Bu Blogda Ara

1 Ekim 2010 Cuma

TASLAK - Not Defteri- Ekim 2010

Hüseyin Çağlayan'ın sosyolojisi ya da İstanbul Modern sergisi vesilesiyle emeğin yüceltildiği üretimle rabıtalanan bir sistem eleştirisi.. 1 ekim 2010


İnsana biçilen değer; giysi ile yabancılaşma...

Giyinmek, göstererek varlık olma halidir. 'Kuşanmak', var olma halimizi kanıtlayan sembolik zırhlar edinmektir. Karşı tarafa cebren koyduğumuz fiziksel ağırlığımızın işlevi, giyenin statü/iktidar ve rahatlık için gerekenden fazla miktarda değerli eşya tüketebilme gösterişçiliği değildir yalnızca. 19.Yüzyıldaki dönemdaşlarıyla tezat fikirlere sahip olan ekonomist Veblen, malların basit olarak gösterişsel israfını, itibarı sağladığı yere kadar etkin ve tatmin edici bulur.  Maddi başarının ve neticede sosyal değerin ilk bakışta güven aşılayan kanıtına her iki tarafın da ihtiyacı vardır dersek, bir tarafı ötekileştirerek aşağılamayı, normları belirleyerek 'yoksun ve yoksulluğu' sistemin vazgeçilmezleri olarak kabul ederek yasallaştırmış olur muyuz? Hegel, katıksız prestij için girişilen bu ölümüne mücadele olmasaydı, yeryüzünde insan denilen varlık hiçbir zaman olmayacaktı diyor. (1)
Peki hal böyleyse, yerli yersiz adalet/müsavat, demokrasi, çoğulculuk diyenlerin, yaratıcı modacı Hüseyin Çağlayan için çalakalem yazdıklarına, ardından defaten gelen küçük burjuvazinin gizli mesajına zorunluluk yasasının bildirimlerini reddetme pahasına sorgulamadan katılmak mümkün olabilir mi? Zannedildiği kadar basit değildir.. Endüstrinin dinamosu, dışımızı giydiren mimari ve içindekini sarmalayan giysidir. Unutmayalım ki dünyada bugünkü düşünme sistemimizi ve içinde yer aldığımız kapitalist uygarlık organizasyonunu başlatan başlatan 'dokuma' nın kudretidir. Asli olarak görünenin ardındakine bakışı düzenleyen ise, önyüze kapak olan kumaşın tehditkar otonomisi, soykütüğü kabuklayan, ekonomiyi doğurgan kılan gizil gücüdür. İncir yaprağının evrimi, modern insanın devinimine parelellik gösterir..







Davut olur ; Golyat'ta eril öfkesini, Zebur'da örten/affeden şefkatini sergiler. Giysi yerinde 'tahrik', bazen 'tehdit' ya da kimliksizleşme edinimi olarak da kalabalıklara karışabilir. Bunun yalnız 'kadın' sorunu/çözümü açısından tartışılması zordur. İdeolojik kavramlara örtü olmasının realitesi, taşınması 'ağır' sorumluluklar yükler kişiye. Mahkum giysisi özgürlük çağrısına, rahibe örtüsü şeytani taleplere, işçi pantolonu işi red eden bireyin karşı atağına kolayca dönüşebilir. Modacı ise zorunlu nedenleri/haklı talepleri kolaylıkla provoke edebilir.. Bu bağlamda terziyi yamaklıktan kurtaran, işe yarar kılan, içe kapanık siyasal duruşu sosyalleştiren, seri üretim tehdididir. Burada modacı, tehlikeli bir ideolog olarak topluma emredici mezmurlar dağıtmaya başlar; boşa çıkmış değeri, peygamber edasıyla -doğru/yanlış- rabıta sağlar; yaşadığımız sahte hayatı renklendirir ve anlamlandırır.. Ancak kitle kültürü, müşterilerine sunduğu imkanları üretmeden önce bu kabiliyete haiz müşterilerini üretir..


Çağdaş sanatın ve modanın önemli temsilcilerinden Hüseyin Çağlayan'ın 1994-2010 yılları arasında ürettiği moda koleksiyonlarını, sanat ve film projelerini bir araya getiren ''Hüseyin Çağlayan: 1994-2010'' başlıklı sergi İstanbul Modern'de 15 Temmuz 24 Ekim 2010 tarihleri boyunca görülebilecek. Serginin küratörü Donna Loveday ..


Çağlayan'ın 1994 ile 2010 arasında ürettiği moda koleksiyonları, enstalasyonları ve filmleri bir araya getiren sergi, mimari, felsefe, bilim, tarih, antropoloji, biyoloji ve teknolojiden esinlenmiş. Sanatçının genetik, teknolojik ilerleme, yer değiştirme, göçmenlik ve kültürel kimlik gibi çeşitli alanlardaki düşüncelerini yansıtıyor.


İnsan doğasının gereği 'giysi' ile kapitalizmin doğasının ürünü 'moda' arasında sıkışan bir sanat gösterisi.. Post Modern Salı Pazarının esvab-ı mucizesi ; Bedenin Hüseyin Çağlayan olarak diriltilmesi..

Cevizin kabuğu, cevizin giysisidir. Cevizin zarı, cevizin iç çamaşırıdır. Doğal giysi olarak portakal, limon kabuğu için geçerli olan dönüşüm, yılan derisi veya ayı/aslan/kaplan postu, balığın pulu, tavus kuşunun tüyü için geçersiz midir? Kabuk ya da deri, işlevi oranında dürüsttür/gerçektir; ya insan?






Kitap kapağı, cildin cüzü veya paranın cüzdanı: İçtekinin ereği ölçüsüyle, 'dış' kabuğun gereğinin şekilsel zorunluluğu/biçiminin belirlenmesi, bütünüyle işlevsel ve evrimseldir. Soyunması/giyinmesi farklı etik değerler, toplumsal künyeler, ekonomik faaliyetler oluşturur. İnsanın giydirilmesi , metaların dış kabukları yani ambalajlarıyla pazara sürülmesi de bir giysi/giydirilme ve pazarlama sürecinin doğal gerekliliğidir ki, 'moda ile giysiyi ayrıştırmadan, -içinde yer aldığımız kapitalist sosyal dokuda- bir okuma parçası oluşturmak mümkün değildir ..

Ücretli emek için, onun kandırılması ve doyurulmasına hizmet eden bir büyük organizasyon vardır. İçi boşaltılmış kimliklerin dışını örtüleyen metalar ve ruhen doyum sağlayan metaforlar imal edilmektedir. Ahmet hocanın cüppesinden, generalin üniformasına toplumun giydirilmesinin bu metafor/meta-formlar ile zümresel bağı vardır. Öncesi, insanlığın şehirleşme tarihiyle başlayan sınıfsal kimliklerin önerici değil, dikte eden ve ötekini aşan, toplumsal hiyerarşiyi elzem kılan işbölümüyle irtibatlandırılması, organize suç örgütü olarak kapitalizmin doğası gereği abartılarak çeşitlendirilmiştir.. Fatih'de başka, Nişantaşı'nda başka, Selimiye Kışlası, Metris Cezaevi veya gelişigüzel bir ilköğretim okulunda farklı toplumsal bedenlerle 'özne' içinden/dışından yüzleşir. Tüm öteki tasarımlarla birlikte giysi'nin, giydirilmiş insanın ne dediğini; neyi ifade ettiğini,kurduğu yüzyüze ilişkilerde önsel/serzenişsel bir toplumsal tahakküm mesajı olarak anlarız. Tüm sosyal maskelerin ardındaki oligarşilerde ve despotizmlerde, (merkezi sol/liberal sağ) kapitalizmin tahripkar karakteri, travmatik doğası ve kâr hırsı, 'giysi' olarak sömürü sanatının, baskıcı, sindirici ve ahlaki rengini/biçimini belirlemektedir. Tulumu içindeki işçi ise, her sömürü toplumunda yalnızdır ama, yanlızlığın idrak ve bilgisiyle 'muhkem' değildir. Yabancılaşması, kendi emeği üzerinden 'meta' kılınan tüm toplumsal giydirilmiş ürünleredir. Gulag Takımadaları'ndan Londra'daki Oxford veya New York'daki BM mekanına kadar bu böyledir. (Buradaki 'kapitalizm' sözcüğü, üretilen artı değere, üreten emekcinin dışında bir kişi/kurum veya temsili örgütün el koyup haklarını gaspetmesi ve çıkan ürünün yeniden/yeniden üretene satılması anlamındadır. Örnek ; istisnasız gelmiş/geçmiş tüm devlet ekonomileri)

Giysi/Moda ve Yabancılaşma; Hüseyin Çağlayan,Yüzü/müze Gözü/müze, küçük burjuva özümüze İstanbul Modern..

Sisteme Örtü/Kapitalsizlere Kostüm Projesi Olarak Giydirilmemiş Benlik Üzerine Notlar..






Zorunlu işbölüşümünün yarattığı bir açık cezaevi haline gelen dünyada, modanın merkezi tasarımının yapıldığı üretim alanları metropollerde, zincirin en zayıf/kırılgan, edilgen, sömürüye açık halkası ise her zaman olduğu gibi sırtı bolca sıvazlanan sanatçıdır... Burada modacı Hüseyin Çağlayan'la karşılaşıyoruz ki, 'kendi' olarak, ipleri elinde tutan 'öteki' / karşı taraf ile gönüllü bir işbirliği sunuyor; kendi olarak kalma becerisini sergilerken toplumsal müşterekler üzerinden gayri şahsi bir oyun oynuyor..


Geçtiğimiz hafta İstanbul Modern'de Hüseyin Çağlayan sergisi, yaratıcılığıyla ayrıca önemliydi. Çağlayan'ı, övgü/yergi sarmalının dışında bırakmak gerekir. Saf göstergeler olarak bakıldığında bile bir yapıt anlam ifade eder. Çünkü sanat yapıtları, kavramsal olarak simgesel/toplumsal aidiyetlere bağlı değerleri kullanır.. Çağlayan bunlarla yetinmemiş. Sembollerin içini dolduran başat değerleri taşımış görsel mecraya. Kumaş/kadın, uzay-zaman, doğurmak/yaratmak/yarmak (balık videosundaki metafor gibi) vd. Otobiyografisine kendi telifindeki sesli harfleri eklemiş. Bu karakterleri figürleştirerek, hareketlendirip sarmalayarak, canlandırarak, mekanda kendi özgün alfabesini ve sesini oluşturmuş. Turgut Uyar'ın söylediği gibi, 'terziler geldiler/kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler; iğnelerine iplik geçirip beklediler' dediği gibi 'Büyük Saat'e karşı küçük zamanın efendisini fetişleştirmiş; arkeolojinin bugününe gömmüş. Kadınların içinden geçen zamanı dondurmuş. Süreci, evrimleşme ve devamlılık gösteriyor. Öğrencilik döneminin ardından demir tozları, toprağa gömülen ipek giysiler vd. ile pratikte bir malzeme olarak kullanmış.


Görüngübilim'de görünen farklı yabancılaşma biçimleri, bilincin ve özbilincin çeşitli biçimlerinden başka şey değildir diyor Marks (2) Modacının sunduğu hizmeti böyle okursak, her giysi bir farklı giyiniklik/uyarılma hali ile toplumsal kimlik olarak içteki bedene yeni bir yarı gönderir. Organik bedenin moral değerlerini iyileştiren örtünme, ontolojisine -doğasına- yabancılaşma olarak geri dönmektedir. Doktor giysisi içindeki şahıs ile eşofmanları ile spor yapan kişi veya smokini ile meclis başkanı ya da damat giysisi içindeki 'erkek' veya gelinliği içindeki 'kadın' farklı uyarılma hallerinin giydirilmişi olarak, toplumsal şartlanma kılıfları ile önce kendi, sonra karşı kabulleri oluşturur. Moda, doğal halin değiştirilmesi olsa bile (Hegelci bir bakışla devam edersek) olumsuzlayıcı eylem, katıksız bir şekilde tahrip edici değildir. Şiddet, tarihin kurucu ögesidir. Çünkü istekten doğan eylem, bu isteği gidermek için nesnel bir gerçekliği tahrip etse bile yerine öznel bir gerçek koyarak zihin ekranda insanın kendini seyreyleyebilmesi için eşsiz bir fırsat sunar.. 

Moda, ne kullanım ne de değişim değeri üzerinden kıymet oluşturur. Ancak, toplum üzerine düşen efekt oyunlarıyla, antropoloji/sosyoloji/felsefe, çevre, insan hakları vd. ilişkileri varmışcasına yapay bir jargon tutturur. Kadın sorunu ile gerçek ilişkilerinin kurulması ise istenilir bir durumdur. Kölelik sisteminde kadın nasıl bir değerse, özgürleştikten sonra da mahremiyle aynı değerdir. Seçim hakkı olsa da işlev olarak nesli sürdüren doğal kaynağın karakteri, öncesi sonrasıyla fark yaratmamıştır. Ailenin Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni kitabında Engels, 'gerçek aşkın, kapitalist üretim koşullarının kadını iktisadi bir meta olarak dönüştürmesiyle engellendiğini' yazar. Kapitalizm, benliğe ait bir farkındalık yaratır; ki bunda giysi teorize edilerek yeni yüklemler ve önem kazanır. Ama toplumsal bedenle birlikte, giydiği her giyside toplum yeni bir nevroz yaratır. Apolet, çarşaf ya da hemşire kıyafeti; her yapısal kamuflajın, ideolojinin toplumdaki değişimine ve yeniden yapılanmasına bir örtü, giysinin doğal konjonktüre eklenmiş ereği, munzam amaçsallığıyla tarihe köprü olmasını doğru okumalıdır.

Bir taraftan bedeni Hüseyin Çağlayan olarak diriltip, yeniden doğurup, benzeri mantal kardeşlerini üretirken, diğer taraftan aynı bedeni 'kadın' olarak öldürmek, köleleştirmek ya da özgürleştirmek var; ne ki hepsinin anlamını, kadının gizli cevheri, doğanın mahremi, soyun bereketi oluşturuyor.. Fortunadır kadın.. Tabiatın 'insan' fabrikasıdır; rahim, hayatı doğuran ocaktır. Erkek egemen bakış açısı ise kadının anlamından çok, üremek için kadının varlığına ihtiyaç duyar. Marksizmin yapı taşı Frederich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni yazılarında, kadının özgürleştirilmesinin, insanın özgürleşmesinden ayrı anlamlar yüklenemeyeceğini belirtir. Şöyle der 'kendini gerçek aşktan başka hiçbir nedenle bir erkeğe vermeyecek ya da bunun iktisadi sonuçlarından korkarak kendini sevdiği kimseye vermekten vazgeçmeyecek olan yeni bir kadınlar kuşağı.. İşte bu insanlar dünyaya geldikleri zaman, bugün onların nasıl davranmaları gerektiği üzerine düşünülen şeylere hiç kulak asmayacaklar; kendi pratiklerini ve herkesin davranışını yargılayacakları kamuoyunu kendileri yaratacaklar.' (3)

Engels'in belirttiği noktaya gelene kadar kadın, tüm alanlardaki işbölümünün gereklerini, kapitalist pazarın kimliksiz/kişiliksiz öznesi olarak cinsiyetini, künyesini, rütbesiyle her an ihtiyaca göre farklılık gösteren semboller üzerinden üzerinden gönderilen mesajı taşımaya bir sömürülen farkındalığıyla devam edecektir..


Giysi yerinde 'tahrik', bazen 'tehdit' ya da kimliksizleşme edinimi olarak da kalabalıklara karışabilir. Yalnız bunun kadın sorunu açısından tartışılması zordur. İdeolojik kavramlara örtü olmasının realitesi, belki de taşınması güç sorumluluklar yükler bazen kişiye. Mahkum giysisi özgürlük çağrısına, rahibe örtüsü şeytani taleplere, işçi pantolonu işi reddeten bireyin karşı atağına kolayca dönüşebilir; modacının talepleri nasıl provoke ettiği tartışılır olur, sosyal mesaj kolaylıkla magazinleştirilebilir. Bu bağlamda terziyi, siyasal duruşu formelleştiren tehlikeli bir ideolojik düşünür olarak değerlendirmek de lazım gelir; toplumsal sansür devreye girer...








Kapitalist pazarın nadide sanat kuramcısı, Alman eleştirmen Peter Bürger 'Organik sanat eserinde yapısal ilke parçalara hakimdir. Ve onları bir bütün içinde birleştirir. Avangardist yapıtlardaysa parçalar bütün karşısında çok daha geniş bir özerkliğe sahiptirler der. Bir anlam bütünlüğü oluşturacak şekilde materyalize edilerek yaratılmış unsurların,  yalıtılmış doğamızda önemlerini yitirdikleri ölçüde kapitalist rejimde nisbeten özerk göstergeler olarak daha büyük önem kazanacakları sır değildir. Burada avangard/ilerici, modern ya da post modern olarak tekrara düşen fantastik olması kader tek gerçek vardır. Toplumsal bedenin dıştan yenileyerek tazelenerek makyajlanmasının ardında, içteki bedendeki dekadansın, diyalektik praksiste içe çöküşün, zenginlerin mülksüzleştirdiği yoksullardaki organik çürümenin sırlanmasıdır. Modacı-özne olarak Hussein Chalayan- bunu kendine çizilen kurtarılmış bölgesi/özerk alanı, sırça köşkünde, büyük bir yetenek ve özveriyle gerçekleştirmektedir.. Deşifre edilmesi gereken 'gösterge' toplumsal esaret/kişisel bağımlılıktır; dünyanın ve insanın tüketilmesidir.. Marks'ın dünyada beni yalnız Lenin anladı, o da yanlış anladı anektdotu gibi, yaratıcı modacı HC, kadının derinliklerine iniyor, arzu nesnesi olarak kadın ile oynuyor, müphem diyalektiği günceleyerek oyalanıyor. Yalnızca mest ve teskin ediyor, uyuşturuyor, kandırıyor ve toplumsal öfkeyi, radikal dönüşümleri hedonizmle baskılıyor..


Dinsel literatürde hamr/örtü ve şarap olarak geçen 'kırmızı' yani gösterge olarak 'alarm', Hüseyin Çağlayan tarafından ustalıkla örtülüyor. Perdenin ardında hazzı karşı taraf lehine teşhir ederken, tebessümün sakladığı meşru sonuçlardan giydirilmiş özneyi bir nebze gizliyor..

İçteki duruşu, duyguyu kapatan/açan, dostlukları, düşmanlıkları tetikleyen önyargı, hiyerarşiyi devreye sokan bir kullanma talimatı verir karşıdakine. İçerisi olarak tanımlanacak örtünme, ihtiyaç gidermenin dış katmanlara doğru genişlemesiyle devlet/birey olabilme timsalini teşkil ederken 'Dispozitif'  seri üretimle ilişkiyi kurar. Anlaşılması için Malthus'un nüfus/nüfûz ekonomisiyle irtibatlandırılmalıdır ;  kadının tüketerek/tükenerek var olma ve arzulanmasıyla giydirilmesinin bir 'nesep' sorunu olduğunu biliyoruz. Marks'a dönersek 'Üretim düzeni yalnızca mal değil, aynı zamanda bunları tüketecek uygun gereksinimlerle donatılmış insan üretir' diyor. Sanayi devriminin nasıl bir çıkrık makinasından dönüşerek yol aldığını 'Tuz' yazımızda anlatmıştık. İngiltere ve dokuma ile tetiklenen ilişkiler konusu, Karl Marks'ın Kapital'inin tüm ciltlerinin ana temasını oluşturur. Çağlayan, bu kitabın içinden fırlamış gibi, işçi ile kadının yerini değiştirerek, konunun tüm cümleleriyle örtüşen bir yaratıcılıkta üretmiş; ama yeter mi? Murat Germen'de de doğrudan gördüğümüz konularla birleşen tükenmez bir zeka var; ama sanatçı farkındalığını upuygun, yerinde ve doğru amaçlar için doğru mekanlarda kullanılabilmiş midir? Toplumun röntgen/voyeurism, izlenme talep ve ilişkilerini açmak uzmanlık gerektirir. Freud izlemekten duyulan derin zevki 'scopophilia' diye tanımlar. Psikolojik değerleri yükseltmesine karşın sosyolojik olarak 'moda' diye bir doğruluk fragmanı yoktur; hayatın yeniden üretilmesi bağlamında mevcut olan cinsler arası karşılaşmada bir katalizör yaratma ihtiyacıdır. Yeni doğumlara zemin oluşturmak, imkan hazırlamaktır..

1797'de Fransa'daki başarız kalan 'Eşitlik İçin Konspirasyon' hareketinin devam eden Jakoben kalıntısı, Babeuf-Blanqui-Lenin eşitliği veya Mao'nun tek tip elbiseli Kültür Devrimi tekdüzeliği değil tabii ki söylediğimiz.. Normal olan doğal adımların, gerekliliğin evresinde, oluşmuş olan halin giydirilmesiyle, tedarik süreciyle ilintilendirip, normatif ihtiyacın bildiriminin, kullanımdan gelen isteklerin peşisıra usülüyle söylenmesidir. 

Ama kapitalizmin büyülü atmosferini soluyan her birey için bu olağan değildir; onun bilincinin kaderini, rekabetin karanlık yüzü belirler. Resmin müeellifi, arzunun suflörü, taleplerin zangocu kapitalizmdir. Tabiatın evriminde/ yaşamın doğasındaysa böyle bir realite yoktur.

Cevizin içinin ihtiyaçlarına cevap vermeyen, onun evrimsel bir dış halkası olamayan 'kabuk' evrimsel ve dolayısıyla doğru anlamda konuşlanmış bir pratik oluşturmaz; şayet böyle olursa, sakat gelişirse, yolun sonunu göremeden çürür. Temayüz ederken, narinler arasında seçkinleşerek, kendi doğasına ters düşen bir süreç başlatan modacı ise mefhumu değiştirir; yaşanılası süreci, sentetik evrimi baskılayarak uygarlaştırır. Kapitalizmin doğasına uygun mahrem paranoyalarla dolu bereketler sunar nevrotik topluma.. Ne var ki, edep, beden/evren anakronizminde tezahür nedenini aşar; artık özne mefruçtur.



Viktorya döneminde tüm insanların siyahlarla bedenlerini örtmesi, itibarlarını siyahın içindeki biçki/dikiş farklarıyla sağlamaları mesleğini icra eden terzilerin yararlılık ve yaratıcılıklarını arttırmıştır. Giysinin temel örtünme ihtiyacından çıkarak, modacının bakma hazzı temel bir içgüdüymüş gibi bir yönlendirmeyle ürün vermesi anlaşılır hercümerctir. Üretim/tüketim ve pazar ile gerekli örtünmeyi yapan, ayıbını kapatıp, defi hacetini gideren sosyal organizma, artık zaruri hale gelen kötü alışkanlıkları için bakir kavramlar /hoyratca el değmemiş yalanlar üretmek mecburiyetindedir. Kalvenizmle kapitalizmin şekillenmesi parellelikler gösterir.  Kavramın taşıyıcı öznesi, içindeki topluma 'giysi' formatında sunulan şeytani arzu, kabul edilme ve giderek kişisel beğenilirlik üzerinden 'iktidar' olma isteğinin perdelenmiş şahsiyeti kimdir? Kimse günahsız değildir; ama kullanılabilir verimli bir kaynak vardır. Özne, cinsiyetciliğin marifetiyle sömürülen kadındır. Ya da tabiatı gereği doğurgan gönüllü köledir. Fetişizm, köle tarafı yarı zamanlı değişkenlik gösteren, iki cinsi eşitleyen diyalektik bir süreç yaratır. Aslında tüketicinin iktidarda olduğu bir köleler demokrasisidir yaşadığımız ekonomik coğrafya. Etnik kimlikler, cinsiyet ayrımcılığı, zümresel farklılıklar Veblen yazısında belirttiğimiz gibi çarşı pazarda taklit markaların/giysilerin yarattığı tek tip standartıyla şeffaflaşır hatta kısmen ortadan kaldırılır. Çakma bir sosyalizasyondur topluma el altından önerilen ve skandalvari hikayelerle herkese cazibesi ölçüsünde sunulan. Devrimi önleyen müşfik bir sigortadır ucuz pazar giysileriyle yaratılan eşitlik ve erişirlik.

Burada iki faklı disiplin için ortak bir parantez açalım: Binaların kuşattığı meydanlar, boşluğu çevreleyen doluluk/katılık; giysilerle aynı işleve sahiptir. Terzi ve mimar; benzerler.. Kıyafetler, uzuvlarımızı perdeleyen, organlarımızı sarmalayan birer kabuktur. Taş, beton, halat.. Çimento kum; iplik, keten, mezura ... Tüm yapılar ya da ticari binalar, yahut insani peyzajlar, moral değerler, parklar, bahçeler, meydanlar ; toplumların elbiseleridir .. Üzerinde dolaşan insanların hâllerini, kimliklerini yansıtır. Gabriel Tarde, 'İnsanlar toplumların içinde yaşamaz, toplumlar, insanların içinde barınır' der. Uğraklarda, duraklarda, kılıkların içlerinde / dışlarında bulunmamız, onların içinde/dışında gezinmemiz beklentimizdendir ; 'göründüğümüz gibi olmak' bakış'ın örtüşemeyen hareketidir. İçinde yaşadığımız binalar da keza. Meydanlar, ceketler kazaklar gibi, kolları bacakları değil, bütünüyle vücudu içine alır. Zaman saklar, örter, bazen de tahrik eder. Kapattıklarını ifşa ettiği, gizlediklerini, dışa vurduğu çıplak an'lar vardır. Mekan, içteki ruhun, bedende gerçekleşen eylemin, tikeldeki meskenidir. İşi içinde insanı iskan eder ; hıfsıdır, anlayışlı bir hafız, zarsız bedene muhafızdır mimar ; işin tarzına uygun bir kabuk inşaat etmektir mimari. Talibe 'kab', matluba 'kapak' yaratmaktır. Mimarın tutarlı olduğunu söylemek için zamanla mekanın, içeriyle dışarısının uyumuna ihtiyaç vardır. Zarf, mazrufa denk düşmelidir. Her mimari esere baktığımızda soracağımız soru şudur: Bize biçtiği form, seçtiği norm doğru mu? İçerideki hayatın üretimini, içindeki öznenin/zümrenin varoluş tahayyülerini dışarıya dürüstçe yansıtabilmiş mi?








Sistemin masum yüzü terzi, yanlız değildir; muhayyelesinde biçtiği elbise her zaman zoraki işbölümü içinde tahayyülünü aşan acı bir gerçeğe dönüşerek sosyal bir bedeni deforme eder..Anomali, insan evriminin bilincidir!


Giysi kamusal alanda bir temsil sorunu yaratmasıyla çeşitlenir. Ön şartla toplumda edilgen duygu ve kişide emir kipi oluşturur. Palyaço elbisesinden, askeri uniformuna veya kefen bezinden, gelinliğe kadar değer biçilen sembol olarak, müşterisi olan kitleye, şartlandırılmış kültürel envanteriyle pozisyon aldığı etkin bir algı düzeyi oluşturur. Başa takılan veya bağlanan simgeler, gözlükler, saatler veya aksesuarlar ise aynı bölünmüş karşıtlılığı ve işbölüşümünün ötesinde toplum içindeki kuvvetler mozağini sürdürürken ayrı bir emtia çeşidiyle dramatik tasarruflarla pazarı hareketlendirir.

Biz doğru söylüyoruz da Hüseyin Çağlayan yanlış mı yapıyor?  Yalnız kendimize demokrat olmayalım! Yılmaz 'liberal!' ideolog Ludwig Von Mises'i sayfaya davet edelim; Bir seçkin eylemi olarak sanat nedir?  

Kapitalizm karşıtlığı siyasî ve ideolojik yelpazenin sağında, solunda, ortasında, kısaca herhangi bir yerinde yer alan herkesin paylaştığı bir tavırdır. Kapitalizmi dolu dizgin eleştirmek artık sıradan bir davranış; bu niye böyle diye sormak abesle iştigal etmek.. Kapitalizminin insanlığa kazandırdığı iyi bir şey yok mudur? Kapitalizm karşıtı zihniyet sağlam bir temele oturmakta mıdır? Yoksa tamamen hormonların yarattığı güdülerin esaretinde hayvansal tanımıyla hissi midir? Kapitalizm, insanların erdemlerini görmezden mi geliyor? Kapitalizm ortadan kaldırılırsa, ahlakı yeniden yaratma kılavuzuyla yol alarak navigatör bilinciyle iradeyi mutlağa teslim edersek üretimden azade yaşamak insanlığa daha iyi mi gelecektir? Biz 'iyi' ve 'doğru' deriz ama kapitalizm savunucularından biri olan Ludwig von Mises, bizim bakış açımızı eleştirmek isteyenler için bulunmaz bir kaynaktır.

'Piyasa ekonomisi, üretim araçlarının özel mülkiyeti altında emeğin işbölümünün toplumsal sistemidir. Herkes kendi hesabına eylemde bulunur; ama herkesin eylemleri diğer insanların ve kendisinin ihtiyaçlarının tatminini hedefler. Eylemde bulunan herkes öteki vatandaşlara hizmet eder. Bir diğer taraftan, herkes öteki vatandaşlar tarafından kendisine hizmet edilir konumdadır. Herkes kendisinde hem araç hem de bir amaçtır; kendisi için nihai amaç, diğer insanların amaçlarını elde etme gayretlerinde ise onlar için bir amaçtır.' diyor Ludwig von Mises.

Mises’in iktisat bilimine katkısı basit ama aynı zamanda derin ve önemlidir; o, ekonominin tamamen bireylerin eylemlerinin bir sonucu olduğuna dikkat çeker.. Bireyler eylemde bulunur, tercih yapar, işbirliği yapar rekabet eder ve birbirleriyle ticaret yaparlar. Mises kompleks piyasa fenomeninin gelişimini böyle açıklar. Sadece ekonomik fenomeni yani fiyatları, ücretleri, faiz oranlarını, parayı, tekelleri ve hatta ticaret çevrimini açıklamakla kalmaz; ayrıca, bunları sayısız bilinçli, amaçlı eylemlerin, tercihlerin sonuçları olarak gösterir ki her birey belirli koşullar altında çeşitli ihtiyaçlarına ve amaçlarına ulaşmak ve istemediği sonuçlardan kaçınmak için elinden gelenin en iyisini yapmaktadır. Bu sebeple, ekonomik tezine 'İnsan Eylemi' başlığını seçmiştir. İşte bu sayede, Mises’in bakış açısıyla, Adam Simith’in “görünmez eli” mantık ve faydacı prensipler temelinde bireylerin sayısız eylemlerinin bir sonucu olarak açıklanabilmiştir.

Hüseyin Çağlayan'ı, Mises'ın 'İnsan Eylemi' teorisinin ortasına yerleştirdiğimizde, bir oyun kurucu olarak toplumu renklendirip, sanatçı yaratıcılığıyla pazara ve toplumsal gelişmeye, ilerlemeye katkı sağladığı söylenebilir. Ama bedel olarak toprak/deniz ve gökyüzünü rehin verdiğimiz ilerlemenin ve aydınlanmanın ne anlama geldiğini de 'Kant'ı Dinlemeyin Beni Dinleyin' yazımızda belirtmiştik ki, liberal dostlara karşı argüman olarak bir kere daha okunmasını öneririz. Ne de olsa, hepimiz aynı geminin meş'um yolcularıyız.. Ona umarım en fazla teorik desteği veren Hegel'in Tüze Felsefesi'nde yer alan Köle/Efendi'ye ayrılmış olan asimetrik formumuzu, anomalideki döngüyü tamamlayan bölümdür. Tarihi yazdıkları gibi bilinçleriyle renklendirenler de onlardır. 

Konuyu toparlarsak..

Jean Baudrillard, 'Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri' kitabında şöyle der 'Tüketim ideolojisi denilen şey, gereksinim yerine gösterişe yönelme ya da harcama eylemini gösterişe dönüştürmekten başka bir şey değil aslında. Örneğin kadının ihtişamlı giysiler satın alması ve giymesi, güzel giyinme amacı taşımıyor çoğu zaman. Giysi aracılığıyla ait olduğu efendinin/erkeğin sahip olduğu toplumsal iktidar ve ayrıcalığı kanıtlamak ister (4)

Bu son cümleyi biz değil; çok katılmasak da Baudrillard söylüyor bir kere daha hatırlatalım. Hüseyin Çağlayan medyada yaratıcılığıyla hak ettiği övgüyü aldı. Radikal'de Fatih Özgüven, içinde fütüristik/anakronizma/müdahele/mazeret sözcüklerinin yer aldığı, arkeolojinin hiç geçmediği ve giysi üzerinden sosyal kışkırtma ve ekonomik tetiklenmelerin, erkeğe mevzubahis maharetlerin kaale alınmadığı ve sonucunda 'harikulade' diye biten bir yazı yazdı; diğer yazarlar benzer coşkuyu aralarında pay etti.
Velhasıl; ne olursa olsun, bizim gibi birkaç mavi gömlek, iki siyah pantolon ve bir deri ceketten ibaret giysiyi yıllardır forma gibi taşıyan birinin, giysi/moda ve yaratıcılık konusunda diğer yazar arkadaşlarımız gibi derin anlamlar üretememesini ve de bir kahve köşesinde kaleme alınan bu yazının mesleğin fevkinde, ışıltılı söyleyecek bir kelamının, söylenmemiş bir söze eklenme iddiasının olmamasını okuyucunun hoşgörüyle karşılayacağını umarım.. 



Emin Çetin Girgin/Tünel- Starbucks
01.10.2010, 14.46

(1) A. Kojeve, Hegel 83 sy.YKY
(2) K.Marks Yabancılaşma, SY. Çev.Grup, Derleyen Barışta Erdost, 2007,s.57
(3) F.Engels, Ailenin,Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, SY Çev.Kenan Somer, s.97
(4) Jean Baudrillard, 'Gösterge Ekonomi Politiği Hakkında Bir Eleştiri' s.4

Hüseyin Çağlayan, Ayşegül Sönmez röportajı
http://sanatatak.blogspot.com.tr/2007/05/hseyin-alayanla-sylei-ocak-2007.html

Hüseyin Çağlayan, Yakınlık Sensörleri adlı sergisinin videousu
http://www.ekavart.tv/sergiler/diger/yakinlik-sensorleri-huseyin-caglayan

Not / Geçen hafta yazdıklarımız, sembolik yönlendiriciler ve sosyal göstergeler olarak kabul edilebilirliği olan değerlere eleştirimizin birinci kısmı; ikincisi ise 'sahtekarlık' olarak giysinin içyüzü/astarı, kullanımının çarpıtılmış doğasıdır ki, gelecek haftalarda bir başka vesileyle, önceden kısmen değindiğimiz bu konuya aykırı Amerikalı ekonomist T.Veblen'in 1899'da New York'da kaleme aldığı, yüzyıldır unutulmuş fikirleri ışığında yeniden değineceğiz..
Amerikan kabilelerinin yaşamını inceleyen Veblen'in tespitlerinin, ne sağ ne de sol ilerleme ve aydınlanmaya inanmış iktisatçıların hoşuna gitmediği/benimsemediğini bu arada belirtelim. Ama bu kadarla da kalmayacak; hergün yeni bir maske ile toplum önüne çıktığımız 'giysi' hakkında daha söyleyeceklerimiz var..







.