturtan, ilintilendirdiği düşünme biçimine yerleştiren Hegel'dir. Marks tarafından hasarlanmıştır oysa tam da sorumlu imge Hegeldir. Çünkü 'erlebnis' (şahsi deneyim, yaşantı ya da daha çok tecrübe) kavramını bir mektubunda ileri sürmenin ötesinde tanımlayan ilk odur. Bir 'tecrübe' isteğimiz dışında iyi/kötü olabilmektedir. Tarih dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren ruhun (o 'geist' der) diyalektik gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, ruhun ilerleme macerasını insanlık adına yüklenir. Marks, referans vererek 'insan dediğim Almandır' derken bunu kasteder. Bu hiyerarşiye kökten itirazın iki kutbu olduğunu, tarihi doğuran mücadelenin zıtların birliğine işaret ettiğini biliyoruz. Mutlak Ruh, zihinsel gelişimin bilincine praksis ile varır. Mutlak Ruhun kolektif duyarlılığına insanlar, tekil anlatılarla katılırlar. Aslında toplum diye tanımladığımız kavram tamamen bir semboldür. Militanları bu cehenneme çeken şahsi hikayeleri onarmadan toplumu tedavi etmek olanaksızdır. Yerel krallar tanrılarına, emperyalizm, modern fetişlerine kurban istemektedir. Ne var ki gurupların zıvanadan çıkmış şehveti, bu defa öteki doğanın mevcut hakikatinin yarattığı zihinsel engeli aşamayacağa benziyor. Dünyanın iki din arasındaki büyük savaşına ramak kaldığı bu dönemde, apokaliptik mütealalar, kıyamete davetiye çıkaran dar cemaatçi yargılar görüyoruz ki dönüşü mümkün olmayan bir bitişi ( Fukuyama'nın 'Tarihin sonu ve son insan' makalesine kulaklarımızı tıkamamıza rağmen) bize müjdelemektedir. Psikotik davranış modellerinin tercihimizi belirlediği 'siyaset' ne geleceğimizi emanet edebileceğimiz bilimdir ne de moral değerlerimizi yükselten sanat. Cennet yahut cehennem: Ütopik imaj, dünyamızda ses ve optik işaretler olduğu kadar, öznenin gündelik hayataki sembollerinin hayali dünyasını da şevke getirecek pragmatizmi ihmal etmeden, uhreviyat arşiviyle teması kesmeden dünyadaki menfaatleri ganimet mantığıyla güncelleştirmektedir. Mağdurun hep orada duran gerçeğini duygusunun rayihasını koklayarak değil, modern anketlerle sınayarak çözümlemektedir. Psikanaliz aldatış ve aldanıştır. İştirakler, çeşitli sınıf çıkarlarının yanı sıra ezilmiş zümrelerin edebi saadetlerini korudukları, benliklerini teminat altında tuttukları kültürlerini de temsil ederler. Partilerin parçaladığı halkın muktedirleri taliplerini ipnotize ederek taraftar toplarlar. Liberter söylemlerden yola çıkan emperyal bilinç bambaşka toprakları keşfederken, gittiği yerlerde olası özgürlüklere çağrı çıkartan aykırı aydınlar, nitelikli burjuvalar yaratılmasını istememiştir. Sadece mahdumlarını kendi çarpık jargonundan türemiş sözlükleriyle kendilerini inşa etmesine cevaz vermiş, deforme olmuş ekonomide varsıllaştırmıştır. Siyasetçi, hümanite adına az gelişmiş figürlerinde tecrübe ettiğimiz gibi, tutarlı olmak olmak mecburiyetinde değildir. Davranışlarıyla sadece kuru aklın bir hilesinin kuralını yerine getirmektedir.
http://www.radikal.com.tr/dunya/obamadan_irak_aciklamasi-1196835
http://web.archive.org/web/20111111192225/http://eab.ege.edu.tr/pdf/4/C4-S1-2-%20M15.pdf
http://politikakademi.org/2013/04/ortadogunun-temelini-olusturan-arguman
http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/101/Akif-Beki/24954/Bir-Sunni-devrimi-mi-doguyor
(1) http://www.kuranmeali.org/30/rum_suresi/32.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
http://www.iticu.edu.tr/uploads/Kutuphane/dergi/s10/M00157.pdf
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/musulu_neden_ve_kaca_sattik-1197140
http://www.iletisim.com.tr/images/UserFiles/Documents/Gallery/121022110446.pdf
***
Daire Galeri, senede bir defa gerçekleştireceği "Focus" sergi serisinin ilki olan “SERBEST ÇAĞRIŞIM” ile 21 Haziran – 12 Temmuz 2014 tarihleri arasında izleyici ile buluşuyor.
Serinin ilk sergisi Focus 1: Serbest Çağrışım, Ali Bilge Akkaya, Alper Aydın, Coşkun Sami, Erdal İnci, Jacquline Roditi, Sema Kayaönü ve Sümer Sayın'ın çalışmalarına ev sahipliği yapıyor.
http://www.dairesanat.com/index.php/tr
Bu portreler sizden duygu yoğunluğu talep ediyor
Onur Mansız’ın Trajedi adlı sergisi 27 Mayıs -12 Temmuz tarihleri arasında art ON İstanbul’da gorülebilir.
http://www.milliyet.com.tr/bu-portreler-sizden-duygu-plastiksanatlar-1888034
Yeditepe'de Zaman IV
Çok Sesli Yaklaşımlar 17 Haziran - I2 Temmuz 2014
Saliha Yılmaz, Maartiz, M. Sefa Cakır, Ahmet Duru, Merve Dündar, Bedia Ekiz, Sevim Kaya, Yasemin Keltek, Koray Kibar, Ílayda Madenci, Handan Özsoy, Doruk Paksoy, Resul Rzayev, Salman Sincar, Tolga Turan, Nurdan Duman, Yigit Dündar, Meral Yıldız, Özge Kahraman,Yavuz Fırıldak, Selin Özmen, Sima Najafi Yadegari, Küdem Katerina Turpoğlu, Hadra Tanrıverdi Birecik, Filiz Hatipoglu, Serap Kökten, Rengin Altınalmaz, Şevket Cem Onat, Haydar Akdağ, Hatice Karadoğan, Zafer Ali Akşit, Pınar Ceylan, Maryam Zadeh Salahi, Gülçin Karaca, Melike Uçku, Deniz Binay, Theresa Braun, Zilan Gamze Celik, Gencer Uçar, Tugçe Yaman, Hale Nejla Yıldız, İlhan Efe Seyrek.
http://www.radikal.com.tr/kultur/hey_ben_buradayim-1197856
***
Daire Galeri, senede bir defa gerçekleştireceği "Focus" sergi serisinin ilki olan “SERBEST ÇAĞRIŞIM” ile 21 Haziran – 12 Temmuz 2014 tarihleri arasında izleyici ile buluşuyor.
Serinin ilk sergisi Focus 1: Serbest Çağrışım, Ali Bilge Akkaya, Alper Aydın, Coşkun Sami, Erdal İnci, Jacquline Roditi, Sema Kayaönü ve Sümer Sayın'ın çalışmalarına ev sahipliği yapıyor.
http://www.dairesanat.com/index.php/tr
Bu portreler sizden duygu yoğunluğu talep ediyor
Onur Mansız’ın Trajedi adlı sergisi 27 Mayıs -12 Temmuz tarihleri arasında art ON İstanbul’da gorülebilir.
http://www.milliyet.com.tr/bu-portreler-sizden-duygu-plastiksanatlar-1888034
Yeditepe'de Zaman IV
Çok Sesli Yaklaşımlar 17 Haziran - I2 Temmuz 2014
Saliha Yılmaz, Maartiz, M. Sefa Cakır, Ahmet Duru, Merve Dündar, Bedia Ekiz, Sevim Kaya, Yasemin Keltek, Koray Kibar, Ílayda Madenci, Handan Özsoy, Doruk Paksoy, Resul Rzayev, Salman Sincar, Tolga Turan, Nurdan Duman, Yigit Dündar, Meral Yıldız, Özge Kahraman,Yavuz Fırıldak, Selin Özmen, Sima Najafi Yadegari, Küdem Katerina Turpoğlu, Hadra Tanrıverdi Birecik, Filiz Hatipoglu, Serap Kökten, Rengin Altınalmaz, Şevket Cem Onat, Haydar Akdağ, Hatice Karadoğan, Zafer Ali Akşit, Pınar Ceylan, Maryam Zadeh Salahi, Gülçin Karaca, Melike Uçku, Deniz Binay, Theresa Braun, Zilan Gamze Celik, Gencer Uçar, Tugçe Yaman, Hale Nejla Yıldız, İlhan Efe Seyrek.
http://www.radikal.com.tr/kultur/hey_ben_buradayim-1197856
***
'Her şey' ayrı yazılır ama konu bu değil!
Bazı insanlar edatlar gibidir. Tek başlarına asla somut bir anlamları olmamasına rağmen, ilişkilendirildikleri gerekçeyle ilgili zamanın ruhuna upuygun bir ima oluştururlar. Yahut mahfuz tutulan söyleme karşı alternatif bir imaj yaratırlar. Hayal gücü iyidir ama yoğun ışık gibi fazlası da köreltir. Hayatın meramı bu değildir! Eski yeniden diriltilmez. Biz onu yıktıktan sonra yazıyla yeniden yaratma uğraşına gireriz; nafile bir çabadır bu!
Ellerinde 'Das Kapital' var bu faşistlerin demiş Dücane kardeşimiz. Kimi kime şikayet ediyor, sıkıntısı ne, huzursuz romantizmiyle kime dokunduruyor ne anlatıyor? Boşa yazmamıştır tabii ki. Öznenin matbuat üzerinden maruzatı, bir sosyolojiye tekabül eder mutlaka. Ne var ki ben anlamadım; belki anlayanlar çıkar; burada link verelim..
***
Deprem, travma ya da başka bir neden.. İçeride büyük boşluk eğer bir kez oluşmuşsa bir daha dolduramaz. Asla tatmin edemediği bir arzuyu herkese karşı canlı tutamayan, sürekli ilgiyi cezbedemeyen 'özne' bir başka yöntemi kullanır: 'Tahrik' ile hareketini ve şeyleşen dünyasını yeniden yaratır. Değirmenlere karşı 'insan' ; inanıyorsan yapabilirsin! Etraftaki karmaşaya bakıp yeniden soralım: Peki bu iyi bir şey midir?
Nike Football'den Gönderi
***
Latince bir deyiştir Mutatis, mutandis. Değişmesi gerekenler mutlaka bir gün gelecek direnemeyecek ve değişeceklerdir. Burada önemli olan soru şudur:Değişim, zamanın dayattığı içsel bir gereksinme mi yoksa dışarıdaki seçenekler arasında sunulmuş ikame bir beğenme mi? Sanatta her şey şahsi bir meziyetten çok kronolojik bir mahiyet arzeder. Sanatı egonun kaynağında yoğunlaştırıp tikeli, tekile tevil ederek benzersizliği içinde merak yaratarak tüketmek eleştirmenliğin kurallarındandır. Füsun Onur; Aynadan İçeri, Arter Sanat, Tünel
Ahu Antmen: Arter'de açılan Füsun Onur sergisi Türkiye'de sanatın en kendine özgü figürlerinden birine, sonunda, nihayet, hak ettiği bakışı sunuyor.
***
Bir e posta ile haberim oldu. Dostları anılarını teknolojinin olanaklarıyla sosyal medyada paylaşıyorlar. Web'de tesadüf ettiğimiz bir arkadaşı onun şöyle dediğini yazıyor: 'Resim, galerilerde ne işe yarar? Müzelerde? Benim bir müzem olsa geceleri oraya itleri, serserileri, berduşları sokardım resmi değil." Bu cümlenin bizim bildiğimiz bir geçmişi ve gerekçesi var. Herkesin bir parçasını anlattığı Müfit hakkında biz de bir şeyler yazarak yukarıdaki cümleyi daha anlaşılır kılalım..

https://www.facebook.com/groups/1490230561209400/?fref=ts
bk. Sanat Çevresi dergisi, Eylül 1997, sayı 227
Nadir Göktürk http://www.nadirgokturk.com/y2.htm
***
Nice'te yer alan MAMAC Müzesi'nden seçkiler
Yasemin Vargı
http://www.ekavart.tv/artblog/diger/nicete-yer-alan-mamac-muzesinden-seckiler-yazan-yasemin-vargi
Kay Rosen-Galeri Zilberman
Galeri Zilberman, Amerikalı sanatçı Kay Rosen’ın tek kişilik sergisini sunmaktan mutluluk duyar.
Sanatçının İstanbul’daki ilk tek kişilik sergisi, yeni desen, resim ve mekana özgü bir duvar resminden oluşmakta. Açılışı 9 Mayıs Cuma günü saat 18.00 – 21.00 arasında gerçekleşecek olan sergi, 26 Temmuz 2014’e kadar devam edecek
http://www.ekavart.tv/
Kezban Arca Batıbeki, Dolls, 22 Mayıs - 28 Haziran 2014, ALAN İstanbul
New York’un önemli galerilerinden Leila Heller Gallery’nin sanatçılarından olan Kezban Arca Batıbeki’nin fotoğraf sergisi, 28 Haziran 2014 tarihine kadar ALAN İstanbul’da izlenebilir. (Basın)
http://www.ekavart.tv/sergiler/diger/kezban-arca-batibekidollsalan-istanbul
Çiçek desenli dev bir seramik kamyonun da yer aldığı 'Araba Sevdası' adlı sergisini Galeri Zilberman'da açan Burçak Bingöl, "Öteden beri üzerinde çalıştığım yabancılaşma mevzuu bu sergiyle yeni aşamaya ulaştı" diyor.
http://www.radikal.com.tr/kultur/seramik_kamyon_basli_basina_sacma_bir_durum-1197000
***
“Sol daha iyi bir dünya, kolektif halkın kolektif halk için ortak üretimine dayalı eşitlikçi bir dünya vizyonunu savunmayı başaramadı. Bunun yerine sermayeyle bağdaşarak, bireycilik, tüketime düşkünlük, rekabet ve ayrıcalığın çekiciliklerine boyun eğdi ve piyasaların çıkarları doğrultusunda yöneten devletlere hiçbir alternatif gerçekten yokmuşçasına davrandı”
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/ufuk-cizgisi-belirsiz-398699
***
Mesafenin güvencesiyle başkalarının acılarını ekran başında haz alarak izleriz; toplumda tüm tarafların tatmin edilemez sorunları vardır..
Her kuvvetin asıl ölçüsü sadece başa çıkabileceği direnç değildir; dirence rağmen onu yok etmeden beraber olabilme tahammülüdür. Vicdani sınırları kendi hukuk sistemiyle yeniden normlaştıran 'siyaset' hayat tarafından doğrulanması imkansız bir çabadır. Rekabetin sınırlı ömrü, maddenin malzemesi sistemdeki 'merkez'in yerini sabitlemeye cevaz vermez. Bugün için küresel sermayenin zenginliğinden doğan abartılmış politik direnci dengeleyecek tek unsur sosyal ağlar üzerinden lafını sakınmayan eleştiridir! Siyasetin böldüğü dünya onarılamayacak kadar parçalanmıştır; buna rağmen herkesin katılımıyla yaraları sarmak, yeniden yaratmak imkanı da doğmuştur; teknoloji modern çağda her yerdeliğiyle yeni bir demokrasi kavramını biçimlendirmiştir. Bütün maruzatı olanlar; marjinaller, ötekiler ya da ikbal peşindeki berikiler; meslek gurupları, kolektifler, cemaatler, partiler, dernekler.. Kitlesinden daha fazla ses getirmek isteği, kamuda agrandize olmak gayretiyle abartılı ifadelerle sosyal ağa katılırlar. Herkesin meşrebince performans bir ifade yoludur; kitle iletişiminde kurgulanmış 'temsil' dikkat çeken bir yöntemdir. Tüm radikal çıkışlar haber etiği adına körüklenir. Mesafenin güvencesiyle zararsız taraftarlar olarak başkalarının mücadelesini haz alarak izleriz. Öfke bir hitabet yöntemidir belki ama hikayedeki mecazı aktarmanın yolu gereğinden fazla abartılmış sanattır. Ne var ki onu da bizi de gülünç hale sokmamak gerekir!
Panoptik bakış, görülmeden gören, her an teyakkuzdaki hükmeden iktidarların balıkgözü bakışıdır. Üstten bakma, sadece siyaset bazında bir davranış değildir; bilgi'nin kuşattığı her kategorik itikatte aynı görünmez buyruk vardır. Kapitalist toplumun asla biteviye ve tekrarı mümkün olmayan gün be gün farklılıkları kışkırtan davranış biçimleri kelimenin pratik anlamıyla devrimcidir. Selfieyle adeta 'ayaklar baş olmuş!', yeni teknolojik icatlarla bireyselleşen yaratıcılık eylemi yepyeni bir özne prototipini yaşantımıza 'sanat' olarak katmıştır. Bir merkezin denetlemediği, hiçbir otoritenin olmadığı, iyi/kötünün mezurayla ölçülmediği bir 'özgürlük' tanımı sosyal ağlar üstünden formdan forma girme becerisine sahip olabilmektedir. Müptezelleşen panoptik bakış, yukarıda değil, 'beğen' tuşu mesafesinde her yerdedir. Çağdaş insan davranışlarlarıyla cüretkar, tavır ve sözleriyle daha provokatif ve imkanlarıyla yıpratıcı olabilmektedir ; yeni ölçütler sağlayan bir 'hayat' tanımı ve edebin biçimleriyle sınırları belirsiz bir melezlikle karşı karşıyayız. Bu, bir sonraki zamanı test eden 'gelenek' ve ötesine ait bir kültür formudur. Ne ki, bundan herkesin aynı ölçüde memnun olduğunu söyleyemeyiz! Nasiplensek, paylaşsak, kaçışı olmasa da 'sevmek' edimi abartı olur! Aşağıdaki resimde dile gelen mizahi bakış şiddetli bir eleştiri içeriyor. Sanat'ın bakışıyla çağdaş sanat'a tavır koymak, rahatsızlık veren protestocuya vakit geçirmeden vaziyet almak! Öfke gibi, ifrata varan taşlama da bir hitabet sanatı! Herhalde bu eleştiri, 'çağdaş sanat' kelimesini duydun mu silaha davran! demek istiyor. Kökten çözüm! Pek haksız sayılmaz. Paris Louvre Müzesi'nde yapılan dünkü eylem bugün okuduğumuz Burçak Konukman'ın Şimdi 'Suratına Bir Tane Çaksam Buna Performans Diyebilir miyim?' başlıklı yazısını akla getirdi! Önce resim, sonra haber, sonra yazı; bir göz atın. Eleştirinin eleştirisi 'gerçek' ama 'hayat' her zamankinden trajik!...
Paris'in Louvre'dan sonra en ünlü müzesi d'Orsay'da (Musée d'Orsay) önceki gün çok konuşulacak bir eylem yapıldı.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/79615/Paris_te_olay_olan_eylem_.html
Burçak Konukman yazmış : Şimdi Suratına Bir Tane Çaksam Buna Performans Diyebilir miyim?
http://www.artfulliving.com.tr/detay/simdi-suratina-bir-tane-ccedilaksam-buna-performans-diyebilir-miyim
***
Ressam Nuri Battal; insanların psikolojilerini düzeltiyorum!
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kultur-sanat/80599/Hayat_ustumuzden_gecip_gidiyor.html
Işıl Eğrikavuk; 'güncel sanat yazılarını okudukça eseri daha iyi anlamaya başlayacaksınız!' diyor. Bu doğru değil!
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/isil_egrikavuk/yagmur_altinda_guncel_sanat-1196194
Ressam Metin Güçlü Facebook sayfası
https://tr-tr.facebook.com/media/set/?set=a.425544770868766.95988.186248161465096&type=1
***
"İnsanlar şimdiye kadar, kendileri hakkında ne oldukları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış fikirlere sahip olmuşlardır. (..) kendi beyinlerinin ürünleri, onları yaratan beynin üzerine çıkmıştır."
Karl Marks, Alman İdeolojisi, sayfa 31
Bireyin binbir önlem alarak tekinsiz bir ruh haliyle doğanın ve devletin tehditi altında yaşaması, reşit bireylere kendinden sonra gelen nesli eğiterek paranoyak yapmanın hazzını vermiştir. Bilgi'nin tecrübenin önüne geçerek bünyemizde sağladığı sahte doyum, insanları ilerleyerek ulaşacakları 'cennet' konusunda yanıltmaktadır. Oysa içinde tutsak kaldığımız şehirler, tüm hayvanlar ve ormanlardan arınmış, zebanilerin cirit attığı gerçek bir cehenneme dönüşmüştür.

Toz alırız, zararlı haşerelerle mücadele ederiz, biyolojinin yarattığı bazı hastalıklara karşı kampanyalar açarız. Oysa doğanın bir zekası vardır ve yaptığı her şey bir 'bilinç' eseridir. Kozmostaki aklın kurgusunu; büyük fotografı göremeyen biz, insanlık ideolojimizle küçük resme bakarak sevdiğimiz ya da sevmediğimiz hatta kökünü kurutmak için mücadele ettiğimiz şeylere karşı hiç de doğal olmayan bir duygu geliştirir ve şartlanırız. Hayatta nefret ettiğimiz şeyler vardır. Örneğin akrep, yılan, çiyan korkunç, böcekler tiksindirici, fare pistir.
Oysa şayet sadece fareler dünyadan yok olsalar, tüm ekolojik zincir çökerdi; ancak insanlar olmasa dünya pırıl pırıl bir gezegen olurdu!
Böyle olmaması gerekir. İnsanoğlunun kendi doğasına düşman değil, dost olacağı bir 'bilinç' katmanı ne yazık ki kapitalizmde mevcut değildir. Tüm ilişkilerin, kendi sonuçlarıyla birlikte 'para'ya dönüşmediği bir dünya tahayyülünün gelişmemesinin nedeni 'emek' tanımında yaptığımız müşterek hatadır. Halbuki düzenli çalışmanın, doğal bir insan faaliyeti olmadığını rahatlıkla söylemek ve bıkmadan tekrarlamak zorundayız. Nemesis; Yunan mitolojisinde öç alma tanrıçasıdır. En fevkalede demokrasilerde bile kurumlaşmış eziyet sadece insanı zapturapt altına almak için uygulanmaz. Tehdit ve şiddet 'insan' varlığının, dolayısıyla iş'inin bir parçasıdır. Devamında merkezi 'insan' odaklı kurmak, çevresini ehlileştirmek iktidarını her yere, tüm evrene taşımak histerisi gelir. Üretimin kaçınılmazlığı tesbitinde Marks'la Freud biri içeride, diğeri dışarıda aynı aksiyomu zihinlere işlerler. İnsan yahut eşya : Üretim ve tüketimin görkemli ekonomisinde yüceltilen 'emek' sadece sömürünün ve cinsler arasındaki eşitsizliğin hiçbir şeyi değiştirmek irade ve talebi olmayan 'siyaset' tarafından sürdürüleceğini ilan eder. Üstelik, çalışmanın sadece ekonomiyi değil, zenginlikle birlikte yoksulluğu, mülkiyeti, ahlakı, sevgiyi ve nefreti de birarada ürettiğini de biliriz.
İnsanlar şimdiye kadar, kendileri hakkında ne oldukları ya da ne olmaları gerektiği hakkında her zaman yanlış fikirlere sahip olmuşlardır. (..) kendi beyinlerinin ürünleri, onları yaratan beynin üzerine çıkmıştır. Yaratıcılar, kendi yarattıkları önünde secdeye varmışlardır. Öyleyse onları, boyunduruğu altında ezildikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım. Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım. Fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi, her şeyden önce doğrudan doğruya insanların maddi faaliyetine ve karşılıklı maddi ilişkilerine, (verkehr) gerçek yaşamın diline bağlıdır. İnsanların anlayışları, düşünceleri, karşılıklı zihinsel ilişkileri bir noktada onların maddi davranışlarının dolaysız ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.
Karl Marks, Alman İdeolojisi, 31-44
Hadım edilme kompleksi ya da işsiz kalma endişesi. Hegel'in diliyle söylersek 'dürtü ve eğilimler istencin içeriğidir ve derin düşünce onların üzerinde durur ancak burada bir düzenleme için verili hiçbir ölçüt yoktur; istem çoğu kez boş sözcüklerin can sıkıcılığında sönüp gider' -T.F54- Adına 'ekonomi politik' denilen bakış, Marks'ta teoride insanı emek gücünün siyasi sahipliğiyle ilişkilendirerek onurlandırır. Freud'daysa libidonun enerjisi, hayatın üreme/üretme pratiktiğinde cinsel kimliğinin bir adım öne çıkması, eşitsizliğin esareti, birey olma zekasında fazlasıyla semptom olarak rahatsızlık yaratır. Kol gücü, aklın kuvveti, kadın, erkekten, yaşam ölümden, fail, faaliyetinden ayrılmak istenir. Oysa bunlar kurallar olmaksızın ansızın birleşmek için bir aradadırlar. Yaşamın hiçbir taahhatü yoktur. İlişkisiz birey, eksiklidir. Onu tüm bedeni faaliyetlerinden tutkuyla koparan bir başka bedenin, devletin organ ve cihazlarının tacizi teamüldendir. Deleuze gibileşerek devam edelim ; Rizom, analoji veya sembiyotik organizmalar, asalak hücreler, birbirini besleyen sapkın yapılar olmaksızın düşünmenin bir mecrasıdır. Düşüncemizin şiddete, darbelere Marks'ın başlıkta vazettiği gibi daha ziyade önceki düşünce tarzımızı sarsan ve etrafına darbe vuran şiddetli karşılaşmalara, meydan okumalara ihtiyacı vardır.. Hayatı rekabetleri kışkırtarak sadece iktisadi bir varlık olarak değerlendirenler, uyumla, köle/efendi diyalektiği içersinde sömürü sistematiğini devam ettirebilmektedirler. İçinde yer aldığımız dünyanın bilinen dışarısı yoktur; zaman ve mekana meydan okuyan argümanlarımız gittikçe zayıflamaktadır. İnsanoğlunun günümüz uygarlığındaki biyolojik rahatsızlığına, bir başka doğanın ontolojisinde, ekonomik uzamda cevap aramaktadır. Tüze Felsefesi'nde gerçi muğlak da olsa Hegel aksini ifade etmiş gibidir ancak, Anlamın kendi başına bir mutlak, mekandan kopuk bir verite olduğunu söyleyemeyiz. Marks'taki gibi dışarıda ya da Freud'un açtığı dehlizle içeride; psikanalitik nitelikte eleştiriler ikonacıların maskesini indirmeye yeltendiğimiz her anda, uzlaştırmaya yeltenen bilincin kendini teşhir ettiği her zamanda yapılmalıdır. Bireysel öznel teyakkuzlar, en az ekonomik toplumsal alarmlar ve anlamlar kadar önemlidir. Rakamlardan oluşan istatistiki bir dünya vardır karşı panoda. Ne var ki, eşyalardan ibaret içeride doğumla, dışarıda üretimde fabrikalaşmış doğamızın fitratında artık hiçbir devrimin değiştirebileceği bir dünya ve onun ontik tezahürüne ait yepyeni bir tahayyül imkanımız kalmamıştır. Ekonomi yahut psikanaliz; terapi pratiği olarak çalışmanın teskin edici farkını vurgulayan, bireyi tek bir toplum şemasında sıradanlaştıran onu doğaüstü anlam ve pratiklerin basit bir taşıyıcısından ibaret gören tüm Aydınlanma seksiyonları aynı zihinsel haritada bulunmaktadırlar.
Diyalektik, tarihin içinden çıkan insanla ilişkilendirilecek tutkulu bir kavramdır. Doğanınsa yapılan işleri yıkan kendi yasaları, refleksleri vardır. Eski çağlardan intikal eden Nemesis gibi metaforlar yararlıdır; sentezin olmadığı tabiatta düşünmeye değer bir şey söylediğimizin farkındayız!
***
1650 yaşındaki zeytin ağacı bakıma alındı!
Manisa'nın Kırkağaç İlçesi'nde Bakır Mahallesi Cüceoğlu Mevkii'nde bulunan zeytin ağacı, Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından anıt ağaç olarak tescil edildi
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/cevre/79835/1650_yasindaki_zeytin_agaci_bakima_alindi.html
20 yıllığına kiraladığımız Arsenale'de 14. Venedik Mimarlık Bienali kapsamında Türkiye Ulusal Pavyonu açıldı..
http://www.radikal.com.tr/hayat/venedik_mimarlik_bienalinde_turkiye_pavyonu_acildi-1195723http://www.radikal.com.tr/yazarlar/muge_akgun/venedik_bienalinde_bir_ilkin_heyecani-1195785
Almanya'nın Karlsruhe kentindeki Sanat ve Medya Merkezi ressam Vincent van Gogh'un akrabalarından alınan hücre örnekleriyle üretilen bir kulak sergiliyor!
http://www.radikal.com.tr/hayat/van_goghun_kesik_kulagi_muzede-1195522
İnternet ortamındaki kültür-sanat siteleri içinde en dikkat çekeni sanatatak.com. Birinci yaşını geride bırakan sitenin kurucusu Ayşegül Sönmez'le internet yayıncılığını konuştuk: "Tam bağımsızlık adına, kültür sanat aşkına bu siteyi kurdum."
http://www.radikal.com.tr/kultur/kultur_ve_sanat_askina_sanatatakcom-1195467
Sanatblog sitesinde DEPO: Türkiye'de akıl hastahanelerinde hayat..
Yazar: buket
Depo: Akıl Hastanesinde Hayat fragmanıyla büyük merak uyandıran bir çalışma. Ege Kanar ve Can Dinlenmiş’ten oluşan çekim ekibi, RUSİHAK’ın hazırlayacağı bir rapor için Manisa, Adana, Elazığ, Ankara, Samsun ve İstanbul’daki akıl hastanelerini çok boyutlu bir biçimde kayıt altına almış. Hastane koşullarını, hastaları ve çalışanları inceleyen bu çalışmayı bir belgesel olarak yayımlayabilmek için, ekip iki hafta önce IndieGoGo’da para toplama kampanyası başlattı
Depo: Akıl Hastanesinde Hayat fragmanıyla büyük merak uyandıran bir çalışma. Ege Kanar ve Can Dinlenmiş’ten oluşan çekim ekibi, RUSİHAK’ın hazırlayacağı bir rapor için Manisa, Adana, Elazığ, Ankara, Samsun ve İstanbul’daki akıl hastanelerini çok boyutlu bir biçimde kayıt altına almış. Hastane koşullarını, hastaları ve çalışanları inceleyen bu çalışmayı bir belgesel olarak yayımlayabilmek için, ekip iki hafta önce IndieGoGo’da para toplama kampanyası başlattı
Burçak Konukman yazmış : Şimdi Suratına Bir Tane Çaksam Buna Performans Diyebilir miyim?
http://www.artfulliving.com.tr/detay/simdi-suratina-bir-tane-ccedilaksam-buna-performans-diyebilir-miyim
http://www.artfulliving.com.tr/detay/simdi-suratina-bir-tane-ccedilaksam-buna-performans-diyebilir-miyim
***
Çağdaş sanat alanındaki gelişmeleri teşvik etmek ve genç Türk sanatçılara destek olmak amacıyla Resim ve Heykel Müzeleri Derneği ve Akbank Sanat işbirliğiyle düzenlenen Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü 2014 yarışmasına yapılan başvurular arasından seçilen 6 sanatçının eserleri, bugünden itibaren 25 Temmuz'a kadar Akbank Sanat'ta sergileniyor. Sergi tasarımını Katia Anguelova (Bağımsız küratör ve yazar, Kunstverein Milano Müdür Yardımcısı) ve Sara Raza'nın (Bağımsız küratör ve yazar, ArtAsiaPacific dergisi (Batı ve Orta Asya) Yazı İşleri Müdürü Yardımcısı) üstlendiği sergide; Berat Işık, Ayşegül Karakaş, Gizem Karakaş, Alican Leblebici, İhsan Oturmak ve Burcu Yağcıoğlu'nun eserleri sergileniyor. Birincilik ödülünü Burcu Yağcıoğlu'nun kazandığı sergide, ikincilik Berat Işık ve üçüncülük ödülü İhsan Oturmak'a verildi. İhsan Oturmak, üç yıl önce yapılan Ayşegül Sönmez, Başak Şenova, Özalp Biral, Can Elgiz ve Kaya Özsezgin'in jüride yer aldığı Rotary Sanat yarışmasında birincilik ödülünü kazanmıştı.
Sanatatak com'un bildirdiğine göre Akbank genç sanatçısını seçti..
***
Ali Dayı bugün ne giydi?
http://alioutfit.tumblr.com
Caps nedir?
Caps ifadesi Capture yani yakalamak kelimesinden gelmektedir. Ekranda olan biteni Resim veya Video formatında kayıt için kullanılan bir terim
Caps terimi benzer şekilde Screen Shot (ekran fotoğrafı) ifadesi gibi ekran görüntüsünü ifade etmek için kullanılır. Örneğin bir filmin caps'inde o filmin çeşitli dakikalarından çekilmiş fotoğraflar yeralır.
Örneğin: Ekran görüntünüzün resmini almak(capture) için klavyedeki "Print Screen" tuşuna basın. Ardından Başlat > Programlar > Donatılar > Paint'i çalıştırıp yukarıda "Düzenle" Sekmesinden "Yapıştır"a tıklayın.
Eğer Alt tuşuna basarak Print Screen tuşuna basarsanız tüm ekranın değil, sadece aktif olan pencerenin fotoğrafını çekmiş olursunuz.
İnternet üzerinde videolardan istediğiniz aralıklarda otomatik caps oluşturan yazılımlar mevcuttur: www.google.com.tr/search?q=image capture software
Caps nedir?
Caps ifadesi Capture yani yakalamak kelimesinden gelmektedir. Ekranda olan biteni Resim veya Video formatında kayıt için kullanılan bir terim
Caps terimi benzer şekilde Screen Shot (ekran fotoğrafı) ifadesi gibi ekran görüntüsünü ifade etmek için kullanılır. Örneğin bir filmin caps'inde o filmin çeşitli dakikalarından çekilmiş fotoğraflar yeralır.
Örneğin: Ekran görüntünüzün resmini almak(capture) için klavyedeki "Print Screen" tuşuna basın. Ardından Başlat > Programlar > Donatılar > Paint'i çalıştırıp yukarıda "Düzenle" Sekmesinden "Yapıştır"a tıklayın.
Eğer Alt tuşuna basarak Print Screen tuşuna basarsanız tüm ekranın değil, sadece aktif olan pencerenin fotoğrafını çekmiş olursunuz.
İnternet üzerinde videolardan istediğiniz aralıklarda otomatik caps oluşturan yazılımlar mevcuttur: www.google.com.tr/search?q=image capture software