Sıradan Amerikalının kafası çok karışık. İşin tuhafı bu olağanüstü hal, onlar için olağan bir durum. Batman, Superman gibi dünyayı kurtaran yarı zamanlı kahramanların oyunlarına endekslenmiş merkezi kültür, ekrana düşen gerçek ile hakikatı tahrif eden simulasyonu ayırtetme becerisine sahip değil. Kötüyü temsil eden Ötekinin hayaleti, devletin varlığının garantisi. Vasat ABD vatandaşı, dünyanın gidişatını değiştiren tüm derin komplolara Pavlov'un beklediği tepkileri veriyor. Bedri, 50 yıl önce 22 Kasım 1963'te ABD Başkanı Kennedy'nin öldürülmesiyle, demokratik bir dünyada yaşama fikrimiz ve ihtimalimizin de sekteye uğradığını düşünüyor. Sanatçının anlattığı öykünün esası, Kennedy'nin demokrasi özlemi ve barış yanlısı olması. Sergi, bu söylem üzerine kurulmuş ; izleyicininse resmi propoganda ile bir Holivut filmi tadındaki magazinleştirilmiş konudan arınarak sunumdaki bilgiyi algılayabilmesi için yeterli vakti ayırabilmesi gerekiyor.. Bedri'nin, Öykü Eras'la gerçekleştirdiği uzun konuşma yeteri kadar bilgilendirici.. Sergi salonunda izleyeceğiniz olayı en ince detaylarına kadar anlattığı video röportaj 10 saat sürüyor.
Doğu/Batı, Amerikalı, Avrupalı, Çinli farketmez ; soluksuz kalan öznenin temel özelliğidir doğumdan gelen budalalık. Her on yılda bir özgürce gündeme düşen 'anma' vesileleriyle müşterek akıl hizalandığında kişisel idrak yeniden sağlanabilir. Eleştirel sorgulama yöntemleri, derin hegemonyanın servis edilmiş formatını asap bozucu şekilde itibarsızlaştırabilir. Düzendışı yazılar ve tırnak muayenesinden geçmemiş teknikler, şüpheci taktik ve analizler rahatsızlık verebilir. JFK 50. yılı nedeniyle dünyada yaşanan ilgi, sınıflar ve kadınların mücadelesindeki özgürlükle eşleşen Andy Warhol'un elinden çıkmış popüler Marilyn Monroe imgesi, her yerde bilinen komplo pratiklerini örtmede mahir olan Amerikan kaynaklı resmi söylemi sulandırarak kesintiye uğratabilir!
Bedri Baykam, iflah olmaz bir iyimser. Bu bizim kötümser olduğumuz anlamına gelmesin ama ortada bir gerçek var ; tarihi yazan halklardır, kahramanlar değil.. Tarihteki önemli sıçramalar ve keskin dönüşümler üretim ilişkilerinin doğal sonucudur. Bedri, modern fetişleriyle birlikte çağdaş özgürlük ideali, araştırmacılıktan doğan bilgisinden kaynaklanan kesin inançları olan bir adam. Tam bir Aydınlanma idolü. Doğru kabul ettiği işi sonuna kadar götürmekte kararlı. Amerikan Başkanı John Fitzgerald Kennedy cinayetini gerçekleştirenin Lee Oswald olduğuna inanmıyor. Haklı gerekçeleri var. JFK'nın kurulu sistem karşısında irite edici adımları olduğu gerçeği komplonun bir kişinin eseri olamayacağını akla getiriyor. 22 Kasım 1963'te Dallas'ta gerçekleşen suikastı bir terzi ; Zapruder adlı bir amatör, 8 mm'lik Bell&Howell kamerası ile görüntülüyor. Soruşturmaların ana inceleme dayanağının bu çekimler. Abraham Zapruder'in filminin yanısıra Beverly Oliver'in de olay anını kayda aldığı bir film olduğunu telsiz tutanakları söylüyor; ancak FBI görevlisi Regis Kennedy'nin çıkan kargaşa anında el koyduğu rulo kayıp. Eylemin karakteri, Çimenli Tepe'de pusunun birkaç kişi tarafından kurulduğunu ifşa ediyor. Zaten sonrasında da başta katil olmak üzere yakın tanıkların hepsi (57 kişi) çeşitli doğal olmayan nedenlerle kısa bir sürede ölüyorlar. 'Çünkü!' demek gerekiyor : Kennedy, sürmekte olan Vietnam Savaşı'nı bitirmek istiyor. Bu, yüzlerce milyar dolarlık ABD silah sanayiinin stoklarını ve sürmekte olan üretimini tehdit eden bir talep. Diğer taraftan Rothschild ailesinin tekelindeki Amerikan Doları'nı basma yetkisini kongrede iptal ettiriyor. İsrail'in nükleer silah programını engellemek için hükümet olarak karar alıyor. Soğuk Savaşı bitirmek için Nikita Kruşçev'le kapalı toplantılar yapıyor. Zencilere seçme/seçilme ve eşit yurttaşlık hakları tanımayı teklif ediyor. Temmuz 1963'te konulan Interest Equalization Tax'a karşın ABD'nin ödemeler dengesi açığı güçlükle kapatılıyor ; bunun sonucunda Başkan, büyük önem verdiği geniş kapsamlı gelir vergisi indirimlerini Kongre'den geçiremiyor. Müzakerelerin bütünü son derece netameli konular. Bedri suikastın 50. yılında 22 Kasımda başlayacak bir sergi ile bu derin cinayeti kamuoyunda yeniden tartışmaya açıyor. Bunun için defalarca Amerika'ya gitmiş. Dallas'ta suikastın olduğu mahalde, Oswald'ın ateş ettiği varsayılan Dal Tex binasında incelemeler ve yaşayan tanıklarla röportajlar yapmış. Medyayla konuşmuş. Yüzlerce kare resim çekmiş. Olayı anlatan sayısız kitabı incelemiş, Oliver Stone'un savcı Jim Garisson'un mücadelesini anlattığı filmi sonsuz kere planlara ayırarak, taslaklar çizerek dakika dakika izlemiş ve Earl Warren soruşturma komisyonunun raporlarını defalarca okumuş. Sonuçta "Bu hafta Cuma günü Piramid Sanat'ta açılacak sergim "Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" ve Cumhuriyet'te yayınlanacak yazı dizim, olayın çok farklı boyutlarını gündeme getirecek ve Amerikan resmi dilinin hala özenle yaydığı bu propagandaları ve beyin yıkamaları yanıtlayacak" diyor... Bedri'nin Dünyayı Değiştiren 8 Saniye / JFK sergisi, Istanbul'dan sonra New York'ta da dünyanın gündemini sanat yoluyla değiştirmeye hazırlanıyor..
Hâlâ ideolojideki en karanlık yer, sonrasıdır. Soldaki muğlak nokta, ‘Revolution’ (Devrim) kelimesinin neyin kastediğidir. Sömürüyü yaratan 'emek' ve onu satın alan 'para'nın sabit kaldığı sosyalist örgütlenmede, toplumun ertelenen yaşam hakkına mukabil kişinin kazancı belirsizdir. Prolatarya Diktatörlüğü savıyla demokrasinin askıya alınmasına karşın Devrim olgusunun emek/para mübadelesinde neyi dönüştürdüğü muammadır. Değişen iktidar olmasına rağmen, dönüştürülen bir özgürlük rejimi olmaması, çaresizliğini haykıran sol maskeli tüm kapitalist rejimlerin mütalaasında zaten vardır. Bunu bir eleştiri olarak bir kenara not ettikten sonra temsildeki düşmanı oynayan öteki'ninin dünyasını 50 yıldır ilgiyle izleyen Bedri'nin kaleminden olayın akışını bir kere daha okuyalım..
"SOLCU KENNEDY" CİNAYETİ ve BUGÜNKÜ DÜNYA..
"Killing Kennedy" filmi, Kennedy Suikasti'nin 50. yılının dolmasına az bir süre kala ortaya çıktı ve geçen pazar National Geographic'te yayınlandı. İçerik açısından ilginç olan bu film, ne yazık ki hem maddi hatalarla dolu, hem de tamamen yanlı olarak hazırlanmış: Projenin tek hedefi, 50. yılında hala Amerikan statükosunun dünyaya dayatmaya çalıştığı "tek katil kaçık Oswald" teorisini yeni kuşaklara aktarmak. Aynen iki yıl önce çıkan Stephen King'in romanı "22/11/63" gibi. Nefis bir dille yazılmış olan ve zamanda seyahat etme fikrini ele alan bu roman da maalesef sonunda raydan çıkıp Warren Komisyonu’nun "Oswald tek kaçık katil" teorisine destek vermek için kötü bir finalle bitirilmişti.
Bu hafta Cuma günü Piramid Sanat'ta açılacak sergim "Dünyayı Değiştiren 8 Saniye" ve Cumhuriyet'te yayınlanacak yazı dizim, olayın çok farklı boyutlarını gündeme getirecek ve Amerikan resmi dilinin hala özenle yaydığı bu propagandaları ve beyin yıkamaları yanıtlayacak. Peki ABD neden hala yarım asırdır ısrarla bu tutuculuğu resmi dilinde sürdürüyor? Çünkü aksi takdirde, 50 yıl önce Kennedy'nin sürdürdüğü büyük atılımlara karşı Dallas'ta bir "darbe" yapıldığı ve "Amerikan şahinlerine göre kabul edilemez bir devrimci olarak gördükleri asi Başkan'ın, halkı önünde "infaz" edildiği ortaya çıkabilir! İşte hala bu tehlikeye karşı "resmi Amerika" tetikte ve ister ünlü yazarlarını ister Hollywood'u bu konuda sürekli desteğe çağırıyor! Aynen merkez Amerikan basınının sürekli olarak bu "kutsal görevi" sürdürüp, "Oswald tek katil" hükmüne karşı öne sürülen her bakış açısını küçümsemesi gibi! Aksi takdirde "Amerikan Rüyası" tuzla buz olacak!
Peki dünya ve belki bugünün Türkiyesi bile, neden bu büyük "darbe"nin artçı şoklarını hala ödüyor? Yanıt çok net: ABD'yi çok farklı bir rotaya sokmaya çalışan Kennedy, ülkesindeki tüm tutucu güçleri çileden çıkarıyor. Özetle toparlarsak, Kennedy, siyah-beyaz ayrımlarına son veren iç yasaları çıkarmak için her riski alıp büyük adımlar atıyor. Vietnam Savaşı'nı büyümeden bitirip, Asya'dan çekilmek istiyor. Tüm Pentagon dayatmalarına rağmen, ne anti-Castrocu Kübalılar ve CIA'nin işbirliğiyle gerçekleştirilen "Domuzlar Körfezi" fiyaskosunda, ne de Küba Misil Krizi'nde, Küba veya Sovyetler'e karşı bir harp başlatma çılgınlığına girişmiyor. Amerika içinde petrol ve çelik imparatorluklarına ek büyük vergiler getirip, onları doğrudan karşısına almaktan çekinmiyor. ABD'de sendikacılığın güçlenmesi ve fakir halk kesimlerinin temel ihtiyaçlarının giderilmesi için en ısrarlı söylemleri geliştiriyor, ezilenin yanında yer alıyor. Bu arada baskılara karşı dile getirdiği şu yanıt var: "Biz dünya nüfusunun %6 sı olarak, kendi görüşümüzü çıkarlarımız uğruna dünyaya dayatamayız, buna hakkımız da yok". "Komünistlere yumuşak bakmak"la suçlanmasına rağmen Kruşçef ile giriştiği tarihi diyaloglarla "nükleer test yasağı" anlaşmasına 1963'de imza atıyor! Bir de üstüne üstlük, dile getirdiği şu dev "darbe" planı var: JFK, CIA'in kendi başına buyruk tavırlarına, yabancı topraklarda sözde ABD çıkarları için giriştiği darbe planlarına, işlediği cinayetlere artık katlanamıyor. "CIA'i tuzla buz edip, parçalarını da rüzgara savuracağım" sözünün bir Amerikan Başkanı’ndan çıktığını düşünmek inanılmaz gelmiyor mu size? Ama bununla da yetinmiyor JFK. 39 senedir FBI'ın başında olan Hoover'ı da karşısına alıyor ve 1964 seçimlerini de kazanınca, artık onun orada oturmayacağını herkes anlıyor.
Dünyada daha 1968 Kuşağı kırılması yaşanmadan önce, bu politikaları sürdüren, Amerikan standardlarına göre "fazlasıyla solcu" ve güçlü bir Başkan'a karşı bir darbe yapılması size sürpriz olarak geliyor mu? Çıkarları tehlikeye giren CIA'den Pentagon'a, FBI'dan büyük kapitalist şirketlere kadar, derin ve ırkçı ABD'nin tamamı, Kennedy'ye karşı sinsi bir işbirliğine giriyor. Gerisi bildiğiniz Dallas komplosu ve ondan daha ağır olarak gelen "örtbas etme"! Eisenhower'ın devir teslim töreninde özgürlük ve demokrasiye karşı bir tehlike olarak niteleyip Kennedy'yi uyardığı "Askeri Endüstriyel Yapılanma" işte bu savaşçı ABD'nin yükselen sesi.
Bugün içinde yaşamaya çalıştığımız coğrafyaya yapılanlardan tutun, o günlerden beri Vietnam, Şili, Orta Amerika ve Orta-Doğu'da yaşanan ABD savaş ve müdahalelerine kadar her biri, Kennedyler'in çizdiği rotanın tam tersinde seyreden bir başka çıkarcı ABD'nin dayatması. Şok sonuçları da, bugün ülkemizde yaşanan ağır dramlarda sürmeye devam ediyor. Bu nedenle"Dünyayı Değiştiren 8 Saniye"yi izleyin derim...
"Kennedy, herkese umut aşılayan, herkesle sevgi alışverişinde bulunmaktan kaçınmayan bir dünya lideriydi. Batı dünyasında hiçbir lider onun kadar sevilmedi" diyor Bedri Baykam. Bu tanım bizim gibi 'iyi/kötü' liderlik şüpheleri ve küçük kötülüğü ortadan kaldıran büyük kötülük olarak 'otorite' konusunda çekinceleri olan bir yazar için duraksatıcıdır. Ancak, Aydınlanma felsefesine sahip bir entellektüel için toplumları kuran/kurtaran kahramanlara duyulan ihtiyaç tekrar eden bir görüştür ; 'baba' figürüne göndermeler yapan yönetici erk'i onaylayan masum bir inancı yansıtması bakımından Kennedy idolünün sağladığı tatmin ilham vericidir. Bedri, yoğun bir çalışma ve müthiş bir araştırma ve bilgi birikimiyle Başkan JFK'nın merkezde olduğu bir demokrasi tahayyülü ve Amerikan uygarlığının ne'liği konusunda yeni bir konu başlığı açıyor ; uluslararası bir tartışma başlatıyor.. Sergisinin Istanbul'dan sonra New York ve Avrupa'da tekrar edilecek olması bu tartışmanın daha büyük bir kamuoyunda zengin katılımlarla süreceğini, Batı kültüründe demokrasiyi ve hukukunu doğuran temel düşüncenin zaafları ve yararlarıyla yeniden değerlendireleceğini gösteriyor..

Kadınların ve sınıfların mücadesiyle yazılan tarihin o sayfasının baş aktörü JFK, herkesin bildiği sırrı bilmiyordu..
Kavimler adına işlenen sıradan bir cinayetin, adına 'şiddet' denilen en müstehcen jestin modern zamanlarda geçen olağanüstü öyküsü. Eğer, uygun zihinleri bulursa tecavüz etmesi kaçınılmaz bir hegemonik sistemin varolan distopyası. Tarih, sürekli parçalanan zeminlerde, kırılan çatlakta diyalektik değil, tesadüflerle ilerliyor. Hayali teselliler sağlayan bir gelişmişlik düşü kurmuyor. O, mutad tavrını burada da gösteriyor ; sıfatların vasıflarını perdelediği sembolik öznenin toplumda kıstırılmışlığıyla bilinçaltına itilen pornografik bir olayı, tüm ayrıntılarıyla yeniden araştırıyor. Bedri, yalnız Kennedy suikastını tozlu arşivlerden çıkarmıyor ; sanatın olması gereken sorgulayıcı, şüpheci, nüfuz etmede ürkek davrandığı siyasi yanına da işlerlik kazandırıyor.
Fidel Castro, Nikita Kruşçev, Marilyn Monroe, Jackie, Johnson, Jack Ruby, Abraham Zabruter, Ms.Roberts, Marion Baker, Jim Hick, Merriman Smith, Teresa Norton, Antonio Veciana, Clay Laverna Shaw ve diğerleri.. Bedri Baykam'ın JFK sergisinde onlarca figürün ismine yahut resmine rastlıyoruz. Hepsinin bu olaya ya taraf veya bir şekilde şahit olduğunu biliyoruz. Earl Warren'ın açtığı soruşturma sürerken, adı geçenlerden 57'si doğal olmayan nedenlerle hayattan ayrılıyor. 22 Kasım 1963'de Başkan Kennedy'e Dallas'ta düzenlenen suikast, köleliği kaldıran Abraham Lincoln komplosuyla birçok benzerlik gösteriyor. Lee Oswald'ın 'günah keçisi' ilan edildiği cinayet, onca takip ve araştırmaya karşın hala belirsizliğini koruyor. Süreci günbegün takip etmiş olan Bedri Baykam, buradan öteye geçiyor; Nasıl'dan başlayıp, Başkan'ın Neden öldürüldüğü konusunun üstüne gidiyor. Olayın 50. yılında bize önemli bir soru sorduruyor: Başkanların kişisel iradesi var mıdır? Hatta bireylerin! Savaşların olmadığı bir dünyada ABD uygarlığı yaşayabilir mi? Konu dönüyor dolaşıyor 1846 yılında bir nedenle Brüksel'de söylenmiş o cümlede düğümleniyor..
22 Kasım 1963 günü, dünya, geleceğini toptan değiştirecek ağır bir hamle ile karşı karşıya kalacağını bilmiyordu. Başkan John Fitzgerald Kennedy, 5 günlük kritik Teksas gezisinin 3. sabahına başlıyordu. O ana kadar San Antonio ve Fort Worth’te her şeyin iyi gitmiş olması Başkan’ın ekibine ciddi bir rahatlama getirmişti. Kennedy’nin eşi Jackie, seyahatlere fazla çıkmıyordu ; bu sefer kocasını kırmayıp Texas’a birlikte gelmişlerdi. Kahvaltı masasında, Kennedy yumurtasını yerken gözlerine inanamadı! Texas’ın Dallas Morning News Gazetesi, şımarık petrol zenginlerinin en önemli yayınıydı. O sabah, “Amerikan Somut Gerçek Bulma Komitesi” adına Bernard Weissman, Başkan’a gazete aracılığıyla 12 sert soru soruyordu ; tam sayfa ilanla!
“Neden düşmanlarımıza buğday ve mısır satışına onay verip, askerlerimizi öldüren Komünistler’in karnını doyurdunuz?”
“Neden kardeşiniz başsavcı Robert Kennedy’den sizi eleştiren dürüst Amerikalılar’ın üstüne gitmesini söylerken Komünistler ve aşırı solcuları rahat bırakmasını istediniz?”
“Neden Monroe Doktrini'ni silip, yerine ‘Moskova Ruhu’nu geçirdiniz?”
“Neden Amerikan Komünist Partisi lideri Gus Hall neredeyse tüm politikalarınızla övünüyor ve Partisi’nin 1964’te sizin yeniden seçilmenize destek vereceğini söyledi?”
Bu suçlayıcı saldırgan sorular uzayıp gidiyordu. Kennedy kendisine biraz daha kahve koyarak Jackie’ye, “Biz artık tamamen delirmiş bir yerdeyiz, baksana şuna!” dedi ve ardından ekledi “N’apabilirsin ki, burası bizim yaşadığımız ülke!” (1)
***
İnsanların üretici güçlerinin belirli bir gelişme düzeyini ele alırsanız, ona denk gelen belirli bir ticaret ve tüketim biçimine ulaşırsınız... Böyle bir sivil toplum, kendine uygun bir politik sistemi yaratır. Marks'tan, Paris'teki Pavel Vasilyeviç Annekov'a mektup; 28 Aralık 1846/Brüksel
"Üretim yapmadan hiçbir toplum yaşayamaz ve tarih yapamaz!.. "
Takipçilerini, ilk görüşte tanıyacağımız ruhbanlardan ayırdetmek zordur. Temel alınan postulatı kabul ettikten sonra gerisinin diyalektikle ilgisi yoktur. Garip öngörüleri vardır : 'Köleliğin ortadan kalkmasına izin vermek Kuzey Amerika'yı ortadan siler' der. Bir ölçüde haklıdır ; kölelik endüstriyel kapitalizmde ruh göçüyle devam eder. Brüksel'deki Marks, 1846'da şunları yazar : "Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir. Başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel gücüdür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur. Bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir.
Egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi, egemen ilişkilerdir. Şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadeleridir ; başka bir deyişle, bu düşünceler, onların egemenliğinin fikirleridir.
(..) Modern devletin en eksiksiz örneği Kuzey Amerika'dır. Yazarlarının istisnasız hemen hepsi, devletin, ancak özel mülkiyet yüzünden mevcut olduğunu açıkça iddia etmeye vardırmışlardır işi. O kadar ki, bu inanç, artık kamunun bilincine işlemiştir. Şu halde devlet (burada silah sanayi ve ABD diye okuyun eç.) egemen bir sınıfın bireylerinin, onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün kıldıkları biçimdir. İçinde çağın bütün sivil toplumunun özetlendiği bir biçim olduğundan, bunun sonucu olarak, bütün kamusal kurumlar, devlet aracılığından geçer ve siyasal biçimini alırlar. Bu yüzden yasanın iradeye dayandığı, hatta daha iyisi özgür iradeye dayandığı kuruntusu, somut temelinden kopmuştur. Aynı şekilde hukuk da yasaya (nomos) dayandırılmıştır." K.Marks, Alman İdeolojisi 75/115. sayfa.
Toplum, bir laboratuvardır; deney ve muharebe alanıdır.. Reklam ajansları, hemşireler, müzisyenler, gazeteler, sosyologlar, biyologlar, müteşebbisler, okullar, sanatçılar, işçiler ve diğer meslekler ... Mahkumlar, hastalar, öğrenciler.. Kurumlar ve örgütler.. Bir toplumun işlerlik mekanizmasını gerçekleştiren sınıflar; hizmeti alanlar verenler.. Yönetilenler, yönetenler. Vekiller, asiller.. Tüm işbölümü ve Devlet, bunun için vardır. Bunun temelinde, bir başka şekilde tanzim edilmesi hayalini bile tahayyül edemediğimiz bir baba figürü, yönetici otoriteye inanç bildirimi bulunur. Hayatta kullandığımız tüm aparatların elzemliği gibi insanların bir organize düzen içinde yaşaması gerekliliği de bir tasavvurdur. 'Açık' ibaresi fragmanda kullanılsa da kapılar ardındaki 'Kapalı Toplum', yasanın, sınırların ve tarihi yaratan üretim sürecinin kaçınılmaz mekanıdır. Fenomenal diyalektiğinin merkezinde , kaptan köşkünde bulunan sınıfın iradesinden, amaca istinaden örgütlenmiş kurumların tahakkümünden başka bir şey yoktur. İdeolojiler bu kâbusu ortadan kaldırmak değil, iktidarın kontrolünü ele geçirmek isterler. Dışarının olmadığı yerde özgürlük metafordur; öğreniriz ki bu da zapturapta dahildir. Bir aradalık/beraberlik kültürüyle eğitiliriz. İmkansızlık etiğimizin beyanına göre, her etkinlik, çokluk içinde mesuliyetin uyarladığı bir iş'tir; parasal mekanizmayı çalıştıran değerdir. Her eylem, mutlaka ekonomik verileri tetikleyen, kapitalizmin doğasını ve üretim araçlarını, toplumsal sıfatların imkanlarını kullanmak zorunluluğunda olduğumuz bir hizmettir. Bize tebliğ ya da ibra edilen her eylemde, görüntüde, seste ve eserde, verilen her mesajda önce sormamız gereken şudur; bu işte amaç nedir? Bunları sormadan durduğumuz yer ve kim olduğumuz belirsizdir. Verdiğimiz cevaplar değişebilir ama sorduğumuz soru kimliğimizi belirginleştirir ; yaptığımız işe şuur ve mübadele değeri kazandırır. Eleştiri'yle eksik parça tamamlanır. Dengelemek yurttaş görevidir. Negatif diyalektiğin terbiyecisi, yanıt vermesi gerektiği yerde mahrum bırakıldığı, ötelendiği toplumda/n mesuldür. -Başka bir olayda başka isimle karşılaşırız, JFK sergisinde Bedri'dir- Aydın, erk tarafından mottolar halinde sunulan düşüncenin üzerinde, düşünülmesi gereğini bilendir.
Teçhizat, 'donanım' demektir. Mücehhes donanımlı. Cihaz ise bu donanımı taşıyan aygıt. Fransız felsefeci Foucault'un 70'li yıllarda ortaya attığı Dispozitif terimini Türkçeye cihaz/düzenek olarak çeviriyorlar. Teçhiz etmek fiilinden üretilen Teçhizat sözcüğünün, Foucault'un iktidarların organizasyonlarının maddi operatörlerini, kurumsallaşma tekniklerini ve hizmete eklemlenmiş uyruklaştırma pratiklerini, tüzüklerini ve formlarını göstermesi bakımından daha doğru bir seçenek olduğunu düşünüyoruz.
Bugün, geçmişin, her an'ın hatırlanmasındaki yolculuk anında durduğumuz yerdir. Tarih, eylemimizi eylediğimiz, ilintili pratiğimizin diline tercüme ederken gerçekleştirdiğimiz faaliyetin zamanından öte mekanıdır. Bugün diye adlandırdığımız kavram geçmişin bakiyesidir. Yenilere yer açarken, yerlerinden edilenlerle hesabımız vardır. 'Tarih , bir inşa faaliyetinin nesnesidir. Yapı, homojen ve boş bir zamanda değil, şimdi'nin (Jetztzeit) doldurduğu bir zamanda yükselir" der W.Benjamin. 'Düşünce, sadece düşüncelerin akıp gitmesi değil, aynı zamanda akışın durdurulup düşüncelere el konulmasıdır' diye de ekler..
Figürlerin gereğince görünmesini engelleyen kurumsal komploya karşın, ötekiyle ilişkimizde fikirlerin ve eşyaların özgürce mübadele edildiğine duyduğumuz inanç bir maniadır. Kural muğlak, güven veren sabit eşik değişkendir. İktidarların gerçeği gizleme üslubu değişmişse, eski pozisyonun terkedildiğini düşünmeliyiz ; mevziyi boşalttığını değil. Devletin mütemadiyen ihlâller neticesinde oluşan kimliği uyumludur. Rasyonelite taraflıdır. Modern sosyal yapılanma projesi müzakerelerle ehlileştirilip, bütün sivrilikleri mahkum edildiğinde bile, bir yapı-söküm gerçekleşmez ; orada tezgahını revize etmiş güleryüzlü post modern müşteri hizmetlerini buluruz. Tutsağı olduğumuz stabilize gerçeği örten modernist jargon bir tahakküm aracıdır. Kennedy dosyasındaki son yasağın 2039'da kalkacağını biliyoruz. ABD ekonomisinde temel dinamiğin silah teknolojisi olma özelliği halen sürüyor. Karanlığa düşecek ışığın beklentisi için erkendir. Cebrin şeklinin değiştiğini ummanın edebi içinde söyleyebiliriz ki, hükmetmenin değil, sosyal aygıtı kullanma pratiğinin hem meşru hem de şeffaf hale geldiği tarihsel uğrakta, esrarlı yapının çekirdeğindeki sanat, belki bir gün yeterince aşındırma meydana getirebilecektir. Merkezi bir düzenek diye kabul edersek devleti, internet, dijital uygulamalarda çoklu ortamlarda analitik hesaplama ve veri deposunu kullanarak merkezleştirdiği bağ'da pratik akla ve her türden şirketleşen işlerin taleplerine egemen olur. Dışarısını absorbe eden alengirli Cihaz, müşterekleri yönetirken entegre devreyi Gödel'in kozmolojik sabitlere negatif bir değer vermesi gibi tamamlar ; sistem her şartta biraz daha hariçte kalan insanın aleyhinde gelişen olumsuz bir diyalektikle meşru her faaliyeti bir rakama çevirerek mekanikleşir. İzdiham ve Üretim sürmekte, sermaye, tek başına mutlak'ı temsil etmektedir. Giderek hesap sorulamaz kibirli, her türden programa, hüdainabit buyruğa kaynaklık eden bir kendilik olarak toplum katmanlarında hüküm süren 'yasa', şu an tezahür halindedir.
Genelde her toplum, açık şiddeti reddetse de devletin tüm örgütlülüğü, bir bilinç ürünü olarak onu yok etmek değil, şiddetin sahibi olmak gereğinin farkındadır. Demokrasi, temel ihtiyaçların giderilmiş olduğu, israfın hazzı serbest bıraktığı bir kabuk içinde yaşayabilir. ABD silah sanayii, ülkede istihdam yaratmanın ötesinde getirisiyle ekonomiyi çalıştıran, kabuğa malzeme tedarik eden temel güçtür..
Marthin Luther King'in 'Bir hayalim var/I have a dream' diye başlayan konuşması, aşılmış bir tarihi değil, unutulmaması gereken bir sayfayı hatırlatır. Huzuru değil, rahatsızlığı ifade eder. Tarih, 28 Ağustos 1963'tü. Sivil itaatsizlik hareketinin önderliğinde yaklaşık çeyrek milyon kişinin katılımıyla bir gösteri düzenlenmişti. Washington D.C.'deki Hak Eşitliği Yasası için gerçekleştirilen iş ve özgürlük yürüyüşünden hemen sonra Kennedy, Kongre'ye okullarda, otellerde ve lokantalarda ırk ayrımcılığını ortadan kaldıran bir tasarı sundu. Ancak zihinlerde kölelik kalkmamıştı. Siyahların yurttaşlık haklarını koruyacak yasa Kongre'den o gün geçmedi..
Kruşçev, 1959'da 21. Parti Kongresi'nde kapitalist ülkelerle barışçı bir yarış içinde olmayı teklif etti. ABD'ye yaptığı ziyaret sonrasında Mayıs 1960'ta Kennedy ile Paris'teki zirveye katıldı. Ardından 1961'de Viyana'da görüşmeler sürdü. Berlin'in açık bir şehir olarak ayrı bir statüde olmasını öneren Sovyetler'in teklifi kabul görmemişti. Kruşçev, detayları tebessümle anlatır. İhtilaf giderilemez Bu görüşmeden kısa süre sonra Berlin Duvarı inşa edildi. Ruslar, 1962'de Küba'ya orta menzilli füzeler yerleştirmeye girişti.. Bunları da, Kruşçev'in Politbüro tarafından yönetimden alındıktan sonra sürgündeki daçasında yazdığı anılarından okuyoruz. İki lider de bir emrivakiyle iktidardan düşürüldü ; biri sağ, diğeri ölü olarak! Yeri geldiğinde kılıç kuşanıp centilmence düello yapan, bazen de Hitchcock gibi sahnenin merkezinde duran, yahut tabloların bir yerlerinden bize gizli gizli bakan Kruşçev figürleriyle kastrasyona uğrayan böyle bir dönemi hatırlıyoruz.
Bedri'nin tüm dönemlerindeki ortaklık, birbirinden apayrı hakikatleri fütursuz sorgulamasıdır. Bastırılmış siyasi dürtüleri kışkırtma, -Kennedy örneğinde olduğu gibi- özneyi biricik etkinliği ve kusurlarıyla yüzleştirme, sosyal kurguyu tamamlayıcı bir çaredir. İnsanların zaruretleri üzerine odaklanmış olan rekreasyon, teni bir merhem gibi örtse de, kabuk bağlayan izi gidermez. Terapik sorgunun bakiyesi ; dehşetin, dışarıda bırakılmanın, geçmişin örtülmesi geriliminden çıkar. Yüzeye aktardığı görüntülerin astarında, sanatçının kullanılabilir yaşam felsefesi, modern hayatı olumlayan yüzünü buluruz. Üretici olarak zorunlu ve cebri varoluşun katmanlarında sıkıntılı ve yalnız yolculuğunu sürdürenlerin destekçileri yoktur. Etrafını kazarak temizlediği bir boşluk içinde bekler. Hayatı düzenleyen rasyonalite, şeyler aracılığıyla zuhur eder. Neden tektir ; açacak anahtar, kilitleyen mühürün sahibindedir.
50. yılın sonunda kullanageldiği araçlar ve arşivlediği kayıtlarla bir soru sorar, bir gerçek oluşturur. Zemin aynı zemindir ; mutabık kalmak için henüz erkendir.
Bugün gündelik hayatta bir ideal diye savunduğumuz tüm kavramlar mutlaka daha önce sanatçılar tarafından dile getirilmiştir. Ya da içinde halen yaşadığımız sosyal sitemler ; bir zamanlar tamamen edebi olarak tasarlanmıştır. Kant'ın 'Düşünmeye cesaretin olsun!' buyruğu bir nebze, ataerkil düzen içinde özgürce 'saçmalama' çağırısı içerir. Campanella'nın Güneş Ülkesi, Thomas More'un 'topos'/yer' kelimesinden ürettiği Ütopya'sı, Thomas Hobbes'un 1651'de yayımlanan Leviathan'ı, yaşadıkları dönemlerin uçuk toplum hülyalarıdır. İnsanın geleceğini önce sanatçılar tahayyül ederler ; siyasetçi ona inanır, bir hayalin peşine düşer. Kirli savaşların masum kuvvetleri, masal dünyasındaki tahayyülü bir toplum düzeni olarak gelecekte gerçek kılar. Demokrasi, kimsenin bütünden sorumlu olmadığı bir yönetimdir. Güçler ayrılığı, toplum üstünde yaptırım kudretinin yoğunlaşmasını önler.
Tamamen özgürleşmiş bir demokraside sosyal medyada 'beğen' tuşuyla her an değiştirebileceğimiz bir insanlık düzeni, teknolojiyle parelel gitmesi kaçınılmaz toplumsal oluşumda, ilerideki olasılıklar içindedir.
'Geçmişe sahip çıkma anını ilan eden şey , tam da hareketin bir monad içinde kristalize olması ve dondurulmasıdır' diyen Zizek, 'İdeolojinin Yüce Nesnesi'ndeki görüşlerinde tutarlıdır. Mutabık kalınacak genel doğruları, ağdalı bir beceriyle söylemesi sözü hafifletmez. 'Nereden başlamalı?' sorusunu sık sık sormasına rağmen, öncesine ait despotizme duyduğu hayran yargılarından kurtulup Bakunin'in Marks'a tepkisini samimiyetle anlıyabilmişse şayet , söylemi bizim için de savunulacak kadar duru ve berraktır. Vazgeçilmesi istenilen şey, hayatın doğurduğu tecrübedir. Mahdumların yerli yersiz dile getirdiği 'nereden başlamalı?' psikozu, ekonomik doğaya 'rehin' düşen bireyi tessettüre alır. Andy Warhol'dan bu yana gerçekleştirilen sanat, içi boşaltılarak tebliğ edilen kurala dönüşmüştür. Hakiki olmayanın orjinal bir gerçek olarak takdim edilmesindeki amaç, benzeyerek olunabileceğinin bildirimidir. Zorunluluktan doğan tüketimin, üretimin gecikmesine tahammülü yoktur ; ihtiyaca benzemesi kafidir. JFK sergisiyle Bedri'ye indirgersek, sanatçının üretimiyle, hazırdaki konforun yerine akan zamandaki doğru an'ı / zerreyi (monadı) yakalamak, tümeldeki tekili görmek mücadelesi, ortak hafızaya atılanları ayıklamak, camdaki buğuyu temizlemek telaşı değil de nedir? Doğru tedavi, ancak teşhisin isabetli, faaliyetin upuygun olmasıyla gerçekleşebilir. Bu soruyu yalnızlaştırıp ya da çoğaltıp bakarsak çıkan tablo farklılık kazanır. Yüce Nesne / Derin Devlet tarafından servis edilen üretimin eril boyutu, cürmü Oswald'a yıkarak faili muteber kılma teşebbüsüyle eylemi etkisizleştirmektedir. Levililer 17/7'de 'İsrail halkı, taptığı teke ilahlara artık kurban kesmeyecek' der. Yahudilerin geçmişe sahip çıkma anında, ne kadar akla, tutarlılığa çekmeye çalışırlarsa çalışsınlar unuttukları paradigma günahı yaratan arzudur ; keçiye kesilen kurbanın da keçi olması, affedici makamın çözümünün tekliğindendir. Musa'nın peçe takması, (2/34,33) bir metafor değildir ; eylemin mahiyeti, örtülü gerçeğin aşkın enerjisini dizginleme görevi taşır. Ahlak, bizatihi simgeleri harfler gibi sıraya sokar ; pratiğimize yansıyan bildirimi, kurumsal manifestoyu anlamlı kılan tanzim edici nedensel bir dizgidir. Şirketleşen ağ'da, modern etiğe ait sorulamayan sorular bir fantazi gibi kalır. Sembollerin içeriği silinmiştir. Ressamın derlediği dökümanlar, sekteye uğrayan gösteriye seyirci kalanları uyarmaktadır. Marilyn Monroe, Jackie Kennedy, Lee Oswald figürlerinde yoğunlaşmış anlatı, rejimin neyi nasıl ima ettiğini, sermayeyi yaratan yoğunlaşmış birikimin tehditleriyle hayatın devamını da nasıl ürettiğini bize göstermektedir. İmgeler, tüketim toplumunun kahramanlarını çağırıştırsa da, zerreler, bütünün tüm değerlerine/bilgisine sahiptirler.
1960-80 arası Gladio katliamları tecrübesinde Avrupa'nın tüm ülkelerinde benzer paydaları buluyoruz. Daha sonra Soroscu renkli devrimlerin söylemek istediği de aynıdır. Savaş oyunu, Aydınlanma mücadelesinde negatif diyalektik olarak tam da ilerlemenin kalbinde bulunur ; tek yapmamız gereken onun 'olduğu gibi'liğini, kurucu iradesini, tanzim eden otoritesini itiraf etmektir. Demokratik fantazinin, merkezdeki yasayı, koruyucu zarı örttüğünü yaşayarak görürüz. Özgürlük temayüllerini mukayese ederken, fikri gereksinimler arasındaki mübadelede -JFK, Che, Marks ya da başkası- olmayanı adıyla davet etmek güzeldir ama tarih bize öğretmiştir ki ruh çağırmak beyhudedir. Tarihsel evrimin yarattığı kapitalist sisteme, normatif bir oluşum diyorsak, emperyalizm ve ürünü olan araçlara, araçları finanse eden birikime, bu kazanımı koruyan görünmez bağdaştırıcılara, herkesi herkese bağlayan nedene inanıyorsak, hukukun tarihte görülmemiş şekilde ürettiği formlar, yasalar, muktezalar, genelgeler, tüzüklerle genleşen iktidarın örgütlenmesine de hayret etmememiz gerekir. Beyaz/kızıl, yeşil : Emeğin sermayeyi ürettiği her yerde seküleritenin ihtiyaçlarını, rejimin otoritesine havale etmek mecburiyetinde olamayacağımız özerk alanlar, kişinin özgür iradesiyle değiştirebileceği bir tarih ve yasa yoktur. Dram tüm sahneyi kavurur geçer ; toplum denilen fabrika düzeninde eğitilmiş bireyin fikrine tekabül eden hudutsuz, esnek, muğlak bir özgürlük kavramı olabilir ; ampirik karşılığıysa tanımlanamaz. Üretim, sermayeyi olduğu kadar tüm sınıfların temel güdülerini/eğilimlerini melezleştirir. İlaçlardan seyahate, her yerdelikten iletişime inorganik alanda akrabalaştırır ; normlarıyla ortak kılan tüketim bilincini mazeretsiz ekonomi politiğe iliştirir. Kurucu paradigma -başlıktaki Marks'a dönersek- üretimin ne'liğidir. Üretimden doğan güçten ziyade, tüketici olmaktan gelen zaafiyet özneyi kıstırır ; çeperlerin içinden merkeze çeker. Hegel şöyle ifade eder : Bu evrensellik mertebesine erişmiş ihtiyaç ve emek, kendi namlarına muazzam bir ortaklık ve karşılıklı bağımlılık sistemi yaratır. Sendeleyerek ve kör gibi bir o yana bir bu yana devrilerek sürekli boyunduruğa vurulması, evcilleştirilmesi gereken, bir an bile boş bırakmaya gelmez vahşi bir hayvan, ortalıkta gezinen bir ölü hayat yaratır. (Jenenser Realphilosophie 1/239, Negri/DE. 95)
Kennedy, 'Ekinlere büyüme emrini, polis devleti veremez' diyor.. Bedri'nin resimlerinde aradığı hakikat, çok derin bir tartışmanın fitilini ateşlemektedir. Arı kovanına çomak sokmaktadır. Sorun sadece 'Kennedy' meselesi değil, dünyanın temel sorunudur..
Kendi çıkarını, çoğunluğun çıkarıymış gibi gösteren 'işbölümü' , toplumda karşılıklı yardımlaşmanın yerini almıştır. İnsanın 'yanlış' bilinci, doğaya alternatif yaşam formları üretmektedir. Doğada olan bilgiyi son kertede yok eder. Bilme'nin gayri meşru ihlaliyle kurumlaştırdığı bilgiyi doğadan özerkleştirir. Üretimin amaç, geride kalan her şeyin ve üretici güçlerin araç olduğu bir çağda yaşıyoruz. 'Ne ilgisi var?' diyemeyiz. Marks'ın başlıkta yer alan saptaması doğrudur. Eleştirdiğimiz, hayasızlıklarla dolu tarihi yapan unsur, endüstriyel üretimin insandan arındırılmış irtibatlarıdır.. 'Düşünmeye cesaretin olsun!' buyruğunu yerine getirecek özne cüretkardır. 'Ekinlere büyüme emrini polis devletinin veremeyeceğini' söylen Kennedy'e yapılan komplo, tarihin ürünü olan savaşı, eşitsizlerarası ticaretin ve ulusların zenginliğini yaratan çıkarların sonucudur. Önünde duralamayacağı mesajını vermektedir ; engel tanımayan makinanın rasyonelitesi doğru okunmalıdır. Katolik kilisesinin papazları, misyonerleri, günahkarlar olmasa aç kalırlar. Dünyada şayet kötüler varsa diyalektiğin gereği 'iyiler' katagorik düzende dengeleyici unsurdur. Zenginlik varsa o, birilerinin yoksulluğu neticesindedir. Demokrasi, ulusların zenginliğinin sonucudur. Demokrasinin ürpertici karşılaşmaları, idrakla temas noktaları, toplumun olduğu kadar coğrafyanın da kodları tarafından tanımlanır. Kullanılan mantık, matematik modellemelere göre kendi kendini olumlar. Diğerlerinin oligarşileri, totaliter yönetimlerin finansmanı, gelişmiş ülkelerdeki demokratik işleyiş hasletinin ihracı, kontrol panosunda öznesiz bir süreçtir ; endorfin, serotonin düzleminde manasız ama maksatlı bir tertibattır .. Kolonyalistin elindeki emperyal birikim, sadece paranın hakimiyeti/istibdadı değildir ; dünyadaki tüm değerleri yaratan enerjiyi emen, sömüren kara delik, finansal güçtür. Dünya, göründüğü gibidir ; tüm eleştirileri bünyesinde vücutlaştıran, tarafları, organizmalarını, insan olma özelliklerini mevzubahis etmeden 'oldukları halde' tüketen ya da muhafaza eden tek yapı mevcuttur. İnsansızlaştırılmış disipliner kontrol mekanizmaları, ancak öğüten çarkların mekaniğiyle etkileşim halindedir. Sentetik organizmanın operasyonel araçları dediğimizde ulaşacağımız yer bellidir : Dispozitif denen techizat, ellerimizle hepimizin bir yerinden tuttuğumuz aygıt, 'olduğu hal'dedir. Sermaye yalnız dışarıdaki emeği köleleştirmez ; evinde kendisine uygun demokratik şartları sağlayacak iklimi, başka seçeneğin olmadığı ekonomi denen illeti, küresel ağlarla birbirine eklenmiş idari mevzuatı ve asimetrisinde mevzilenmiş koruyucu malzemelerin yapılarını da üretir. İnsanın olmadığı sembolik faaliyette 'kötüler kaybeder, iyiler kazanır!' bir şehir efsanesidir.
Marcuse, "eşyanın insan üzerindeki hakimiyetinden kurtuluş, özgürlüğün bir önkoşuludur" der. Ütopyadaki cennet, insan, doğaya koşut üretim gerçekleştirdiği sürece bu dünyaya ait olamayacaktır..
Hegel devleti , özneyi koruyan bir kabuk olarak görür. Birey karşısında bu koruyucu muhafazaya yani kabuğa üstünlük tanır. Devletin değeri, toplumdan yücedir. Marks, öncesinde bir Hegelcidir. 25 yaşında, 1843'ün Ağustosunda Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi'ni yazar.. Toplumun ne'liğini belirleyen üretim ilişkileridir der. 'Devletin bir dış zorunluluk olduğunu söylemek (..) ailenin ve burjuva sivil toplumun (..) devlet yasa ve çıkarları karşısında boyun eğmeleri gerektiği (..) anlamına gelir.' Peki Marks, Hegel'i 'Devletin kişiliği ancak bir kişi olarak gerçektir ; hükümdar. (..) Hegel tekil bir görgül kişiyi devletin en yüksek gerçekliği olarak gösteriyor' diye eleştirirken çözüm olarak 'kralın gücü, kral olmasından ' gelen yöneten 'hükümdar' olgusunu, aynı mantıkla kopyalayarak doğumunu müjdelediği 'proleterya' praksisi ile değiştirerek aşabilmiş midir?. 1844 yazılarıyla sınırlı kalan 'işbölümü' eleştirisi, felsefeden ekonomiye sıçradığında, ilerlemenin önünde aşılması gerekli gördüğü eşik kapitalizmin, anarşi içindeki üretimin krizini çözüme indirger . 'Gasbedilen emek' tanımı hükümsüzleştirilir. Bütün teorinin özeti, 'gönüllü bireysel üretkenliktir'. Ne var ki 'ütopya', kitlesel üretim rejimini, merkezi planlamayla organize etmeye, doğal ihtiyaçları sınırlamaya kadar geriler. Merkezi planlama, merkezi iktidar demektir. İşçi, gücünü 'üretim' imkanından almaktadır. Üretim, mal ve mübadeleyi, artı değeri yaratır, iş bölümü, tacizkar bürokrasiyi ve aşılmaz hiyerarşiyi kurar. Diyalektik Materyalizm kurgusunda 'Özgürlük' fragman değeriyle, 'üretim' olgusunun çaprazında vardır ; 'ne için özgürlük?' cevapsızdır. Tarih, işçinin merkeze doğru kendini eritmek için hareketlendiği 'genç' teoriyi ne yaşlılıkta ne de pratikte realize edebilmiştir .. Sonuç itibariyle Marks, vesayetçi kadrolarla Hegelci merkezi devleti ve fabrika düzenini doğrulamış, erk'in hükmetme haliniyse bireyin lehine değiştirmekten imtina etmiştir. Marks'ın felsefesindeki kaderciliğe karşı çıkan anarşistler, bugünkü kuşakların, yarınki nesillerin kurtarıcıları olmalarını hazmedemezler. Stirner'la, hatta Bakunin'le, Marks arasındaki temel fark budur. Hayattan feraget eden ideolojiyi onaylamazlar ; haklıdırlar da.
Marks devam eder "İşbölümü sayesinde, faaliyet ile maddi faaliyetin, keyif çatma ile çalışmanın, üretim ile tüketimin farklı farklı bireylerin payına düşme olasılığı, hatta olgusu ortaya çıkar. Ve bunların birbirleriyle çelişkiye düşmemelerinin tek yolu, bizzat işbölümünün kendisinin tekrar ortadan kaldırılmasıdır."
İş bölümünün ortadan kalkabileceğini ifade etmek, sosyalist ideoloji aracılığıyla endüstriyel bir refah toplumu yaratmak amacıyla bariz bir tezat oluşturur. Marks, kurduğu ütopyayı proletarya diktatörlüğüne dönüştürmesiyle tezlerinin arkasında kalan bu ufki hedefi görünmez kılar.. Gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilme talebi bir yana sosyalist/kapitalist ideolojilerde, hayvani şiddeti doğuran 'Refah Toplumu' hayali ortaktır. Marks'ın en başta söylediği gibi 'üretim yapmadan hiçbir toplum yaşayamaz ve tarih yapamaz.' Demek esas tartışılması gereken, toplumların neyi ürettiği ve tarihin buna bağlı olarak nasıl yazıldığı gerçeğidir. ABD ekonomisinin temel dinamiği silah endüstrisi ve dünyada kışkırttığı savaşların nedeni, ulusal üretimine pazar yaratma kabiliyetidir.. Emeğin artı değeri, dolayısıyla sömürüyü üretmesinin nedeni, eşyaların yani nesnelerin hayatı kuşatmasıdır : 'Para' Marks'ın söylediği gibi hayatın özetidir. Para'nın emek bonoları ya da benzerleriyle mübadelesi, emeğin gasbedilen sermaye olması gerçeğini değiştirmez. 'Tersine çevrilmiş bir dünya'da emekçinin ürününe yabancılaşmasını gidermez. Düşünce, daha somut bir hakikat ya da diyalektiğin olağan mevcudiyetini ortadan kaldıran temsillere, diktatoryel sembollere direnemez. Materyalizmin yerini metafizik alır. Bunları verip, alacağımız daha iyi bir fikri, insanoğlu halihazırda oluşturamamıştır. Tüm mazeret, kapitalizmin kötü çalışan adaletsiz mali bir sistem olduğudur. Çözümü, fabrika düzenini, toplumların üretim kabiliyetlerini koruyarak onu onarma, üretimi restore etme, çalışanı fedakarlıkla / sorumlulukla işe koşma, eşyalarla refahı üretme talebinin ötesine geçememektedir. Felsefenin rafa kaldırıldığı toplumda, emre riayet eden emeğin, birgün teknolojik cenneti kuracağı varsayılır. Marks bile ekonomiye hayat veren ihtiraslı makinanın pürüssüz işleyişine dokunmaz. Diyalektik Mataryalizm mefhumu, mekanizmayı değiştirmek değil, çalışmayı ve tüketmeyi seçmiş insanlar adına, onu kendi lehine politik imkanlarla ele geçirmek ister. Eşyalar vasıtasıyla yaşadığımız tecrübe, mikro/makro organizmamızdaki metaformoz, insan topluluğunun doğal evrim sürecidir. Duygusal anlamlar, sosyolojik kavramlar kadar önemlidir. Rekabet, duyguların gücünü açığa çıkarır. En açık anlatımını ThodoreVeblen'de ifadesini bulan ekonominin psikolojisi, üretim süreçlerinin hangi minval üzerine biçimlendirdiğimizi anlatır. Psikanaliz, belli tecrübelerimizin ardındaki şahsi güdünün provoke ettiği nedeni araştırır ; diğer insanlarla ilişkilerimizdeki derine gömülü nedenselliğin üzerine kafa yorar. Libidinal enerji, hayatın doğal akışında gösterdiğimiz tavrın ve tüm güçlü duyguların reel kaynağıdır ; temelidir. Toplum, pornografik bir üretim sürecinin otoletik/amacı kendinde olan nedenidir. Sadece hayatın devamına tekabül eden ilişkiler, her biçimiyle bir mübadele sistemi kurmak ister. Ontolojik gerçeğimizdeki uyanıklık hali, apaçık, utanması olmayan, acımasız alışverişi doğurmak zorunda olduğu sömürünün gizemli mekanizmasıdır. Herkes için, 'üreme' temel görevdir. Hormonlar, bireyi harekete geçiren kimyasalı, düşünceyi yaratan motifasyonu sağlarlar. Hayatın temelinde örtülü yahut örtüsüz cinsellik vardır. Erotik itkileri çalışma güdüsü olarak değerlendiren Freud, cinselliğimizin, gündelik hayatın tüm zımbırtalarıyla ekonomiyi üretmek için gerekli yardımlaşma / dayanışma pozisyonlarını, sektörlere çalışma programlarını sağlayan temel tedarikçi olduğunu tespit eder. Kırılgan Temas'ta Zizek, Habermas referansıyla söylediklerimizi kuvvetlendiriyor : "Libidinal güdülenmelerin bilinçli niyetler olarak çıkması önlendiğinde, günlük dilin dokusuna, dilbilgisini çarpıtarak ve kamusal dilin doğru kullanımını yanlış semantik özdeşleşmeler yoluyla karıştırarak nüfuz eder. Semptomlarda özne, bilinçli egosunun kavrayamadığı özel bir dil konuşur. Başka bir deyişle semptomlar, kamusal metnin kamusal iletişimden dışlanmış yasak arzuların simgelerine zincirlenmiş parçacıklardır. Anlamın semptomik biçimde gizlenişinin ve etkileşimde buna tekabül edilen bozulmanın en başta başkaları tarafından da öznenin kendisi tarafından da anlaşılmamasının nedeni de budur" . Bunu söyleyen Zizek'le Habermas'ın eksik parçayı tamamladıklarını ve tahripkar nedeni eksiksiz anladıklarını ifade edebilir miyiz? Zor ; onlar yalnızca felsefeci postuyla gördüklerini itiraf ediyorlar. İşbölümü, işbirliği temelinde örgütlenen insan toplumunun bilinçdışıdır ; ideolojinin çekirdeğindeki refah toplumu hedefi ise, devrim yaparak uğruna ölmeyi seçebileceğimiz kadar inandırıcı ve hayatı erteleyecek yahut da feda olacağımız ölçüde mistik değildir..
Bedri'nin resimlerinde cevabını aradığı hakikat budur! Kimin yaptığını değil, neden yapıldığını ararsak ulaşacağımız sonuç Marks'ın Paris'teki Pavel Vasilyeviç Annekov'a yazdığı mektuptaki saptamaya denk düşer : 'Üretim yapmadan, hiçbir toplum yaşayamaz ve tarih yapamaz!..'
Bedri, Kennedy'nin öldürülmesiyle, bambaşka, demokratik bir dünyada yaşama ihtimalimizin de ortadan kalktığını düşünüyor. Kennedy'nin yapmak istedikleri var. İki kutuplu dünyada taraflar teoriyi hazırlamışlar ; Kruşçev'le barış içinde bir arada yaşayacak. Devamında Vietnam Savaşını bitirecek. Nükleer silahları kaldıracak, derin devlet yapısını şeffaflaştıracak, zencilere karşı ırkçılığı ve eşitsizlik doğuran yasaları değiştirecek vd. vd. Ama en önemlisi, bir aileye devredilmiş bulunan Amerikan Dolarını basma yetkisini iptal etmesi. Bedri'nin anlattığı öykünün esası, Kennedy'nin demokrasi özlemi ve barış yanlısı olması. Sergi, bu söylem üzerine kurulmuş ; izleyici ise istediğini düşünmekte serbest..
Bu sergi, ilk günden itibaren inanılmaz bir ilgi ve yakın bir takibin ürünü. Defalarca Dallas'taki olay yerine gitmiş. Tüm sahneleri bir sanatçı duyarlılığıyla yaşamış. O günlerde Türkiye gerçeğinin merkezinde Amerikan yardımları, soğuk savaş ve anti komünizm var. Gündem adım adım ilerliyor : Stalin'in ölümüyle diktatörün polis şefi Beria'nın idam edilir. Kruşçev'in dramatik demokratikleşme çabaları, Domuzlar Körfezi çıkartması, Küba krizinin karşısında ileri karakol Türkiye'nin yeniden inşası jeopolitikanın merkezinde yer alır. Bunları 1967'de Che Guevara, rüyasının peşindeki Martin Luther King'in 68'de öldürülmeleri ve sürüncemedeki Vietnam Savaşının alevlenmesi izler. Bedri, Kennedy suikastı mahallini bir detektif titizliğiyle araştırıyor. Notlar almış, krokiler çizmiş. Bu konuda çıkan tüm kitaplara, filmlere ve olayı resmi olarak araştıran Warren komisyonunun yayımlanmış raporlarına sahip ; meş'um olaya sebep olan nedene ulaşmaya çabalıyor. Maddi koşulların yaratıp yok ettiği bir lider; şartların dönüştürdüğü adam, sınıfların ve kadınların mücadelesinin eseri. Marilyn Monroe'nun 5 Ağustos 1962'de intiharının ardından gerçekleşen JFK suikastının 50. yıldönümünde cinayeti katman katman açıyor; bir kere daha hatırladığımız olaya, aracılık eden sanatçının merceğinden daha yakından bakıyoruz..
Başkan’ın geçtiği yolda duranlar, sanki bir anda zamanda dondular ; şaşkındılar.. Sonra herkes bilinçsizce bağırmaya başladı. Üst üste Jackie “oh nono” diye inledi.. Connally “Aman Allahım hepimizi öldürecekler burda” diye çığlıklar atıyordu. Tüm bunlar olurken en inanılmaz şeylerden biri, çimenlik alandaki o betonun üzerinde duran Zapruder adlı amatörün 8mm film çekimine ara vermeden devam etmesiydi. Pazar günü kamerasıyla gezintiye çıkan terzi, suikastı yarım metreden çıplak gözlerle “canlı” izliyordu. Başkan'ın bir merminin isabet etmesi sonucu dağılan beyni, etrafa kan ve parçacıklar saçarken, Jackie kendini birden emekleyerek üstü açık arabanın bagaj bölümünün üzerine attı .. Yıllarca herkes onu “olay yerinden kaçıyor” sanacaktı. Halbuki siyah makam arabasının bagaj kapağı üstüne sıçrayan beyin ve kafatası parçalarını toplamaya çalışıyordu. Kennedy büyük ihtimalle o an ölmüştü!..
Bedri'nin notlarından okuyoruz : "Fort Worth'den Dallas'a gelen Kennedy'yi yollarda onbinlerce Teksaslı, coşku içinde bekliyordu. O güne kadar o seyahate yöneltilen tüm tehditlere rağmen hava tam tersine Güneyde de başkandan yana görünüyordu. Şehir boyu yol aldıktan sonra yüzlerce arabadan oluşan kortej Main Street'e, oradan da sola kıvrılıp Elm Street'e doğru yöneldi. Limousine'de Kennedy ve karısı en arkada Vali Connally ve eşi onların önünde, arabayı kullanan ajan ve diğer ajan da en önde oturuyorlardı. Bu büyük alkış tufanı ve sıcak atmosferden herkes hoşnuttu. Valinin eşi Ms Connally başkana doğru döndü ve "Sizi Texas'da sevmediklerini söyleyemezsiniz değil mi Sn. Başkan?" dedi. Kennedy hem gülümsüyor hem de el sallıyordu. Saat 12.30'du. Tam o anda tarihi değiştiren 8 saniyelik akış başladı. Önce daha sonra bir çok insanın "maytap, sesi" olarak tanımlayabileceği ilk ses duyuldu. O anda Texas School Book Depository'nin üstünden birden tüm güvercinler havalandı. Binanın beşinci katından korteji seyredenler üstlerine yukarıdan beton düştüğünü farkettiler ve irkildiler. İlk birkaç saniyede yine çoğunluk bunun silah sesleri olabileceğine ihtimal veremedi. "Münasebetsiz bir kutlama yöntemi" veya bir motorsiklet sesi olarak yaşandı o anlar. Kennedy arabayı ıskalayıp giden ilk el ateşten sonra şaşırıp başını sağa çeviriyor... O anda panik içinde ihtimaline refleks olarak cevap vermiyor.
Daha sonra kimi şahite göre üç, kimi şahite göre 5-6 el ateş edildikten sonra, başkanın arabası ve kortej panik içinde köprünün altından geçip sağa sapıp Stemmons Freevvay'e çıkıyor ve Parkland hastahanesine doğru yol alıyor. Daha sonra o gün olup bitenler hakkında çeşitli rivayetler ve iddialar dünya döndükçe sürecek. Ama bazı kesin bilgiler de mevcut: Örneğin, silah seslerinden hemen sonra binaya dalan Dallas'lı polis Marion Baker, School Book Depository binasına ilk giren görevli. Baker'a bina içinde müdür Mr Truly yol gösteriyor. Baker ve Truly merdivenden yukarı çıkıyorlar ve 2. katta Baker yemek odasında bir adamın yürüyerek uzaklaştığını görüyor. Oswald dönüp sakin sakin, hiçbir şey olmamış gibi yanlarına geliyor. Baker bina müdürüne "Bu adamı tanıyor musun, burada mı çalışıyor?" diye soruyor. Truly "evet"i basınca, Oswald'ı bırakıp çıkmaya devam ediyorlar. Baker'a göre Oswald gayet sakin ve hiç nefes nefese değil. Polis onun yakasını bıraktıktan sonra, hemen kendi kiraladığı odasına gidiyor. Ev sahibi Ms Roberts, öğleyin başkan vurulduktan sonra Oswald'ın üç dört dakikalığına içeri girip ceket değiştirip çıktığını söylüyor. Bu arada tabancasını da almış olacak...
Evden çıktıktan on dakika kadar sonra tenth street ve Dalton Street'in kesiştiği yerde, polis J.D Tippit'i öldüren, Oswald veya onun tipine çok yakın beyaz genç erkeğin kim olduğunun tam kanıtı da, aynen Kennedy cinayeti gibi tam olarak aydınlanamadı. "Aptal zavallı polis" diye söylenen katil yola fırlar ve gider. Olaydan birkaç dakika sonra Oswald, Jefferson sokağında yürürken hareketlerinden şüphelenen bir ayakkabı mağazası müdürü, onun polis arabası geçerken yüzünü sakladığını ve daha sonra bir sinemaya bilet almadan girdiğini görür. Hemen polise haber verir ve polis çıkar gelir. Salonda ışıklar yanar ve polis aramaya katılan mağaza müdürünün ikazıyla Oswald'ı sıraların arasında bulur. Oswald kendini tutuklamaya gelen ve arama yapmak isteyen polis Mc Donald'ın yüzüne yumruğu patlatır. Daha sonra Mc Donald ve diğer polislerden çeşitli darbeler alan ve yüzü gözü şişen Oswald götürülürken "tevkife karşı gelmiyorum" diye üst üste bağırmaktadır. Polis Oswald'dan aldığı bilgilerle derhal Ruth Paine'in evine gider, Paine ve Marina'yı sorgular. Evin garajında bir battaniyeye sarılı olarak bulunması gereken tüfeğin yerini Marina gösterir. Ama battaniyenin içi boştur. Marina'nın başından aşağı kaynar sular dökülür.
Saat 13'de Kennedy'nin ölümü Parkland hastanesi doktorlarınca açıklanır. Johnson bir an önce Texas'ı Jackie ile beraber terk etmek ister, ancak merhum başkanın eşi, kocasının tabutunu almadan gitmeyi reddeder. Halbuki kanunlara göre, otopsinin Dallas'ta yapılması lazımdır. Başkanın bürosundan FBI ajanları resmen kanuna karşı gelerek Ken nedy'nin vücudunu uçağa kaçırırlar. Uçak Love Field havaalanından kalkmaya hazırlanırken Johnson Air Force I'da başkanlık yemini eder. Jackie hemen yanıbaşında şaşkınlık ve metanetle yer almaktadır. Tarihte bir yaprağın çevrilme işlemi o anda tamamlanmıştır. Oswald'ın annesi Marguerite ise kendisini sorgulayan görevliye hala oğlunun bir "devlet ajanı" olduğuna inandığını anlatmaktadır.."
Bir başka kaynakta geçen anlatım ise şöyle :
"22 Kasım 1963 sabahı Washington D.C.'den Air Force One uçağı ile gelen Başkan Kennedy ve eşi, sabah 09'da şehir merkezinde Dallas valisi Connaly ile birlikte kahvaltı ettikten sonra üstü açık bir limuzine binerek halkı selamlamaya başlamışlardır. Tam 6 aracın olduğu kortejde en son arabada Başkan Kennedy ve Vali Connaly vardır. Önde motosikletli SS korumalar ve yanda CIA ajanlarının bulunduğu arabalarla Kennedy'nin arabası Kortejle birlikte Elm caddesinden Houston'a doğru beklenmedik bir dönüş yapar. O sırada silah sesleri yükselmeye başlar. Polisler telsizle anons etmeye başlar: ''Korteje ateş ediyorlar yere yatın'' diye. Tam 6 el silah sesi duyulur. Birinci mermi arabayı ıskalar ve alt geçitte bekleyen Edmund Harris adındaki taksi şoförünün kulağını parçalar. İkinci mermi Kennedy'yi tam omzundan vurur. Üçüncü mermi Kennedy'yi ıskalayıp ön koltuktaki vali Connaly'i omzundan vurur. Dördüncü mermi Kennedy'yi boynundan vurur, aynı mermi başkanın vücudundan çıkıp Vali Connaly'i sırtından vurur. Beşinci mermi arabayı ıskalayıp dikiz aynasını kırıp dışarı çıkar. Ve Altıncı mermi... Altıncı mermi başkan Kennedy'yi tam kafasından vurur. Başkanın kafasını parçalayan mermi bulunamaz. "
İlginç detaylar var. 1964'teki, Robert F. Kennedy'nin vurulma anı ile 11 Eylül'de 2001'de Düşen Adam/Falling Man fotograflarını çeken de o : Richard Drew.. Amerikan tarihinde Vietnam ve Irak savaşlarına neden olan iki büyük komplonun, iki kısa anını görüntüleyenin aynı kişi olması büyük tesadüf! Örümcek ağının üzerinde yüzlerce ceset, bir o kadar karanlık isim.. Geride olayla irtibatlı 57 ölü bırakan Başkan Kennedy suikastının neden hala üzerine gidilemiyor? JFK filminde izlediğimiz savcı Jim Gerrison'un mücadelesi bu konudaki son teşebbüs olmuştur. Alınan karar uyarınca 2039 yılına kadar arşivlere dokunulamıyor. Ancak son yıllarda değişen "bilgilendirme özgürlüğü" yasaları uyarınca kalan belgelerin önemli bir kısmı için tarih 2017'e çekildi. Bedri'nin tablolarında isimlerini ve fotograflarını göreceğimiz yüzü aşkın tanık, olayın ertesinde sıradan sebepler, doğal olmayan nedenlerle ölüyorlar.. Sergiyi gezmeden önce mutlaka konu hakkında teferruatlı okuma yapmalıyız.. Sanata sinen müptezellik, gösterideki şatafatlı sıradanlık, güncel kültürün maddi hayattan koparılıp amaçsız zırvalamasının önünü açsa da, pazardaki tuzakların etrafından dolanan Bedri'nin her zamanki gibi gerçek bir olayı, güçlü kanıtları ve bir iddiası var..
İki büyük merkez ; dünyada iki kutuplu bir oluşum : Bir tarafta Sovyet Rusya ile uyduları, diğer tarafta Amerika Birleşik Devletleri ve hempaları. Yıl 1962 ; Amerika burnunun dibinde kurulan bir sosyalist toplum girişimiyle teyakkuz durumuna geçmiş. Fidel Castro ve yoldaşlarının ele geçirdiği Küba'nın Domuzlar Körfezine lejyonerler, yoksul, paralı askerler, derin müfrezeler çıkartma yapıyor ; sonuç hüsran. ABD silah tüccarlarının şevkle kışkırttığı Vietnam istilası diğer yanda devam ediyor. Ülke içersinde ırkçılık Martin Luther King'in önderliğindeki uyanış ile ayyuka çıkmış. SSCB'yi Stalin'den sonra bir nebze demokratikleştirmek isteyen Kruşçev'in tatlı sert uzlaşma politikalarıyla Kennedy'nin Vietnam'da savaşı bitirmek isteyen yumuşama siyaseti, uyum sağlayacak gibi görünüyor. Kennedy, ülkedeki Mc Carty'nin kurduğu düşünce suçu üreten düzenin devamından, savaş isteyen şahinlerin ağırlığından, CIA'nın çalışmalarından, bürokrasiyi elinde tutan kurumların dayatmalarından çok rahatsız. 'Bir polis devleti, ekinlere büyüme emri veremeyeceğini görecektir.' diyor. Modern devleti ele geçirmiş yapılanmalar arsız bir çocuk gibi ; huysuz ve kaprisli, hırçın ve saldırgan. Gladyo da Kennedy'nin daha demokratik bir dünya kurma isteyini, mevcut rejim için bir macera olarak görüyor. Amerikan ekonomisinin yaşamak için dostlardan çok düşmanlara, kaosa, gerilimlere, uzlaşmalara değil darbelere, her coğrafyanın meziyetlerine uygun askeri yönetimlere ihtiyacı var. Lacan, 'aldanmak istemeyenler bilerek yanılır' der. Burada çeşitli kaynaklarda İsrail lobisinin devreye girdiğini okuyoruz..
Bu konuda sayısız araştırma yapılmış. Norman Mailer'in Oswald Masalı, Cinayet hakkında tüm önemli fotografları arşivleyen The Killing of a President , Viking Studio Books 1993, Zapruder'in çektiği belgeselin dışında bir FBI görevlisinin el koyduğu ve sonra kaybolan Beverly Oliver'in filmi, Harrison Edward Livingstone'un iki bölümlük Yüksek İhanet kitabı, Penn Jones'un tüm şahitlerin (300 isim var) nasıl ortadan kaldırıldığını anlattığı yazıları, Marrilyn Whale'in tasarım aşamasında cinayete kurban gittiği öykü, Gaeton Fonzi'nin 'Son Araştırma'sı ve diğerleri.. Neredeyse yazılmamış hiçbir şey kalmamış diyoruz ama cinayetin üstündeki sis hala kalkmamış.. Anonim kaynaklarda yer alan bilgileri aktarıyoruz:
Kennedy ile İsrail Başbakanı Ben Gurion'un nükleer kavgası önemli bir eşiktir. İsrail, kurulduğu günden beri Arap devletleri tarafından kuşatılmışlığını Ortadoğu'da süper güç olma hayaliyle dengeler. İsrail Devleti, hızlı bir nükleer silahlanma programı izlemeye başlar. Dimona Çölü'nde kurduğu nükleer santralde atom bombası ve nükleer başlıklı füzeler üretmesi başkan Kennedy'yi rahatsız eder. Kennedy, Ben Gurion'a yazdığı sert bir uyarı mektubunda İsrail'in nükleer programını durdurmasını ister ; yaptırım uygulayacağını belirtir. Ben Gurion, cevap olarak gönderdiği mektupta Kennedy'ye 'Genç Adam diye hitap eder ve ağır ithamlarda bulunur...
Kennedy bununla da yetinmemiştir ; 4 Haziran 1963'te Amerikan Temsilciler Meclisi'ne konuyu götürür. Çıkarttığı 11110 sayılı kanunla, Amerikan Dolar'ını basma yetkisini, Rotschild ailesine ait Federal Reserve Bank'ın elinden alır. Bir ülke parasının denetiminin şahısların elinde olmasını büyük bir sorun olarak görür ve görevi Amerikan Merkez Bankası'na verir. Suikasttan sonra, Başkan Kennedy'nin çıkarttığı, Federal Reserve Bank'ın Amerikan dolarını basma yetkisini elinden alan 11110 sayılı kanun iptal edilir. Görev tekrar Rotschild ailesine ait olan Federal Reserve Bank'a verilir...
Vietnam Savaşını bitirme konusunda kararlıdır ; bu ülkenin lokomotif sektörü olan silah, çelik sanayinin kaynaklarının kesilmesi, savaşlarla asker olarak toplum dışına gönderilen lümpen kesimin ülkeye dönmesi demektir. Küba'ya kadar uzanmış Sovyet Rusya karşısında bir gerileme yaşanır. Nükleer savaş tehditi kapıdadır..
Kennedy, Domuzlar Körfezi fiyaskosunun hemen arkasında yaptığı konuşmada, CIA'yı bin parçaya böleceğini ve tozlarını rüzgara savuracağını söylüyor. CIA Başkanı Allen Dulles ile yardımcısı Charles Cabell'i görevden alıyor. Bir başka ayrıntı da Cabbel, Kennedy'nin vurulduğu Dallas'ın Belediye Başkanının kardeşi!
'Stokholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (Stokholm International Peace Research Institute / SIPRI) 2000 yılında yaptığı bir sıralamaya göre, dünyadaki ilk yüz silah üretici şirketin 76’sı Amerikan/ Batı Avrupalı, 10 tanesi Japon ve 5’i İsraillidir. İkinci Dünya Savaşından sonraki soğuk savaş sürecinde, komünist ve kapitalist bloklarda silahlanma, karşılıklı olarak, bir ara son haddine varmıştı. Fakat, Sovyetler Birliğinde Mikhail Gorbachev’in iktidara gelmesinden sonra dünya silah üretimi ve ihracatında bir düşüş olur. 1990 yılı sonundan itibaren tekrar yükseliş başlar ve komünizmin çöküşü ile silah sanayii birkaç büyük kapitalist ülkede yoğunlaşarak en ileri teknolojik düzeye ulaşır. “United States Department of Defence” in 2002 yılı için verdiği kaynaklara göre, dünyada askeri gücü temsil eden ülkelerin ilk 25’inin toplam askeri bütçesi 800 milyar dolar civarındadır. Bu miktarın yarısı, yani 400 milyar doları ABD askeri bütçesini, geri kalan 400 milyar doları da diğer 24 ülkenin bütçeleri oluşturmaktadır."
Kaynak Bk. Ayrıca günümüzde silah sanayi hakkında önemli bir araştırma Foundations Press Agency'nin kurucusu yazar Gideon Burrows'un Metis Yayınları'ndan çıkan kitabı Silah Ticareti Kılavuzu, 2003
http://eprints.sdu.edu.tr/790/1/TS00854.pdf
Sazanlar, çakallar, kurtlar, güvercinler, kirpiler, bülbüller.. Kaçın kurası galeriler, şefkatli tüccarlar, gaddar eleştirmenler.. Dar alanda kısa paslaşmalar .. Laterna, bando, mızıka eşliğinde global dalaşmalar, derin kültürel sataşmalar ... Kapital adlı eserinde 'Sanat eleştirisi zararlıdır; çünkü değerli ve soylu kimselerin aldıkları keyfi bozmaktadır' diyen Marks, bir başka yerde ekler: 'Her şeyin özeti para'dır.. Meraklılar 'nerede?' diye soracaklar: Grundrisse 1/143
Ülkeler arasındaki rekabet, batıdan kendine bakma kompleksi, paranın yarattığı hiyerarşi sabit .. Silah, medya ya da tekstil sanayinde geçerli olan kuralların tümü burada da geçerli. Felsefe, sanat, ilahiyat, uhreviyat, iyi'lik/güzellik, eleştiri ; değişim değeriyle önemli. Tüm ideolojik sistemler, topluma önderlik eden moral değerler, panayırları, sahte mesihleri, hurileri, vaadedilen cennetleriyle birer sektör. Post-modern inanç ve isyanın timsah gözyaşları, milyar dolarlık büyük endüstri.. Adorna, 'Günümüzde kültürle eğlencenin kaynaşması yalnız kültürün alçaltılmasıyla değil, eğlencenin zorla entellektüelleşmesiyle de gerçekleşir' diyor.. Marks, Kapital adlı eserinde 'Sanat eleştirisi zararlıdır; çünkü değerli ve soylu kimselerin aldıkları keyfi bozmaktadır' der. Bu cümle, sanatın yalnızca haz veren bir etkinlik, içinde yer almanın, elde bulundurmanın toplumsal itibar, kullanım değerinin ise seçkinler için bir konfor karinesi olduğunda doğrudur.. Üstelik, hazzın ötesinde bir konumlanma, horlanan sonradan görmeler için mevzilenme sorunu da vardır. Bu, sanatın, hedonistik kümelenmelerin ötesinde çıkarları, farklı ulusların yaşama/yayılma ve özerk kültürlerinin varlığını dayatma savaşında ustaca kullanılması ve toplumların manipüle edebilir olmasıyla da ayrıca önem kazanır. Nedir ki, Bedri eğlenmiyor ; savaşlara neden olan üretimin ve tehditin devam ettiği CIA politikalarını ve dünyada refahı, demokrasiyi ve sanatı ayakta tutan zemini de sorguluyor ; soroscu teşviklerin, demokratik talimatların olmadığı yerde, bu ciddi riskler içerir..
Çağlar boyunca Yasa hep aynı kuralları koyar, egemenler ne kadar uygar, gelişmiş olurlarsa olsunlar hep aynı itaati beklerler. Albinoni'nin Adagio'su, Ravel'in Bolero'su farketmez; tekrar, fena halde can sıkar. Tekrar edilemeyen tek 'gerçek' ise tekrarın kendisidir..
Toplum adına işlenen cinayetin, adına 'şiddet' denilen en müstehcen jestin modern zamanlarda geçen öykünün cazibesi, polisiye bir roman tadında uşağın katil çıkma beklentisi.. Eğer, şartları bulursa tekrarı kaçınılmaz olan vukuatı bir tehdit olmaktan çıkartacak tek şey şeffaf toplum, gerçek demokrasi. Kuvvetlerin ayrılığı temel ilke. Marks tarihsel merhalelere, zorunlu uğrakların yarattığı kapitalist rejime, toplumsal rasyonelite olarak bakıyor ve normatif bir olgu olarak değerlendiriyordu. Tünelin sonu, cennete açılan kapı. Herkesin herkesi denetlediği öfkesiz bir adabın toleransı ; yasalara gereksinim duyulmayan diyalektik olduğu varsayılan ekonomik evrim sürecini yaratacak mı? Hegel, 'Afrika'da tarihin olmadığını söyler ; çünkü kıta doğal bir coğrafyadır. Üretim olgusunun yarattığı tarih, sürekli parçalanan zeminlerde, kırılan çatlakta diyalektik değil, gücü elinde tutanların insafıyla ilerler. Hayali teselliler sağlayan bir gelişmişlik düşü kurmamız için görünen bir neden yok. O, mutad tavrını burada da gösteriyor ; öznenin kıstırılmışlığıyla bilinçaltına itilen bir olayın değiştirdiği dünyayı iflah olmaz bir iyimserlikle yeniden araştırıyor. Bedri, yalnız Kennedy suikastını tozlu arşivlerden çıkarmıyor. Tarihi yeniden yorumluyor. Sanatın olması gereken sorgulayıcı, şüpheci, nüfuz etmede ürkek davrandığı siyasi yanına da işlerlik kazandırıyor.
Tarih, sürekli parçalanan zeminlerde, kırılan çatlakta diyalektik değil, ilerisini bilmediği güzergahta, tecessüsle, tesadüflerle ilerliyor. Bilinen tek şey, bugün' ya da 'yarın' denilecek, şeyin geçmişimizin bakiyesi olduğudur. Geleceği yaratacak sınıfların, geçmişi yaratan despotlardan farkı olmayacaktır. Tarih varsa bu insanın eşyayı üretme kapasitesindendir ; haksızlıkları, hiyerarşiyi, iktidarları ve sömürüyü yaratan neden hep aynıdır. Nesneler, öznenin kaderini belirlemektedir.
Geleceğe ait ütopyalarıyla ideolojiler, misyonerlerine imtiyazlar ve bahtiyarlar ekonomisi etrafında kümelenmiş bir ilahiyat rejimi sunarlar. Galerilerde, müzelerde, müzayedelerde devrim yapan gerçeküstü isyancılar, 1871'lerdeki dünyanın bugüne agrandize edilmiş metafizik görüntüsüyle avunurlar ; hepsi değil. Che, 'En önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmenizdir. Bu, bir devrimcinin en önemli özelliğidir' diyor.. Bedri, kendisi ve toplumuyla barışık ve 'umut' aşılayan bir kişiliktir. Kennedy gibi onun da 'yel değirmenlerine' göndermelerde bulunabileceğimiz ilkesel bir tavrı var. Sergideki anlatının tümü, bir insanın değiştirmeye çalıştığı sistem tarafından katledilmesinin gölgede kalan yüzünün sorgulanması üzerine. Pandora kutusunun kilidi açık aslında. Sanatçıların düşleri karşısında, iktidarların durumu tam bir kabus. Her anına/karışına bedel ödenmiş bu dünyayın finansını karşılayan, liberal demokratik yapıları teşvik ederek yönlendiren mali oligarşi, kültür endüstrisine müzeler, fuarlar, bienaller aracılığıyla beyanda bulunur. Suflör kullanır. Postmodern dünyada çağdaş sanat, işbirliğine açık ve küresel politikalar tarafından kullanılan elverişli didaktik bir araçtır. Makyavelci bilgi, Aydınlanma kültürünün argümanı olarak plastik sanatlara siyaseten girmiştir. Yapay isyan, galeri mekanlarında fuzuli bir temsil yaratır ; tecrübe inkâr edilir. Açık/kapalı, ima eden, yıkan yahut yapan ifade biçimlerini ve araçlarını barındıran kültürel üretim rejimi, hayat denilen platformun tamamını istila eder. Hedef, ortak bilinci ele geçirmektir. Belirli türdeki etkinlikler projelendirilir. Uygunsa, sponsor olunur. Otoritenin sırtını yaslayacağı küresel monarklar şeklen mahcupturlar ; itibarlarını kurtaran eserlere ihtiyaç vardır. Sermaye, yeri geldiğinde muzipleşir ; ezici çarklarının teşhir edilmesini oyunlaştırır. Oynak/muallak bir form olan demokrasiyi gösterilerle dönüştürürken merkezi bir söylem oluşturur. Daha iyi yönetmek için katagoriler açar. Uzmanlarını bu alanın en tepesine yerleştirir. Dışarıda kalan Bedri, panayırı andıran mekanın olması gereken imkanlarının da dışındadır. Hakikatı dayatanlara, itibarlarını kurtaranlara, sanat aracılığıyla sunulan hizmet bütünüyle duygusaldır! Bazıları azla yetinir ; muhatabın nezdinde bilinir ve görünür olmak kafidir. İnsanlar, ampirik hayatın içindeki yerlerini ve bağlı oldukları sistemi yeterince kavrayamadıklarında, özgür iradeleriyle konumlarını belirleyemez, kim ve nereye ait olduklarını yeterince farkedemezler. Önemli olan ifadenin biçimi, katılımın bedelsiz olması değildir; ürünü inanılır kılan sanatçının sosyal ve politik karşılığıdır.
Savaşların olmadığı bir dünyada ABD uygarlığı yaşayabilir mi? Pearl Harbor saldırısı, Kennedy komplosu, 11 Eylül vukuatı ya da Saddam'ın kimyasal silahları : hepsi Amerikan savaş makinasının çalışması, daha büyük bir iştahla daha fazla silahı üretmesi için bir vesile. Başkanların kişisel iradesi var mıdır? Sorunun cevabını zaten okuduğumuz gibi en başta, 28 yaşındaki Marks, iltica etmek üzere gitti Brüksel'de vermişti. O an aklına gelenler değildi bu kelimeler. 1844'de notlar aldığı defterindeki düşüncelerini geliştiriyordu ".. İnsanlar, tarihlerinin temeli olan kendi üretici güçlerini seçmekte özgür değillerdir. Arkadan gelen her kuşak, kendini, bir önceki kuşağın yarattığı üretici gücün yeni sahibi olarak bulur. İşte bu yalın gerçek nedeniyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık ortaya çıkar. İnsanlar, kazandıkları şeylerden hiçbir zaman vazgeçmezler (..) Böyle bir sivil toplum, kendine uygun bir politik sistemi yaratır" demişti.. Kadınların ve sınıfların mücadesiyle yazılan tarihin o sayfasının baş aktörü JFK, herkesin bildiği sırrı bilmiyordu.. Bedri'nin sergisi, Amerika denilen uygarlığın nasıl bir barbarlık yarattığı konusunun altını çiziyor.. Daha doğrusu, Foucault'nun Dispositif'le kavramlaştırdığı insansızlaşma sürecindeki üstümüzdeki teknolojik tertibatın çalışma mantığının izansızlığını..
'Düzenek', çağdaş uygarlık denen merkezi iktidarın maddi operatörlerinin kalıtımsal ve modernleşmenin kurumsal bilgisiyle işler. Hükmetme organizasyonu tarafından tüzükleştirilen eğitim tekniklerini, mesaisinde fiiliyatlaştırır. İmarı kategorikleştirir ; mesafeleri yakınlaştırır, tebalaştırma dilini herkese mal eder, kamusallaştırır. Foucault, "Bu terimle yakalamaya çalıştığım şey ; ilk olarak, söylemlerden, kurumlardan, mimari formlardan, düzenleyici kararlardan, yasalardan, idari tedbirlerden, bilimsel ifadelerden, felsefi, ahlaki ve filantropik önermelerden mürekkep, hayli heterojen bir mecmuadır. Kısaca, telaffuz edilenler kadar edilmeyenlerdir. İkincisi, bu aygıtın içinde tanımlamaya çalıştığım, bu saydığım heterojen unsurlar arasındaki bağlantının doğasıdır" diyor. Kurumsal düğümü zaten farkında olan Bedri Baykam, bu eşikten öteye geçiyor ; Nasıl'dan başlayıp, Başkan'ın Neden öldürüldüğü bağlantısının gayri şahsi, heterojen staretejisi üstüne gidiyor. Olayın 50. yılında Foucault'nun arzuladığı gibi önemli bir soru sorduruyor bize. Doğru cevabın olmadığı dünyada, doğru soruyu sormaya çalıştığı tüm etkinliklerinde, izleyiciyi / seyirciyi hazırlamak Bedri'nin temel vasıflarından biri.. Soyut, afaki bir hikayesi yok ; gerçeğe bakarken amacıyla örtüşen çeşitli hazır nesneler (parka vd.), yalnızca meramını anlatırken kullandığı malzemelerdir. İnsanlarsa vasıflarıyla insan olarak kalırlar tüm çalışmalarında. (Kubilay, Deniz Gezmiş, Mustafa Kemal, Edvard Munch, Van Gogh, Kennedy vd.) Kültür endüstrisinin nihilist mezar kazıcılarının isyanın aksine ümit / güven veren figürler ve doğru materyaller vardır. Bedri Baykam, Kennedy araştırmasında, izleyiciye mamul bir söylem değil, umudunu, aktivist olarak tecrübesini ve hayatta bizzat bedelini ödeyerek edindiği 'somut' bilgileri aktarıyor. Paylaştığı özlem, çağdaş dünyada kimsenin 'olmaz' diyemeyeceği değerler. Picasso'ya, 'sen bu resmi beş dakikada yaptın!' diyenlere, Picasso'nun 'yetmiş yıl artı beş dakika' demesi gibi, JFK sergisinin ardında da elli yıllık birikim olduğunu biliyoruz ; bunu da Bedri, sergide yer alan yedi saatlik videosunda anlatıyor.
Voltaire'in öngördüğü, bir lider etrafında kümelenmiş kadroların, kitleleri aydıntlatma projesini sahiplenen yalnızca Marksistler, Jön Türkler ya da Aydınlanmacı Kemalistler değildir. Teoriyi ilk pratiğe döken, Fransa'da XVI. Louis'yi giyotine gönderen Fransız devrimcilerdir. Oysa, vesayetci demokrasinin ilk tahayyülünü Thomas Hobbes, 1651'de yayımlanan başyapıtı Leviathan'da kurmuştur. 'Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti'nde, bir devletin ne olması gereğini şöyle açıklar: "Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu, bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir... İnsanlar, birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu Devlet ya da Latince söylersem Civitas olarak adlandırılır. Bu, büyük Leviathan‘ın doğması demektir."
Erkil düzende kendi kararlarını alacak kadar ergin olmayış durumunu, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışına bağlar Immanuel Kant; temsili vesayette yetkiyi özneye devretmek için devam eder : "İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır." Kant'ın aklını kullanmaya cesaretin olsun tebliğindeki tahakküm, önceden emanet alınan dilde, el yordamıyla yapılan ajitasyonun 'Enlightenment' izahatlarında, sanayileşmenin ideolojisini oluşturan aydınlanma prensiplerinde değişmeden sürer. Bilinci oluşturan, düşünceyi formlaştıran kelimelerdir. Aynı terim ve kavramlara başkalarının verdiği anlam, içeriğe yükledikleri misyon, kastettikleri düşünüş tarzına karşı olabiliriz. Arzunun kayıp nesnesi Demokrasi olsa da, ideolojilerin propogandasını yaptığı kavramlar, her zaman yalnızca şeyler'dir.
Bireyin, çeşitli ekranları ya da kadraja alınmış görüntüleri izlerken tavrı umursamazlıktır. Birkaç dakika için başkalarının acısını çekerken, ekrandaki görüntü, bir sonraki anda birbirleriyle ilintisiz bambaşka duygularımızı harekete geçirebilir. Simgesel düzende reklam, film dahil her hikayenin ardında, hep bir cennet metaforu vardır ; uhreviyatla içiçe geçmiş ünlüler/gönüllüler ülkesini, huzur/refah toplumunu hak edenler için, vicdanları kışkırtan günah çıkartma bildirimleri bulunur. Temsili düzende Başkan peygamber, havariler kabine. Johnson, 13. kişi ; Yahuda Iskariyot. Horoz üç kere ötmüş ve Hezekiel'in bildirdiği kehanet gerçekleşmiştir : "Bizim günahlarımız için o acı çekti, bedeli o ödedi" Mitolojiyi ya da kanonik ütopyaları kullanmak, öznenin aklını baştan ele geçirmektir ; hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak devlet Leviathan'dır. Savaşta barışta ya da tüm dünyanın en büyük dertlerine hazırlanırken, her şeyin çok güzel olacağı söylemiyle önce vicdanlara seslenilir. Saf iyilik/kötülük, histeriyle coşan kurtarıcı müdahale, yalnızca basit bir öldürme güdüsünü tetikleyerek başkalarının yararına cinayeti gerçekleştirmez. Bedri'nin, bizim için hazırladığı görsel metinler, modern Batı'nın şiddetin dünyayı biçimlendirici ütopyasına inancını, demokrasiyi silahlarla kurmak/yıkmak ve korumak ideolojisini doğruluyor. Mücbiriyet, icbarın sebebi : Tarihin biliçdışı silah endüstrisi ; modernist barbarlığın temeli. JFK sergisinden, kapitalizmde yaratılan spekülasyonların da yaşarken içinde yaşadığımız gerçeğin ayrılmaz parçası olduğunu yeniden hatırlayarak ayrılıyoruz..
(1) Diyaloglar Bedri Baykam'ın JF. Kennedy araştırma notlarından kullanılmıştır. Olay ve arşivlerle ilgili diğer alıntılar başta wikipedia biyografileri olmak üzere yaygın olarak paylaşılmış kolektif bilgilerden derlenmiştir.
(2) Michel Foucault (1980) Power Knowledge, New York / Pantheon
Sazanlar, çakallar, kurtlar, güvercinler, kirpiler, bülbüller.. Kaçın kurası galeriler, şefkatli tüccarlar, gaddar eleştirmenler.. Dar alanda kısa paslaşmalar .. Laterna, bando, mızıka eşliğinde global dalaşmalar, derin kültürel sataşmalar ... Kapital adlı eserinde 'Sanat eleştirisi zararlıdır; çünkü değerli ve soylu kimselerin aldıkları keyfi bozmaktadır' diyen Marks, bir başka yerde ekler: 'Her şeyin özeti para'dır.. Meraklılar 'nerede?' diye soracaklar: Grundrisse 1/143
Ülkeler arasındaki rekabet, batıdan kendine bakma kompleksi, paranın yarattığı hiyerarşi sabit .. Silah, medya ya da tekstil sanayinde geçerli olan kuralların tümü burada da geçerli. Felsefe, sanat, ilahiyat, uhreviyat, iyi'lik/güzellik, eleştiri ; değişim değeriyle önemli. Tüm ideolojik sistemler, topluma önderlik eden moral değerler, panayırları, sahte mesihleri, hurileri, vaadedilen cennetleriyle birer sektör. Post-modern inanç ve isyanın timsah gözyaşları, milyar dolarlık büyük endüstri.. Adorna, 'Günümüzde kültürle eğlencenin kaynaşması yalnız kültürün alçaltılmasıyla değil, eğlencenin zorla entellektüelleşmesiyle de gerçekleşir' diyor.. Marks, Kapital adlı eserinde 'Sanat eleştirisi zararlıdır; çünkü değerli ve soylu kimselerin aldıkları keyfi bozmaktadır' der. Bu cümle, sanatın yalnızca haz veren bir etkinlik, içinde yer almanın, elde bulundurmanın toplumsal itibar, kullanım değerinin ise seçkinler için bir konfor karinesi olduğunda doğrudur.. Üstelik, hazzın ötesinde bir konumlanma, horlanan sonradan görmeler için mevzilenme sorunu da vardır. Bu, sanatın, hedonistik kümelenmelerin ötesinde çıkarları, farklı ulusların yaşama/yayılma ve özerk kültürlerinin varlığını dayatma savaşında ustaca kullanılması ve toplumların manipüle edebilir olmasıyla da ayrıca önem kazanır. Nedir ki, Bedri eğlenmiyor ; savaşlara neden olan üretimin ve tehditin devam ettiği CIA politikalarını ve dünyada refahı, demokrasiyi ve sanatı ayakta tutan zemini de sorguluyor ; soroscu teşviklerin, demokratik talimatların olmadığı yerde, bu ciddi riskler içerir..
Çağlar boyunca Yasa hep aynı kuralları koyar, egemenler ne kadar uygar, gelişmiş olurlarsa olsunlar hep aynı itaati beklerler. Albinoni'nin Adagio'su, Ravel'in Bolero'su farketmez; tekrar, fena halde can sıkar. Tekrar edilemeyen tek 'gerçek' ise tekrarın kendisidir..
Toplum adına işlenen cinayetin, adına 'şiddet' denilen en müstehcen jestin modern zamanlarda geçen öykünün cazibesi, polisiye bir roman tadında uşağın katil çıkma beklentisi.. Eğer, şartları bulursa tekrarı kaçınılmaz olan vukuatı bir tehdit olmaktan çıkartacak tek şey şeffaf toplum, gerçek demokrasi. Kuvvetlerin ayrılığı temel ilke. Marks tarihsel merhalelere, zorunlu uğrakların yarattığı kapitalist rejime, toplumsal rasyonelite olarak bakıyor ve normatif bir olgu olarak değerlendiriyordu. Tünelin sonu, cennete açılan kapı. Herkesin herkesi denetlediği öfkesiz bir adabın toleransı ; yasalara gereksinim duyulmayan diyalektik olduğu varsayılan ekonomik evrim sürecini yaratacak mı? Hegel, 'Afrika'da tarihin olmadığını söyler ; çünkü kıta doğal bir coğrafyadır. Üretim olgusunun yarattığı tarih, sürekli parçalanan zeminlerde, kırılan çatlakta diyalektik değil, gücü elinde tutanların insafıyla ilerler. Hayali teselliler sağlayan bir gelişmişlik düşü kurmamız için görünen bir neden yok. O, mutad tavrını burada da gösteriyor ; öznenin kıstırılmışlığıyla bilinçaltına itilen bir olayın değiştirdiği dünyayı iflah olmaz bir iyimserlikle yeniden araştırıyor. Bedri, yalnız Kennedy suikastını tozlu arşivlerden çıkarmıyor. Tarihi yeniden yorumluyor. Sanatın olması gereken sorgulayıcı, şüpheci, nüfuz etmede ürkek davrandığı siyasi yanına da işlerlik kazandırıyor.
Tarih, sürekli parçalanan zeminlerde, kırılan çatlakta diyalektik değil, ilerisini bilmediği güzergahta, tecessüsle, tesadüflerle ilerliyor. Bilinen tek şey, bugün' ya da 'yarın' denilecek, şeyin geçmişimizin bakiyesi olduğudur. Geleceği yaratacak sınıfların, geçmişi yaratan despotlardan farkı olmayacaktır. Tarih varsa bu insanın eşyayı üretme kapasitesindendir ; haksızlıkları, hiyerarşiyi, iktidarları ve sömürüyü yaratan neden hep aynıdır. Nesneler, öznenin kaderini belirlemektedir.
Geleceğe ait ütopyalarıyla ideolojiler, misyonerlerine imtiyazlar ve bahtiyarlar ekonomisi etrafında kümelenmiş bir ilahiyat rejimi sunarlar. Galerilerde, müzelerde, müzayedelerde devrim yapan gerçeküstü isyancılar, 1871'lerdeki dünyanın bugüne agrandize edilmiş metafizik görüntüsüyle avunurlar ; hepsi değil. Che, 'En önemlisi, dünyanın neresinde olursa olsun her haksızlığı kendinize karşı yapılmış gibi hissetme kabiliyetinizi koruyabilmenizdir. Bu, bir devrimcinin en önemli özelliğidir' diyor.. Bedri, kendisi ve toplumuyla barışık ve 'umut' aşılayan bir kişiliktir. Kennedy gibi onun da 'yel değirmenlerine' göndermelerde bulunabileceğimiz ilkesel bir tavrı var. Sergideki anlatının tümü, bir insanın değiştirmeye çalıştığı sistem tarafından katledilmesinin gölgede kalan yüzünün sorgulanması üzerine. Pandora kutusunun kilidi açık aslında. Sanatçıların düşleri karşısında, iktidarların durumu tam bir kabus. Her anına/karışına bedel ödenmiş bu dünyayın finansını karşılayan, liberal demokratik yapıları teşvik ederek yönlendiren mali oligarşi, kültür endüstrisine müzeler, fuarlar, bienaller aracılığıyla beyanda bulunur. Suflör kullanır. Postmodern dünyada çağdaş sanat, işbirliğine açık ve küresel politikalar tarafından kullanılan elverişli didaktik bir araçtır. Makyavelci bilgi, Aydınlanma kültürünün argümanı olarak plastik sanatlara siyaseten girmiştir. Yapay isyan, galeri mekanlarında fuzuli bir temsil yaratır ; tecrübe inkâr edilir. Açık/kapalı, ima eden, yıkan yahut yapan ifade biçimlerini ve araçlarını barındıran kültürel üretim rejimi, hayat denilen platformun tamamını istila eder. Hedef, ortak bilinci ele geçirmektir. Belirli türdeki etkinlikler projelendirilir. Uygunsa, sponsor olunur. Otoritenin sırtını yaslayacağı küresel monarklar şeklen mahcupturlar ; itibarlarını kurtaran eserlere ihtiyaç vardır. Sermaye, yeri geldiğinde muzipleşir ; ezici çarklarının teşhir edilmesini oyunlaştırır. Oynak/muallak bir form olan demokrasiyi gösterilerle dönüştürürken merkezi bir söylem oluşturur. Daha iyi yönetmek için katagoriler açar. Uzmanlarını bu alanın en tepesine yerleştirir. Dışarıda kalan Bedri, panayırı andıran mekanın olması gereken imkanlarının da dışındadır. Hakikatı dayatanlara, itibarlarını kurtaranlara, sanat aracılığıyla sunulan hizmet bütünüyle duygusaldır! Bazıları azla yetinir ; muhatabın nezdinde bilinir ve görünür olmak kafidir. İnsanlar, ampirik hayatın içindeki yerlerini ve bağlı oldukları sistemi yeterince kavrayamadıklarında, özgür iradeleriyle konumlarını belirleyemez, kim ve nereye ait olduklarını yeterince farkedemezler. Önemli olan ifadenin biçimi, katılımın bedelsiz olması değildir; ürünü inanılır kılan sanatçının sosyal ve politik karşılığıdır.
Savaşların olmadığı bir dünyada ABD uygarlığı yaşayabilir mi? Pearl Harbor saldırısı, Kennedy komplosu, 11 Eylül vukuatı ya da Saddam'ın kimyasal silahları : hepsi Amerikan savaş makinasının çalışması, daha büyük bir iştahla daha fazla silahı üretmesi için bir vesile. Başkanların kişisel iradesi var mıdır? Sorunun cevabını zaten okuduğumuz gibi en başta, 28 yaşındaki Marks, iltica etmek üzere gitti Brüksel'de vermişti. O an aklına gelenler değildi bu kelimeler. 1844'de notlar aldığı defterindeki düşüncelerini geliştiriyordu ".. İnsanlar, tarihlerinin temeli olan kendi üretici güçlerini seçmekte özgür değillerdir. Arkadan gelen her kuşak, kendini, bir önceki kuşağın yarattığı üretici gücün yeni sahibi olarak bulur. İşte bu yalın gerçek nedeniyle, insanlık tarihinde bir tutarlılık ortaya çıkar. İnsanlar, kazandıkları şeylerden hiçbir zaman vazgeçmezler (..) Böyle bir sivil toplum, kendine uygun bir politik sistemi yaratır" demişti.. Kadınların ve sınıfların mücadesiyle yazılan tarihin o sayfasının baş aktörü JFK, herkesin bildiği sırrı bilmiyordu.. Bedri'nin sergisi, Amerika denilen uygarlığın nasıl bir barbarlık yarattığı konusunun altını çiziyor.. Daha doğrusu, Foucault'nun Dispositif'le kavramlaştırdığı insansızlaşma sürecindeki üstümüzdeki teknolojik tertibatın çalışma mantığının izansızlığını..
'Düzenek', çağdaş uygarlık denen merkezi iktidarın maddi operatörlerinin kalıtımsal ve modernleşmenin kurumsal bilgisiyle işler. Hükmetme organizasyonu tarafından tüzükleştirilen eğitim tekniklerini, mesaisinde fiiliyatlaştırır. İmarı kategorikleştirir ; mesafeleri yakınlaştırır, tebalaştırma dilini herkese mal eder, kamusallaştırır. Foucault, "Bu terimle yakalamaya çalıştığım şey ; ilk olarak, söylemlerden, kurumlardan, mimari formlardan, düzenleyici kararlardan, yasalardan, idari tedbirlerden, bilimsel ifadelerden, felsefi, ahlaki ve filantropik önermelerden mürekkep, hayli heterojen bir mecmuadır. Kısaca, telaffuz edilenler kadar edilmeyenlerdir. İkincisi, bu aygıtın içinde tanımlamaya çalıştığım, bu saydığım heterojen unsurlar arasındaki bağlantının doğasıdır" diyor. Kurumsal düğümü zaten farkında olan Bedri Baykam, bu eşikten öteye geçiyor ; Nasıl'dan başlayıp, Başkan'ın Neden öldürüldüğü bağlantısının gayri şahsi, heterojen staretejisi üstüne gidiyor. Olayın 50. yılında Foucault'nun arzuladığı gibi önemli bir soru sorduruyor bize. Doğru cevabın olmadığı dünyada, doğru soruyu sormaya çalıştığı tüm etkinliklerinde, izleyiciyi / seyirciyi hazırlamak Bedri'nin temel vasıflarından biri.. Soyut, afaki bir hikayesi yok ; gerçeğe bakarken amacıyla örtüşen çeşitli hazır nesneler (parka vd.), yalnızca meramını anlatırken kullandığı malzemelerdir. İnsanlarsa vasıflarıyla insan olarak kalırlar tüm çalışmalarında. (Kubilay, Deniz Gezmiş, Mustafa Kemal, Edvard Munch, Van Gogh, Kennedy vd.) Kültür endüstrisinin nihilist mezar kazıcılarının isyanın aksine ümit / güven veren figürler ve doğru materyaller vardır. Bedri Baykam, Kennedy araştırmasında, izleyiciye mamul bir söylem değil, umudunu, aktivist olarak tecrübesini ve hayatta bizzat bedelini ödeyerek edindiği 'somut' bilgileri aktarıyor. Paylaştığı özlem, çağdaş dünyada kimsenin 'olmaz' diyemeyeceği değerler. Picasso'ya, 'sen bu resmi beş dakikada yaptın!' diyenlere, Picasso'nun 'yetmiş yıl artı beş dakika' demesi gibi, JFK sergisinin ardında da elli yıllık birikim olduğunu biliyoruz ; bunu da Bedri, sergide yer alan yedi saatlik videosunda anlatıyor.
Voltaire'in öngördüğü, bir lider etrafında kümelenmiş kadroların, kitleleri aydıntlatma projesini sahiplenen yalnızca Marksistler, Jön Türkler ya da Aydınlanmacı Kemalistler değildir. Teoriyi ilk pratiğe döken, Fransa'da XVI. Louis'yi giyotine gönderen Fransız devrimcilerdir. Oysa, vesayetci demokrasinin ilk tahayyülünü Thomas Hobbes, 1651'de yayımlanan başyapıtı Leviathan'da kurmuştur. 'Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti'nde, bir devletin ne olması gereğini şöyle açıklar: "Onları (vatandaşları) yabancıların istilasından koruyabilmenin, birbirlerine zarar vermekten engellemenin, kendi sanayilerini ve yeryüzünün meyvelerini güvence altına almanın yolu, bütün gücü ve kudreti bir tek insan ya da insanların meclisine vermektir... İnsanlar, birbirlerine ‘Ben haklarımdan vazgeçiyorum ve tüm haklarımı bu insana ya da insanların meclisine veriyorum’ demelidirler. Böylece bütün güç ve kudret tek bir insanda toplanır. Bu Devlet ya da Latince söylersem Civitas olarak adlandırılır. Bu, büyük Leviathan‘ın doğması demektir."
Erkil düzende kendi kararlarını alacak kadar ergin olmayış durumunu, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışına bağlar Immanuel Kant; temsili vesayette yetkiyi özneye devretmek için devam eder : "İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır." Kant'ın aklını kullanmaya cesaretin olsun tebliğindeki tahakküm, önceden emanet alınan dilde, el yordamıyla yapılan ajitasyonun 'Enlightenment' izahatlarında, sanayileşmenin ideolojisini oluşturan aydınlanma prensiplerinde değişmeden sürer. Bilinci oluşturan, düşünceyi formlaştıran kelimelerdir. Aynı terim ve kavramlara başkalarının verdiği anlam, içeriğe yükledikleri misyon, kastettikleri düşünüş tarzına karşı olabiliriz. Arzunun kayıp nesnesi Demokrasi olsa da, ideolojilerin propogandasını yaptığı kavramlar, her zaman yalnızca şeyler'dir.
Sembol, mevcut olanın imgeleştirilmesiyle sürer ; temsilde olmayanla zaten illiyet bağı kurulamamıştır..
Bireyin, çeşitli ekranları ya da kadraja alınmış görüntüleri izlerken tavrı umursamazlıktır. Birkaç dakika için başkalarının acısını çekerken, ekrandaki görüntü, bir sonraki anda birbirleriyle ilintisiz bambaşka duygularımızı harekete geçirebilir. Simgesel düzende reklam, film dahil her hikayenin ardında, hep bir cennet metaforu vardır ; uhreviyatla içiçe geçmiş ünlüler/gönüllüler ülkesini, huzur/refah toplumunu hak edenler için, vicdanları kışkırtan günah çıkartma bildirimleri bulunur. Temsili düzende Başkan peygamber, havariler kabine. Johnson, 13. kişi ; Yahuda Iskariyot. Horoz üç kere ötmüş ve Hezekiel'in bildirdiği kehanet gerçekleşmiştir : "Bizim günahlarımız için o acı çekti, bedeli o ödedi" Mitolojiyi ya da kanonik ütopyaları kullanmak, öznenin aklını baştan ele geçirmektir ; hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak devlet Leviathan'dır. Savaşta barışta ya da tüm dünyanın en büyük dertlerine hazırlanırken, her şeyin çok güzel olacağı söylemiyle önce vicdanlara seslenilir. Saf iyilik/kötülük, histeriyle coşan kurtarıcı müdahale, yalnızca basit bir öldürme güdüsünü tetikleyerek başkalarının yararına cinayeti gerçekleştirmez. Bedri'nin, bizim için hazırladığı görsel metinler, modern Batı'nın şiddetin dünyayı biçimlendirici ütopyasına inancını, demokrasiyi silahlarla kurmak/yıkmak ve korumak ideolojisini doğruluyor. Mücbiriyet, icbarın sebebi : Tarihin biliçdışı silah endüstrisi ; modernist barbarlığın temeli. JFK sergisinden, kapitalizmde yaratılan spekülasyonların da yaşarken içinde yaşadığımız gerçeğin ayrılmaz parçası olduğunu yeniden hatırlayarak ayrılıyoruz..
(1) Diyaloglar Bedri Baykam'ın JF. Kennedy araştırma notlarından kullanılmıştır. Olay ve arşivlerle ilgili diğer alıntılar başta wikipedia biyografileri olmak üzere yaygın olarak paylaşılmış kolektif bilgilerden derlenmiştir.
(2) Michel Foucault (1980) Power Knowledge, New York / Pantheon
***
Hem bulunduğumuz şehre sor, hem içinde yol aldığımız kafileye ; emin ol ki biz cidden doğru söylüyoruz .. 12/81
Görüneni entelijansiya kabulde zorlanıyor. Çünkü, soyutun bulanıklığı işlevsel ; kavramın anlam karışıklığının bir nedeni var. Kaosun keşmekeşinden herkes memnun. Sorun, Batı uygarlığının kendini yeniden üretememesi.. Amaç, yıkımın perdelenmesi. Çöküşün gizlenmesi hüner ister. Hegel, 'gerçek olan hakikattır' der. Bugün hakikat perdeleniyor. Her doğan ölümlüdür; ahir zaman bilgisi çürüyen cesetten bir öncesini gösteriyor. Greenwich zamanın efendisi değil; sermaye kendini yenilemiyor, bilgiyi yeniden üretemiyor.. Bilge'nin ömrünü doldurduğu bugün, tek çıkış yolu kalıyor meczubu oynamak, yani şarlatanlık. Onlar da öyle yapıyorlar. Simurgların konduğu doruk artık bir göçük. Sürekli söylüyoruz; artık ne gerçek bir öğreti, ne bir bilgi, ne de öğrenilmesi gereken bir ders kaldı ortada; kültür endüstrisi çöken rejimine payanda, görüntülerini temizlemek isteyen şirketler yalanlarına ortak arıyor.. Ünlü sanatçılar, uyanık küratörler, akil eleştirmenler, ruhsuz sanat tarihçileri, oryantal kültür editörleri kendini meşrulaştırmaya çalışan sermayeye, kültür hamisi bankalara, sanat rejimi kralla soytarılarına emanet.. Niye gülüyorsun? Anlatılan senin hikayen!
Yazışma Adresi/ emin çetin girgin ecg.okur@gmail.com
***
***
.