
İntihal/(ç)alıntı/kopya ya da plagiarism üzerine tezler (2.)
Tekrarın imkansızlığı ve görüntünün yer/malzeme ve el değiştirmesi..
'Bilim', insanlara gerçek ve tarafsız/objektif bir öneri sunar ; 'sanat' ise 'hakikat' formunu yeniden yaratır. İçeriden bakan bir göz olarak 'taraflı/subjektif' bir mesaj verir. İkisinin isteği de yaşadığımız dünyayı değiştirmektir. Buna rağmen, birinin ölçüleriyle diğerini değerlendiremeyiz.. Çünkü biri, hiçbir şartta, upuygun koşullarda bile öteki değildir..
Uzun bir aradan sonra, bir kere daha kültürel yaratım sürecinde 'İntihal/(ç)alıntı nedir; sanatta ne kadar mümkün olur?' diye soruyoruz.. Kıyaslama konusu olan 'bilim' ; ne ideolojisi, ne de mesajı vardır. Onun kanıtları, somut/rafine bir 'hakikat' üzerine bindirildiğinde, amaçsal argümanlarıyla temellendirildiğinde tartışılmaz ve herkes tarafından tatbik edilebilen, tekrarlanma imkanına sahip bir 'gerçek' olur. Ama sanatın gerçeği farklıdır. Bilimin ölçütleriyle, oyunu kendi kuralına göre oynayan sanatçıyı 'saçma' kabul edersek, eylemi anlamlandıramayız. Bilim insanı ve onun tekrarlanan doğrusu ile sanatçıyı eşitleyen güncel etik ve modern hukuk ne kadar adildir? Kaos değildir; fikri mülkiyet haklarına dayanak olan ekonomi mesnetli keşmekeş tartışılabilir. Çünkü sanatta tekrarlanma imkanı, temellük edilecek bir 'gerçek', kanıtlanacak bir 'doğru' yoktur; aksine yoruma açık bir ideoloji, soyut/ütopik bir siyasa, doğru ya da yanlış bir mesaj vardır. Bu anlamıyla politikada ne kadar taklit, apartma/aşırma, etkilenme olursa, araçsal anlamda her türlü etkiye açık bir alan olan sanatta da o kadar intihal olur diyoruz.. Kopya edilen orijinal, farklı ikamelerde ayrı temsiller yaratmaktadır. Burada sanatçı, kendisine ait olmayan mündemiç/içkin her etkiyi, kendi cevheri, zamanın ruhuyla karıştırır. Öznenin rengine bulanmış yeniden üretme gücünün 'ayrıcalıklı' yeniden toplayıcısı/yaratıcının nüfuz alanına gireriz. O, bize sunduğuyla bir gözleyen ve bio-politikasıyla olguyu sentezleyendir. Eserin mesajı, izleyiciyle temas ettiği yerde iki taraf için de öncesinde tecrübe edilmiş olanın bilinen formundan ayrılır. Yeniden gösterilen biçimin gayri şahsi özerkliği ve tekrarın imkansızlığı, benzerin manifestosuyla sınırlı değildir. Temsil mefhumu ötelenmiş, mimesis perdelenmiştir. Özetle söylediklerimiz bu; ama devamı da var...
Pazarın konu hakkındaki teşevvüşü onu değişim değeri itibariyle algılaması ve 'intihal' başlığında konuyu çarpık sorgulamasındandır. Oysa ki kullanım değeri itibariyle 'sanat', gayrı şahsi olduğu kadar kişisel ve nüfuza geçirelemeyecek kadar toplumsal bir rehabilitasyon aracıdır..

http://en.wikipedia.org/wiki/Las_Meninas
http://eksisozluk.com/las-meninas--118787?focusto=33794783
Sanatta 'intihal' olur mu?
Başkası söylemiyorsa da biz bu konudaki yaygın ezberlerin değiştirilmesini öneriyoruz; çünkü fiili durumun yarattığı 'gerçek' farklı, önyargılardan derlenerek süzülmüş hukuk ise farklı söylemektedir. Her çağın fikri, o dönemin yasasını yapan zümrenin mülkiyet kültüründen beslenir. Peki mülkiyet sahibi olamayanlar, topluma paralel duramayanlar, tutunamayanlar, varoşlarda yaşayan, argodan beslenenlerin düşünceleri ne olacaktır?. Ötelenmişlerin jargonu, kitle kültürüne mutlaka sızacaktır. Ucube bilimi teratoloji ise kapitalizmin ürettiği yapay hayat formlarının mülkiyetten kaynaklanan sapkın düşüncedeki izdüşümünü, doğal yaratılış refleksine denk gelmeyen kolektif histeriyi ifade edecek bir terim de mutlaka geliştirilmelidir. Seçkinlerin etik değerleriyle infazda bulunmadan önce sanat tarihine geçen örneklerle bilgimizi biraz artıralım..
Mümtaz İdil, severek okuduğumuz, okurken öğrendiğimiz mutevazı ama bir de o kadar usta yazarlarındandır. Ama bu demek değildir ki, her söylediğine katılacağız. Bir yazısında 'İntihal' sorunun açmış; şöyle diyor İdil : "Yazarlar elbette dünyanın en “akıllı” adamları değiller. Hatta vasat zekalarla ortalıkta dolaştıklarını bile söyleyebiliriz. Ancak bir yetenekleri vardır ki, işte o ya doğuştan vardır; tıpkı satrançtaki vizyon gibi ya da çok çalışarak edinilebilir. Nitekim Charles Dickens’ın, Marlow’un bir romanını yüzlerce kez yazarak onun üslubunu taklit ettiği, bu üslubun üzerine de kendi üslubunu yerleştirdiği söylenir. Aynı şey Dostoyevski’nin Gogol’ün eserlerini taklit etmesiyle edebiyat dünyasına girmesinde görülür. “İnsancıklar” adlı ilk romanı Gogol’ün bir eserinin aynısıdır.
Yazarların yaptıkları “maddi olmayan” hatalar, okurlar tarafından ortaya çıkarıldığında, aslında hoş bir iletişim de başlamış olmalıdır, ama her zaman olmuyor tabii ki..
Maddi olmayan hatalardan kastım, “intihal” olayı. Elbette yazar, “intihal” diye bir şey asla başvurmadığını, yazdığının kendisine ait özgün birikimler olduğunu iddia edecektir. Karşısına somut örneklerle bile çıkılsa, eğer gerçekte bir “tırtıklama” söz konusuysa, zaten önlemlerini almış olduğundan, daha yüksek sesle ret yoluna gidecektir. Ya da Orhan Pamuk gibi mesela, susacaktır."
İdil böyle diyor ama pratikteki gerçek böyle mi? Şimdi buna bakalım..
Fransız felsefeci Jacques Ranciére Estetiğin Huzursuzluğu kitabında şöyle diyor ; Bu rejimde, sanat nesnesi olma özelliği, yapma kipleri arasında bir ayrıma değil, varoluş kipleri arasında bir ayrıma gönderme yapar. Estetik'ten kasıt budur. Estetik sanat rejiminde, sanat olma özelliğini veren, artık teknik ölçütler değil, belli bir duyusal alımlanma biçimine aidiyettir.'
Estetiğin Huzursuzluğu, İletişim, s 33
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kip

http://vangoghletters.org/vg/letters.html
http://www.vggallery.com/international/turkish/paintings/p_0669.htSm
http://tr.wikipedia.org/wiki/Tutuklular_%C3%87emberi
Tekrarın motoru, itici gücü bir başarısızlık olmadığı gibi bir eksiklik ya da kusuru değildir; fark üretiminin aşırı olumluluğudur.. Başarısızlığın atıfları sayılan özdeşlik, veya benzerlik ki bunların her ikisi de sadece fark temelinde, farktan yola çıkarak belirgin talep olur.. Deleuze, eser/ler arasındaki farkı arayan mütereddit izleyicinin, esası kaçırdığının bilincindedir..
Tekrarın imkanı, -görüntüyü beynimizde temellük ettiğimizde bile- tekrar etmenin imkansızlığının gösterisiyle sınırlıdır!
Deleuze’e bakarsak 'hiçbir kavram tek bir parçadan, tek bir öğeden oluşmaz bu yüzden her kavram komplekstir ve bir çokluk belirtir. Bu parçalar hem birbirlerinden ayrıdır hem de birbilerine temas ettikleri ya da birbirlerini kestikleri sahalar söz konusudur. Bu ayırtedilemezlik eşikleri en nihayetinde ayrı birer konsept ifade edecek olan çokluklar arasında da mevcuttur. Kavramlar dahili tutarlılıklarını parçalarının örtüşüp içiçe geçtiği bu sahalardan, dışsal tutarlılıklarını da diğer kavramların aynı düzlemde oluşturdukları bağlantılardan alırlar. Deleuze’ün kavram kavramının diğer bir önemli özelliği de kavramın bir şeyin özünü ifade etmekten ya da zamansal-mekansal bir eksende konumlandırmaktan ziyade bir yeğinlik ekseni boyunca dizilim ifade etmesidir. Bu yeğinlik ekseninde kavramların bu parçalı yapısı ve bu parçaların çakışma, örtüşme ve kesişme ilişkileri bir yapbozun parçaları gibi birleştirilince ortaya bir bütün çıkaracak bir dağılım arz etmez. Kavramları birbirine bağlayan köprüler her zaman için hareketli köprüler' olduğunu ifade eder... Alenka Zupancic'in Komedi Sonsuzluğun Fiziği kitabındaki Tekrarın Kavramsal Sorunları bahsine sıçrayalım bunları unutmadan : Sayfa 147'de Deleuze'in Fark ve Tekrar adlı eserinde değinir 'Temsil tarzına tekabül eden fark dışsal farktır. Temsil düzeyinde fark her zaman iki kendilik veya iki kimlik arasındaki fark olarak zuhur eder.' der Kierkgaard'dan aktarır ; Yasanın hüküm sürdüğü yerde' tekrar' kesinlikle mümkün değildir; mucize saflarına aittir o..
Nasıl bir sanat yapıtını oluşturan değer, sanatçının öncelikle onu 'sanat' olarak tanımlamasıysa, bir intihal vakasını da sanattan ayıran esas öğe eylemi gerçekleştiren sanatçının nihai amacıdır. Perdelenmemesi gereken niyet, örnekler üzerinden açıklamaya muhtaçtır..
Günümüzde hayatla sanatın karıştığı bu post modern gösteride, hangi davranışımız irademiz dahilinde şahsımıza aittir? Yaşam ünitelerimizin bağımsız, emek/fikir üretimlerimizin özerk, kimliğimizin bizim olduğunu iddia edebilir miyiz? Kolektif bilinç alanına giren insan etkinliklerimizin özgünlüğü, etkilenerek mübadele değeriyle sermaye yaptığımız genom referanslarımız tartışılmaktadır. O zaman taklit nedir cevabından 'hiçbirisi' şıkkını işaretleyerek azat olmak için, sanatçının bütününde Platon'un mağara alegorisinden itibaren 'kopya'nın yerini/mülkiyetini sorgulamamız gerekmektedir. Bir sanat felsefesinin peşine takılan güncel üretim mi, bir kaçamak ya da tek kerelik bir ilişki, bir kap kaç mı yoksa sahtekarlık mı? Böyle yaptığımızda bile Picasso' örneğine bakarak sarih doğru cevabı bulmak her zaman mümkün olmayabilir. Bilimcilerin 'doğru'yu tasvir etme yöntemi eksiksiz midir; sanat için geçerli bir ölçü sunabilirler mi? Hukukcuların aksine kimseyi suçlamadan, bu yakadan bakarak mülkiyetten doğan durumu / fikri kavramın eksik parçasını tamamlamak, olguyu anlamaya çalışmak çabası denilebilir yazdıklarımıza ...

Amaç, Nobelli Orhan Pamuk arkadaşımızı veya herhangi bir ismi savunmak değil, sıkıldığımız şehir efsanelerinden aklı özgürleştirmektir..
Mümtaz İdil, bu kelimeleriyle, sanatın yanlızca intihalle sürdürülemeyecek bir uğraş olduğunu, sürdürülen her yalanın sonuçta, kabul görecek bir doğru yaratacağını da çok güzel özetliyor. Aslında vesile olan İdil vasıtasıyla intihal/plagiarism/(ç)alıntı kavramları üstüne görüşlerimizi bir kere daha tekrarlamakta yarar var.. Özetle bilim ile sanat farklı hukuksal yaptırımlara, farklı ölçü/kantarlara tabi olması gereken iki farklı alandır; karıştırmamak lazım diyoruz. Önce üst sağ taftaki 1872 tarihli Gustave Dore'un resmi ile Van Gogh'un 1890 yılında yaptığı 'mahkumlar' adlı yağlıboya tabloya bir göz atın lütfen. Van Gogh'un bu resmine sanat tarihi kitaplarında rastlarsanız, rahiplik döneminde mahkumlara yönelik çalışmalarının izdüşümü olarak bu resmin tanıtıldığını göreceksinizdir. Sanat tarihçilerinden ballandıra ballandıra, kızıl saçlı ressamın duyarlılık övgüsünü okuduğunuzda ise sakın şaşırmayın. Kopya resme, hayallerinde ürettikleri fantazilere ragmen, bu resim değil ama Van Gogh gözümüzde değerinden bir şey kaybetmez; peki neden?
Picasso, aşırırken, şaşırtmayı bir sanat haline getirmiştir; sansasyon arar!
Günümüzde imajlar üstünden toplumsal kanaatlar oluşur. Bu, yalnızca eserle ilgili yeteneklerin değil, sanatçının toplum içindeki görünürlüğünün sergilenmesidir de; kabiliyet, gösteri toplumunda sanatçının tutunabilme, yerinde kalabilme becerisidir...
Picasso açık açık, 'hayat boyu,işime yarayan her şeyi resmime aldım' diyor. Örneklerini ekte göreceğiniz gibi onlarca figürü Picasso, başkalarından alınarak kendi resmine eklenmiştir.
Bilim, günlük hayata ait tekrar eden deneyler, yaşamı ve algıyı kolaylaştıran kullanılabilir pratikler öneriler oluşturur ve oluşturabilir. Hatta bunu tek doğru olarak da çoğu zaman 'uygarlık' dediği kurmaca dünyanın tamamlayıcısı olarak da ilan ve dikte eder; otoriterdir. Ya karşı koyar ya da aynısını yapar. Ama ne ki, kendisi de doğayı hep taklit eder.
Bilim, rasyonel, fiziksel elle tutulabilir, amacı uyum içinde birarada yaşamaktan çok baskılayarak, yeniden kurarak, doğaya tasallut ederek kimliğini oluşturan ve bir diklenme/başkaldırı/meydan okuma, tahakküm ve değiştirme ideolojisiyle yoğrulmuş olan şeytani zekaya sahiptir. Bitiştirerek /birleştirerek giderayak kendi yarattığı suretin peşinde 'sahte' /genelgeçer bir gerçek kurmuş olan 'bilim'in verileriyle, bu hukukun inayetiyle,doğal oyununu binlerce yıldır oynayan sanat/çı'yı anlayıp yargılamak mümkün değildir.
Deutsche Welle Gazetesinden muhabir Dagmar Wittek'in kaleme aldığı yazı 16 Nisan 2006'da HABER X portalında yayımlandı. Alman gazeteci 'Picasso'ya hırsızlık suçlaması' başlığıyla verdiği haberinde şöyle yazıyordu : Güney Afrika'daki ilk büyük Picasso sergisi kavgaya neden oldu. Ünlü İspanyol sanatçı Picasso`nun eserleri, Güney Afrika`da Johannesburg`tan sonra Kapstadt`ta sergilenmeye başladı. Picasso`nun 85 eseri, 25 Afrika heykeliyle birlikte Kapstadt`ta sergilenirken, Güney Afrika Kültür Bakanlığı`nın çıkışı herkesi şaşırttı. Güney Afrika Kültür Bakanlığı Sözcüsü Sandile Memela, Picasso`nun bir düşünce hırsızı olduğunu söyledi. Afrika`da sanat dünyasının beyazların elinde olduğunu ve artık değerlerin değişmesinin zamanının geldiğini savunan Memela, `Birçok büyük sanatçı ya da yazarın bugünkü konumlarına hırsızlıkla gelmiş olması üzücü. Yaptıklarını uyarlama, ödünç alma ya da etkilenme olarak da tanımlasalar, sonuçta bu hırsızlık. Picasso`nun, bu yaratacılığını bize borçlu olduğunu itiraf edecek derecede kendine güvenli ve alçakgönüllü olabilmesi gerekirdi` diye konuştu. Afrika maskları ve heykelleriyle Picasso`nun eskiz, çizim ve resimlerinin karşılıklı sergilenmesi, Picasso`yla Afrika arasında bir ilişkinin varlığını açıkça gösteriyor: Net çizgiler, basitleştirme, köşelilik. Güney Afrikalı Bakan Memela, Kübizmin başlangıcı ve kökeninin Afrika`da yattığını ve Picasso`nun Afrika sergisinin de Afrika sanatının uluslararası bir sanat akımını nasıl etkilediğini göstermesi gerektiğini söylüyor. Güney Afrika hükümeti öfkeli : Bu durumun ne medyada ne de Güney Afrika sanat çevrelerinde yeterince dikkate alınmadığı inancı, Güney Afrika hükümetini öfkelendiriyor. Beyazların Afrika`ya hiçbir zaman saygı göstermediğinden şikayet eden Memela, Afrika hakkında anlatılan her şeyin beyazlardan kaynaklandığını ileri sürüyor. Bakanlık sözcüsü, beyazların çıkarlarının bunun böyle kalmasında yattığını ifade etti. Kendisinin her şeyden önce Afrika`nın Kübizm akımının gelişiminde oynadığı role önem verdiğini anlatan Memela, Afrika`nın kendine güvenini arttırmak için bunu vurgulamak gerektiğini söyledi. Memela, yüzyıllar süren sömürgeciliği ve 50 yıl süren ve bundan 12 yıl önce sona eren Apartheid rejimini suçluyor, bu dönemde siyahların sanat eğitimi almasının tabu olduğunu, onlara en fazla ilkokul eğitimi alma olanağı verildiğine dikkat çekiyor. `Bu artık değişecek` diyen Memela, yeni ve demokratik hükümetin hedefinin, bir Afrika rönesansıyla Afrikalıların kendine güvenini artırmak ve dengeyi sağlamak olduğunu belirtiyor.
Görülüyor ki, 'bana lazım olan her şeyi dünyadan sanatım için sorgusuz sualsiz alır kullanırım' diyen Pablo Picasso, 'intihal' ile suçlananlar listesinin başında yer alıyor. Sanatta, İntihal/(Ç)alıntı -aşırma - esinlenme sorunun yüzyıllardır kafa yoran ve cepheleşmelere neden olan bir konu olduğunu ve bu nedenle de pek çok 'doğru'nun olduğunu bu örnek nedeniyle bir kere daha düşünüyoruz.. Benjamin'in dediği gibi 'Kefaret, geçmişin bütünüyle hatırlanmasını gerektirmektedir'.
Kant, çok haklı olarak 'sol el ile sağ eli özdeşleştiremezsiniz, hep biri sol diğeri sağ el olarak kalacağı için' diyordu.. Burada sağ/sol el, bilim/sanat örtüşmezliğini, kavram farklılıklarını, yargı değişkenlerini belirtmesi bakımından önemi bir fragmandır. Bilimin amacıyla, sanatın amaçsızlığı tezattır. Bilimin lisanıyla, sanatın dilini anlamak mümkün değildir. İlerleme üzerine kurulu uygarlık bilinci, hedefsiz bir yaratma zenginliği sunan doğanın diliyle uyumlu değildir. Sanatın eylemini ve jargonunu anlamlandırmak için, insan varlığını yaratan doğal süreçle, 'bilim' kavramının uzlaşmazlığına dikkat çekiyoruz. Yaratıcı etkinliğin başlangıcından değil, toplum olarak kuruluşundan itibaren formel yapısını amorflaştırarak günümüze devreden ekonomik serüveninde son hedef kâr dürtüsüdür. Bugün sosyolojik hayatta oluşan, herkesin herkesle rekabetinde / savaşında olgunlaşan amaç, 'doğruyu bulmak' değil, doğruyu yaratmak obsesyonudur. Zümresel praksisin ilgili suçlamaları da bu hedefle ilgilidir. Kıyaslamaları yaparken, sanatın doğal uyum arayışını ve organizmanın bünyevi teminatlarına özenle, şuurla yeniden bakmalıyız; özellikle sanatta sosyal 'etik' reflekslerden çok, insanın 'taklit' güdülerini göz ardı etmemek gerekiyor.. İnsanın kolektif dünyasının inşasında 'taklit'i etkisizleştirmek/hiçleştirmek mümkün değildir. Bu 'hiç' ortadan kaldırıldığında, denildiği gibi geriye kalan "her şey" olmayacaktır..
Sanat her şeyden önce temaşadır; göstermedir. Önce öğrenme, anlama sonra ironi/alaylamadır. En son mesaj ise konumlandırma/absürdür ya da kalaylamadır. Alelâledelikten fevkalâdelik çıkarmaktır. Bize sanat tarihini öğreten hocalarımız, önce 'temaşa' sonra 'mestane', yani anlama nüfuz etmek gelir demişlerdir.
Jac Ranciére, çıplak görüntü, gösterici görüntü, metamorfik görüntü diye klase ediyor. Bilimde /hukukta, güncel bilimsel idrakta yer almayan ama sanat literatüründe kullanılan aykırı terimlerle/garibsi mahalle içi tanımlamalarla anlatmaya çalışırsak, öykünme (mimesis), simülasyon (taklit), manifest/us (aşikar kılma), metafor (mecaz/benzetme), istiare/eğretileme, alegori (simgeleme), ludus (oyun), sanatın/sanatsal yapılanmanın inşaat iskelesidir. Bu muhteviyatı itibariyle, gerçek ve tutarlı olmak gibi bir savı yoktur; aksine her sanat üretimi tekrarı olmayan bir kerelik, eşsiz biricik yaratıdır; öykünülse bile takit edilemez ve asla kopyalanamazdır. Bu anlamıyla sanat, stabilize gerçeğin akranı değil, aksine tersyüzüdür.
Dünya sanat tarihine baktığımızda Van Gogh'dan Zeki Faik İzer'e Rembrandt, Goya'dan, Robert Rauschenberg, Roy Lichtenstein'dan diğer Pop-Art kurucularına kadar sayısız örnekte 'diğer' ressamın/ sanatçının izleri üzerinde yol alan yeniden yaratıcıları görürüz.

Sanatçı istese de bir başka eseri taklit bile etse, ancak bunu yeniden oluştururken, varlığının kökü/nedenselliğiyle bağ kurararak zihnen yeniden yorumlamakta ve farklı bir aksanla eserin yeni vechelerini oluşturmaktadır.
Bethoven'den Motzart'a; icra edilen her piyano eseri, bestenin yeniden vücuda gelme halidir. Bu plastik sanatlar için de geçerli bir kavramdır. Eserin kısmen veya tamamen yeniden işlenmesi, taklit edilmesi olarak değil, yaratılması olarak görülmelidir.
Ne var ki, ucu açık bir tartışmayı içinde barındıran bu paradoks, eleştiriye de açıktır. Toplumsal bedenin her soluk alıp vermesiyle sürekli genleşmesi/genişlemesi sosyolojik terzilere ek mesai olanağı sunar ki, üzerinde mutabakat sağlanması için görüşlerde yeni bir hazne açmak/demokratik açılımı buralara taşımak gerekir.


Sanatçı o işi aşırmış mı-esinlenmiş mi.. n'apmış'ı önemsemiyorum n'için yapmış- neye dönüştürmüş'e bakmayı tercih ediyorum
— İlledeKıtmirİllegal (@KaybolYabanci) 16 Şubat 2014
Soyuttan somuta ulaşmaya çalışan bilimin kıstaslarıyla, Sanat yargılanamaz!.
Kaostan ortaya çıkan yeni toplumsal jargonlar, renkler/sesler, kıvrak ritmler, makamlar, medcezire tabi duygu ve davranışlar bilimden önce 'sanat/çı' tarafından icraatıyla bilim gibi totaliter bir iktidarın peşinde olmaksızın, görülüp algılanmış ve yorumlanmıştır.
Toplumsal örgünün her düğümlenişinde bilimin/fiziğin/tıbbın terminatör edasıyla doğaya başkaldırışına karşın sanat, her zaman insanın doğasıyla paralel uyum içinde ve hayatı taklit ederek (mimesis) hareket etmiştir. Bu anlamda ölçülebilir bir hakikattan üreyen bilimdeki intihal ile temaşada türeyen sanat yapıtındaki intihal farklılık gösterir; konuya sebep olan özne, aynı yargılarla değerlendirilemez ve aynı ölçüler kullanılarak suçlanamazlar..

Arazinin, doğanın, yerin, şehrin tabiatının prozodisini veya kaosu-kitch'ine ilk ses verenler/farkedenler, bulundukları toplumun bu aykırı yabanlarıdır. Mütereddit yargı, mesnet aramaktadır. Bilimin ve hukukun bu yorumları 'intihal' kapsamından çıkarması için zamana ihtiyaç vardır.
Görüyoruz ki, Dostoyevski'den Orhan Pamuk'a,Van Gogh'dan Zeki Faik İzer'e, Picasso, Warholl, Gauguin'den günümüz çağdaşlarına her zaman sanatçılar bu mantıkla hırsız karga misali yüzlerce örnek yaratmıştır. Sanatçıya salahiyet/yetki vermek, çerçeve çizmek bize veya bilime/hukuka düşmez. 'Sanatçı', literatürde 'homo ludens' / oynayan insan olarak anılır. Durumu daha derinden anlamak, şayet hukuk fiili durumun gerisinde kaldıysa, zihniyette uyum sağlamak gerekir.
Burada sanatçının intihal konusu olan 'nasıl' dediğinden çok, 'ne' dediğini, bu dedikleri ile kimlerin yanında olup, kimlere karşı çıktığını, ideolojisini/siyasetini önemsiyoruz. Önemli olan sömürüyü sürdürmek, dünyayı ve yaşamı tüketmek konusunda hangi taraftansın? Sorduğumuz temel soru ve temel sorun bunlardır.. 'Nasıl' dediği ise; her insan sesi, rengi/ahengiyle birbirine benzemez ayrı bir deryadır ki, bu konuda gene Kant örneğini hatırlatıyoruz..
Bunlara bakmadan sanatçının, bakarak/etkilenerek, alarak, Picasso'nun yaptığı gibi biraz da çalarak yaptığı her sanat yapıtı istesek/istemesek, kabul edip etmesek de yeni bir zamanda, yeniden bir kurguyla farklı şeyler söyleyen bir sanat yapıtıdır. Çünkü hiçbir sanat yapıtı, diğerinin birebir aynısı hiçbir şekilde oluşamaz; Kant'ın dediği gibi sağ el ile sol el hiçbir zaman örtüşmez. Bundan dolayıdır ki Andy Warholl'un kendi sınırlı sayıda ürettiği, birbirinin aynısı özgün serigrafileri bile her biri, yeni bir değer olduğu için yeni bir 100 bin dolara satılmaktadır..
Bir sanatçının kendi tarafından çoğaltılmış replikası, gravür/serigrafi gibi çoğaltmaları, Osman Hamdi, Andy Warhol, Burhan Doğançay örneklerinde gördüğümüz gibi fotoğraftan çalışmaları bile ayrı değer/fiyat kabul ediliyor.. Peki bu durumda hayatının bir merhalesinde nasıl bir sanatçının, bir başka sanatçıdan etkilenerek yeniden ürettiği bir iş uğrak kabul edilmez de 'intihal' kabul edilir ve değersiz sanılabilir? İnsan olarak her davranışımızla, bir başkasının daha önce gerçekleştirilmiş etkinliğinin biçimini örnekleyerek toplumsal bir lisan geliştiririz. Şayet kalpazanlık amacıyla kopyalanmamışsa her eser, farklı zamanın ruhunu ve mesajını taşıyan bireysel bir manifestoyla sosyalleşmiş benzer, kitlesel şifreler içerir. Sanatı değerlendirmek için ezberleri bozmak, ahlaki bazda farklı teraziler kullanmak lazımdır..
Left: A Painting of The Three Graces from Pompeii.Centre: A Roman Era Sculpture now housed at the Piccolomini Library in Siena. Right: Enamored of Classical Motifs, Raphael also painted The Three Graces
Devamı http://www.3pipe.net/2010/04/simonetta-vespucci-real-life-muse-of.html
***
'İmal etmek' ile 'yapmak' arasında önemli farklılıklar vardır. Bilim hakkında yanılsamalardan ibaret olan ampirizm ve formalizmden ancak felsefe yoluyla ayrılabilir ve poiesise karşı belki praksis üzerinden sosyal pratiği anlama aracı olarak hakiki tutunma noktaları oluşturabiliriz.
Türkiye'de çağdaş sanat konusunda benzerlikler gösteren işler konusundaki bir diğer kaynak da Twitter'da yer alan "Benzer İşler" adlı profil..
Burada "yorum farkı" ile bariz bir şekilde "intihal" denilebilecek işleri ayırt etmek mümkün. Örneğin twitter sayfasında haksız şekilde misal gösterilen "Bubi"nin eserleri, sanatçının kendi hikayesini içinde barındıran özgün işler ve tereddütsüz "yorum farkı" olarak tabir edebileceğimiz çalışmalar; bu farklılıkları belirginleştirmeyen diğer sanatçılar için aynı savunmada bulunmak ise zor.. İntihalle, eser arasındaki zar gibi ince ayrım burada belirginleşmiş bir formda öne çıkıyor.
***
'İmal etmek' ile 'yapmak' arasında önemli farklılıklar vardır. Bilim hakkında yanılsamalardan ibaret olan ampirizm ve formalizmden ancak felsefe yoluyla ayrılabilir ve poiesise karşı belki praksis üzerinden sosyal pratiği anlama aracı olarak hakiki tutunma noktaları oluşturabiliriz.
Türkiye'de çağdaş sanat konusunda benzerlikler gösteren işler konusundaki bir diğer kaynak da Twitter'da yer alan "Benzer İşler" adlı profil..
Burada "yorum farkı" ile bariz bir şekilde "intihal" denilebilecek işleri ayırt etmek mümkün. Örneğin twitter sayfasında haksız şekilde misal gösterilen "Bubi"nin eserleri, sanatçının kendi hikayesini içinde barındıran özgün işler ve tereddütsüz "yorum farkı" olarak tabir edebileceğimiz çalışmalar; bu farklılıkları belirginleştirmeyen diğer sanatçılar için aynı savunmada bulunmak ise zor.. İntihalle, eser arasındaki zar gibi ince ayrım burada belirginleşmiş bir formda öne çıkıyor.
Maurizio Cattelan (2007) - Tayfun Serttaş (2015)https://t.co/9ug0U4AEsE pic.twitter.com/W9XMQdRbRq— Benzer İşler (@BenzerIsler) 29 Eylül 2016
Victor Vasarely (1975) - Hasan Pehlevan (2014)https://t.co/69yiEUgJfZ pic.twitter.com/5FRl6b49Dc— Benzer İşler (@BenzerIsler) 24 Eylül 2016
Berta Vicente (2012) - Merve Morkoç (2014)https://t.co/k2Ujf7Nc6N pic.twitter.com/Sl2SlkZ2I8— Benzer İşler (@BenzerIsler) 4 Eylül 2016
Salvatore Scarpitta (1963) - Bubi (2008)https://t.co/CNcbW5RtNY pic.twitter.com/qPveXwj1Zh— Benzer İşler (@BenzerIsler) 3 Eylül 2016
https://twitter.com/BenzerIsler
***
Bilimin kıstaslarıyla, sanatın ölçüleri;
Sırasıyla; Giorgione, Titian, Eduard Manet, Yasumasa Morimura. pic.twitter.com/7Vjqkv9CAU
— celine (@CelineSymbioss) 15 Eylül 2014
Bilimin kıstaslarıyla, sanatın ölçüleri;
pratik hayatın yargıları farklı mekan/zamanlarda birbirlerinden çok ayrı değerler üretir..
1958 Doğumlu Fransız yazar Michel Houellebecq, geçtiğimiz günlerde Fransa'nın Nobel'i olan 2010 Goncourt edebiyat ödülünü kazandı. Bu sayfaya Houellebecq' almamızın nedeni ne aldığı ödül, ne de Avrupa'nın İslam düşmanlığına paravan teşkil eden bir yazar olması.
Michel Houellebecq, yazılarının önemli bir kısmını internet üzerinden yayımlanmış bilgi,makalelerden, özellikle Wikipedia sitesinden kes/yapıştır mantığıyla alarak/çalarak yazıyor.
Kopya iddialarına karşılık 'Bir pasajı olduğu gibi alsanız bile, amacınız onları sanatsal emellerle yeniden kullanmaksa, buna çalmak denmez!' diyerek cevaplıyor.
Baştan aşağı yanlış ve argo sözlüğündeki bütün olumsuz sözcükleri hakeden bir yazar görünümündeki Michel Houellebecq'in tek katıldığımız cümlesi ise bu 'onları sanatsal emellerle yeniden kullanmaksa, buna çalmak denmez' ifadesidir.

Özetle konuyu toparlarsak..
Ne ki, öykünürken bile sanatçının yaratıcılığı inhisarında tuttuğu hiç mi hiç unutulmamalıdır. Sanatta 'tekrar' ve bu anlamda da alıntı((ç)alıntı/intihal mümkün değildir. Roy Lichtenstein'ın 'aradaki 7 farkı bulun' bulmacalarına konu olacak çalışması bile olsa, ortada yeniden üretilmiş bir 'meta' vardır. Çünkü hiçbir sanatçı bir diğerinin ne amaç ne de yöntem bakımından aynısı/eşruhu, kopyası ya da birebir benzeri olamaz.. Her benzer, bir yeniden üretim ve dolayısıyla farklı bir yorumdur. Aynı sanatçı bile bir eserini yeniden üretirse o, farklı bir 'eser' karakteri taşır; çünkü akıp giden 'zaman', bilinçte mutlaka yeni bir katman oluşturmuştur.
Dixi et salvavi animam meam / Söyledim ve ruhumu kurtardım..
Bu anlamda aynı sanat yapıtı iki defa üretilemeyeceği için araya yorum farkı girer. Eser, çıkış noktasını terketme eylemiyle bireyleşir/özgürleşir. 'Kopya' aslından, nesnesine denk gelmeyen eylemiyle eser öznesinden ayrılır. Baskıladığı kadrajdan ve eylemin çekirdeğinden farklılaşır; durağanlık inkıtaya uğrar. Huzur ve stabilite bozulur.. Aşırma hali, aşma/aşırtmaya dönüşür; 'başka' olur. Hiçbir eser ne kadar benzerlik içersirse içersin, kendini perdeleyerek bariz bir aldatmaya yönelik kötü niyet, -kandırma, kalpazanlık, sahtekarlık- amacı içermiyorsa, tekrarı gerçekleştiren sanatçı eserinin önünde kendi adı/ imzasıyla durabiliyorsa eğer, bu sanatsal anlamda tekrar değildir. Çünkü Heraklitosun söylediği gibi aynı nehirde iki defa asla yıkanılmaz.. Hepsi bu.. Başkası söylemiyorsa da biz böyle düşünüyoruz.. Dixi et salvavi animam meam!
emin çetin girgin
Görüneni entelijansiya kabulde zorlanıyor. Çünkü, soyutun bulanıklığı işlevsel; kavramın anlam karışıklığının bir nedeni var. Kaosun keşmekeşinden herkes memnun. Sorun, Batı uygarlığının kendini yeniden üretememesi.. Amaç, yıkımın perdelenmesi. Çöküşün gizlenmesi hüner ister. Hegel, 'gerçek olan hakikattır' der. Bugün hakikat perdeleniyor. Her doğan ölümlüdür; ahir zaman bilgisi çürüyen cesetten bir öncesini gösteriyor. Greenwich zamanın efendisi değil; sermaye kendini yenilemiyor, bilgiyi yeniden üretemiyor..
Bilge'nin ömrünü doldurduğu bugün, tek çıkış yolu kalıyor meczubu oynamak, yani şarlatanlık. Onlar da öyle yapıyorlar. Simurgların konduğu doruk artık bir göçük. Sanat rejimi, ünlü sanatçılar, uyanık küratörler, akil eleştirmenlerin tekelinde farklı bir mübadele enstürmanı olarak uluslararası sermayenin hizmetinde başarıdan başarıya koşuyor ..
Sürekli söylüyoruz; artık ne gerçek bir öğreti, ne bir bilgi, ne de öğrenilmesi gereken bir ders kaldı ortada; kültür endüstrisi çöken rejimine payanda, görüntülerini temizlemek isteyen şirketler yalanlarına ortak arıyor..
Sanat, güzelin masumiyetinin peşinden giden kendi kitlesine ihanet etti.. Müfredatın uzmanları eliyle, halkın somut bakışı bertaraf edildi. Anlam, ruhsuz sanat tarihçileri, oryantal kültür editörleri kendini meşrulaştırmaya çalışan sermayeye, kültür hamisi bankalara; kullanım değerinin meşru ve moral ihtiyaçları, pornografik bir kültürün mühtehcen arşivi olarak ahlak yoksunu krallarla bu gidişten müşteki olmasını beklemediğimiz pazarın soytarılarına emanet artık..
.
Sürekli söylüyoruz; artık ne gerçek bir öğreti, ne bir bilgi, ne de öğrenilmesi gereken bir ders kaldı ortada; kültür endüstrisi çöken rejimine payanda, görüntülerini temizlemek isteyen şirketler yalanlarına ortak arıyor..
Sanat, güzelin masumiyetinin peşinden giden kendi kitlesine ihanet etti.. Müfredatın uzmanları eliyle, halkın somut bakışı bertaraf edildi. Anlam, ruhsuz sanat tarihçileri, oryantal kültür editörleri kendini meşrulaştırmaya çalışan sermayeye, kültür hamisi bankalara; kullanım değerinin meşru ve moral ihtiyaçları, pornografik bir kültürün mühtehcen arşivi olarak ahlak yoksunu krallarla bu gidişten müşteki olmasını beklemediğimiz pazarın soytarılarına emanet artık..
.